9
Yorum
44
Beğeni
0,0
Puan
487
Okunma

Dağların gölgesinde uyur benim alın yazım,
bir yanım karlı doruk, bir yanım yanık bozkır.
Yollar uzar, kervan susar,
kavalın ince sesiyle bölünür gece.
Bir koyun melemesi düşer gönlüme,
gurbette bir sevda,
ince bir sızı gibi çöker yüreğin taş odasına.
Ahh, memleketin rüzgârı!
Ekmek kokusu gibi gelir buram buram annemin tandırından,
ve ben uzaklarda bir dilim ekmeğe hasret büyütürüm özlemimi.
Çocukluğumun toprak avlusunda
salıncaktan düşen gövdem değil,
bugün gurbetin kollarına düşen yorgun bir kadındır.
Sevda, dağların ardında kalan bir türküdür,
adını anınca kavrulur dudaklar.
Bir yârin kirpiği kadar titrek,
bir gelin duvağı kadar beyaz,
hep yarım,
hep gurbetin telinde kırık çalan bir saz.
Gökyüzü bile gurbette daha ağırdır,
bulutlar omuzlarıma yığılır.
Her adımda bir yokuş,
her nefeste bir yangın…
Ve ben bilirim:
İnsanın kaderi bazen bir yol kadar uzun,
bazen bir türkü kadar kısadır.
Ey dağlar!
Benim sesimi saklayın taş diplerinde.
Ey yaylalar!
Benim yorgun soluğumu koyunların ardına gizleyin.
Çünkü ben dönsem de dönmesem de
şu alın yazısı hep gurbetin kapısına çalar.
Bir kaval öter gecenin koynunda,
incecik, titreyen bir nefesle…
O kavalda anamın gözyaşı var,
yarimin gülüşü var,
çocukluğumun köy çeşmesi var.
O kavalda ben varım,
benim göç yollarım,
benim türkülerim…
Ve bilirim ki:
Türkü susarsa ben de susarım.
Ama susmayacak!
Çünkü dağların diliyle konuşur sevda,
çünkü toprak anadır,
çünkü gurbet yalnızca yüreği sınar.
Ve insan, her şeye rağmen
bir gün mutlaka kendi türküsüne kavuşur.
Bir türkü tutar içimden,
geceyi yarar ince bir bıçak gibi.
Sazın teli titrer,
tel titreyince dağların kalbi ürperir.
Bir dize düşer dudağımdan,
rüzgâr alır,
yaylalara savurur,
yıldızlara çarpar,
geri döner yüreğime yanık yanık.
Türkü dediğin, anamın ninnisi kadar eski,
babamın suskunluğu kadar derindir.
Her hecesinde toprak kokusu,
her nakarında alın teri vardır.
Bir çobanın kavalından dökülür,
bir gurbetçinin gözyaşına karışır,
bir gelinin duvağında
ince ince süzülür.
Bak hele!
Türkü susar mı hiç?
Yaralı gönül ağlasa da,
dil söylese de söylemese de,
bir telde hep o yanık sızı vardır.
Dönüp duran değirmen taşları gibi
hep aynı dert öğütülür,
hep aynı sevda öğütülür.
Türkü, bir ateştir:
Yakmaz gibi görünür ama
içten içe köz olur,
kor olur,
adamın yüreğini delik deşik eder.
Ne zaman dinlesem,
bir dağ göçer içimde,
bir yol düşer önüme,
ve ben bilirim,
o yolun sonu hep “yar”a çıkar.
Ey türkü!
Sen kimseden izin istemezsin,
senin kapın yok, duvarın yok,
ama girdiğin gönülden
bir daha çıkmazsın.
Seninle ağlar anam,
seninle güler çocuk,
seninle sevdalanır delikanlı,
seninle büyür yarım kalmış kadın.
Ve işte ben,
sözümden çok sana sığınırım:
Çünkü bilirim,
bir gün herkes unutur,
türkü unutmaz!
Senin göğsünde hem acı, hem şifa vardır,
hem ayrılık, hem vuslat…
Bir yanın ölümdür,
bir yanın diriliş.
O yüzden şimdi
adımı unut,
yüzümü unut,
ama türkümü unutma!
Çünkü türkü sustuğunda
ben de susacağım,
toprak da susacak,
sevda da bitecek.
Ama türküm söylenirse,
işte o zaman
ölüm bile ölür
Peri Feride ÖZBİLGE
24.08.2025