2
Yorum
20
Beğeni
5,0
Puan
204
Okunma
Bir köy vardı, sessizliğin bile zikre durduğu bir vadi içinde.
O köyde iki gönül yanardı: Aziz ve Azize.
Birbirini seven değil, birbirinde Hak’kı arayan iki can.
Aziz derdi ki:
“Ben Azize’yi sevmedim,
O’nda Rabbimin cemalini gördüm.”
Azize ise her seher, kalbini pınarın suyuna eğip fısıldardı:
“Ey Rabbim, sevdam beni Senden uzak eylemesin.”
Bir gün, Aziz’in içine bir çağrı düştü —
“Gel” diyen bir ses, nefsin ötesinden…
O vakit anladı ki yol, sevdiğinden değil, Hak’tan geçer.
Vedalaşırken Azize’ye sadece bir cümle bıraktı:
“Beni bulmak istersen, gönlüne bak.”
Aziz gitti. Dağların ardında, çöllerin ortasında
adı unutulmuş bir dergâha vardı.
Yıllar geçti; bedeni zayıfladı,
ama kalbi nura döndü.
Azize köyde kaldı; sabrı zikre çevirdi.
Her akşam kandil yakıp dua etti:
“Ey Aziz’in Rabb’i, beni de O’nun sevgisine kavuştur,
ama kul olarak değil — aşk olarak.”
Bir bahar sabahı, köyü bir koku sardı.
Pınarın yanında bir gül açmıştı,
gülün yaprağında bir damla nur vardı.
Azize gülü eline aldı, kalbiyle işitti:
“Ben geldim, bedenle değil — rahmetle.”
O gün anladı:
Ayrılık yoktu, vuslat zaten içindeydi.
Çünkü iki gönül, aynı isimde erimişti: “Aşk.”
Köylüler hâlâ anlatır o hikâyeyi,
ve pınarın suyu hâlâ fısıldar:
“Her kim Aziz’i ararsa,
Azize’nin kalbinde bulur onu.”
5.0
100% (6)