0
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
143
Okunma

Ufukta sonsuz bir yansıma,
Görünürdü uzaklarda bir kent.
Bize uzak gibi görünse de,
Aslında en yakın olan o’ydu.
Bir kafes, bir labirent o’…
Bizler tutsak, zavallı fareler.
O’ bir sanatçı, bizler kukla,
Oynatırdı her birimizi.
Bizler seyyah, o’ kutsal tapınak;
İzleyin, izleyelim parlıyor şafakta:
Alev kırmızısı bulutlara
Bürünmüş bir mehtap.
Her sokak üçgen, küflü peynir,
Üstümüzde hep aynı hırka,
Dilimizde hep aynı türküler,
Dilenci ellerinde kutsal şarap.
İmanla imansızlık arasında,
Bir sıcak, bir soğuk…
Ay ışığıyla dans, sonra karanlık;
Özlüyor o’ gölgedeki silüetler.
Gizlice dinler iki kule arasında,
İzler yarasaların
Ve dolunayın vahşi sevişmesini.
Son vakit yaklaşmakta,
Uğultular ve zeytin yaprakları…
Çelik kapı ardında güvercinler,
Rüzgâr uğultular eşliğinde:
“Uç, uç böceğim!”
Kömür rengi saçlar
Kızıl ateşte olgunlaşırken,
Zemheri, soğuk parmaklıklar
Arasından üflerken… Dinle!
O’ bir piyon,
Efendisi köle taciri,
Kürk içinde bir kuzu…
Göğsü iman dolu, putperest.
Sıcak Ağustos gecelerinde
Göğsü zehirli sarmaşık,
Yüreği transparan düşler,
Tehlikeli haç desenli giysiler
Çarmıhta.
Sessizce burgaçlanan
Karanlık ve ıssız sokaklar,
Işıldayan bir alev topu…
“Uç, uç böceğim!”
Gecenin binlerce yıldızı,
Ve o’ tepede yanan ağaç…
Tanrıların sesi gürlerken,
Gürleyen, nehirleri kutsayan gezgin.
Beton anıtlar ışıldıyor, heykeller,
Çiçek bahçeleri muhteşem…
Her ölüm için bir karanfil yeşerirken,
Tanrılar eğlenir, keman ağlarken.
O’ yükseliyor göğe, bir melek gibi,
Yıldızlar tek tek düşerken…
Onlar ağıt yakarken, zavallı dilenci,
“Uç, uç böceğim!”
Tan vaktiyle isyancı münafık
Raks ederken, şeytani fısıltılar gür…
Bizler kitap okurken, şiirler yankımız,
Düşlerimiz sönük, şarkılar isyan.
Tanrılar kurultayı, kızıl ahenk,
O’ tapınakların şahı…
Mesih ziyarete çıplak ayakla gelecek,
Biz tabutları domino taşı gibi dizerken.
O’ yeniden doğan protestan,
Doğum gününde Beethoven çalacak,
Tapınakçılar mumları üflerken,
Tanrılar alkış tutacak.
O’ giyinik çıplaklar,
Onların eteğini öperken,
Perdeler inerken,
Tek doğruları kızıl yankı.
O’ halkalar muhteşem,
Dağlar boyunca ihanet…
Onlar kaptan ve efendiler,
Satranç masasında birer despot.
Onlar çınlayan çan,
O’ çıplak Mesih hikâyesi…
Tüm direnişlere karşı
Onları kutsayan kan oluk oluk akarken:
“Uç, uç böceğim!”
O’ tüm kutsal kadehlerdeki
Şarapları yutarken,
Onlar kutsuyor tek gözlü denizciyi,
Kirli sularda vahi bekleyen
Bir uyarıcı gibi şen şakrak…
“Uç, uç böceğim!”
O sonsuz göğe, uç!
Karanlığın ışığa özlemi gibi,
Yusuf’un rüyaları gibi,
Züleyha’nın aşkı gibi…
Uç, uç böceğim, uç…