1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
235
Okunma
Bir zamanlar bir adam vardı.
Adı Yüksel’di.
Daha dört beş yaşlarında annesini kaybetmiş.
Kendisinden iki üç yaş küçük kardeşi ile ortada kalmış.
Ana yok! Baba ilgisiz.
Zavallı, çaresiz kalakalmış orta da.
Kah, komşularının Kah, akrabalarının yardımı ile hem kendine, hem kardeşine bakar olmuş. Çobanlık yapmış. Tarlada bahçede. Yarı tok, yarı aç, Üç beş kuruş kazanmak için çalışmış. Büyümüş askere gitmiş. Askerden
Geldikten sonra evlenmiş.
Tarla yok. Çayır yok. köyunde duramamış. Başkent Ankaraya çalışmak için gitmiş...
Üç yıl gürbette çalışmış.
Üç beş kuruş birikimi ile eşini ve çocuğunu getirmiş.
Bir oda bir salon ev tutmuş, yavaş yavaş evinin eşyasını düzmüş.
Yüksel
Ne zengindi, ne güçlüydü, ne çok yakışıklıydı, ne de en zeki.
Ama onu diğerlerinden ayıran bir özelliği vardı:
Fakirdi ama, gönlü boldu...
Çevresindeki insanlara hep hoş görü ile yaklaşır, yardım ederdi...
Onun üzüntüsüne ortak olur, derdini dinler, çözümler üretir.
Inkanları dahilin de,
Maddi manevi yardım ederdi.
İhtiyacı olan her ne ise para yada eşya verirdi.
Kendisin de yoksa dahi, kendi adına borç alır ona verirdi...
" Ne zaman elin bollaşırsa o zaman verirsin derdi...
Kimi umursamaz, ihtiyacını gördükten sonra, borcunu ödemez, üstüne yatardı.
O, ise sesini çikartmazdı...
Iyi niyeti çoğu zaman suistimal edilirdi.
O, yine de insanlara yardım eder, yaptığı iyiliği kimsenin başına kalkmaz, verdiği borcu istemezdi...
Hatta işi biraz daha ileri götürerek, memleketin de ne kadar eş dost akraba varsa, onları iki odalı evine davet eder. Yedirir, içirirdi.
Zamanla, büyük şehirde okumak isteyen akraba, eş, dost çocuklarını...
Büyük şehir de is bulup çalışmak isteyen gençlerinı..
Hasta olanları, tedavi için büyük şehre, Yüksel’in yanına göndermişler. Ve keyfine düşkün, büyük şehri merak edip gezmeye gelen insanlar...
Ankara ya gelirler...
Yüksel’in evin de yatıya kalırlar.
Birde onlar yetmezmiş gibi.. .
Bir de ev onları ziyarete gelen misafirlerle dolar.
Yedi, yirmidört saat ev bir pansiyon gibi...
Gelen gidenle dolup taşar.
Günlerce, aylarca hatta yıllarca yiyip yiyip içip yatarlar...
Masrafı ise yüksel çeker. Yemek, çay, yatak bulaşık, çamaşır ve temizlik ise eşi Suna’nın omuzuna biner. Kendi beş çocukları ise ortada kaynar.
Okuyanların masrafını kendisi karşıladığı gibi bir de harçlıklarını verir. Çalışmaya gelen gençler ise, hiç bir katkıda bulunmadığı gibi. Kendi keyiflerin de zevkinden sefasindadır. Para biriktirir. Anne babalarına para gönderirler.
Hiçbir harcamaya, masrafa katılamazlar.
Üstelik keyfi harcamalar yaparlar.
Yada kendi ihtiyaçlarına harcarlar...
Zamanla Yüksel zorlanır, yetiştiremez.
Yedi sekiz yatılı misafirin yükü ağır gelir,.
Kimseden yardım talebin de de bulunmaz.
Üstelik kimse de oralı olmaz.
Yükünü sırtından almaz...
Masraflar git gide artar.
Yokluk zamanı. Kışın kalorifer yok.
Odun kömür, derdi.
Elektrik yok, gaz yağı, mum derdi.
Evde ve bahçede çeşme yok.
Su derdi...
Eşi Suna’da ondan farksız.
Sırtın da uzunca omuzluk.
Omuzlarına iki başında takilı kovalar alır.
Yağmur çamur demeden, saatlerce su kuyularından su çeker.
Bulaşık, çamaşır yıkar.
Sobanin üstünde gügümlerle çaya bulaşığa, çamaşıra ve çocukları yıkamaya su kaynatır.
Gün boyu Yemek yapar, sofra kurar.
Süpürge ile ev üpürür. Balkon yıkar...
Herkese ayrı ayrı hizmet eder.
Sabah beşte, eşine çay koyar, peynir ve ekmekle kahvaltı hazırlar,..
Kardeşi ve kayın biladerlerınin ve yeğenlerim çamaşırlarını yıkar.
İş elbiselerini ve okul kıyafetlerini ütüler. Sökükleri diker.
Çoraplarını yamardı. Sonra da kahvaltı sofralarını kurardı...
Gün boyu, yedi yatılı misafir, beş çocuk toplam da onbeş kişi ve günü birlik diğer misafirler.
Onların ve evin, temizliği, çamaşırı, bulaşığı, ütüsü, çay ve yemek.
Böylece rütün bir hayat sürüp giderdi.
Ama, onlardan ve günlük işlerden kendi çocuklarına vakit ayıramazdı.
Günler böyle gelip geçerdi.
Gömlü bol, dert babası Yüksel baba...
Mecburiyet karşısında, ikinci bir işte çalışmak zorunda kalır.
Kendine bir gece işi bulur, gecesini gündüzüne katar çalışır...
Yemez, içmez, habire çalışır.
Ne yatılı misafirlerin...
Nede etrafındaki akrabası olan, eşin ve dostun!
Ama kimsenin umurunda değildi...
Hıc kimseden hiçbir maddi yardım almaksızın ve dişinden tırnağının arttırarak
Kimini okuttu okuyabildiği kadar.
Diğerlerini iş ve meslek sahibi etti.
Bir kısmını evlenmelerinde, evlenip yuva kurmaları da yardım etti.
Hatta onlar için arsa alip gece kondu yaptırdı. İşinden arta kalan zamanların da gecekondu Inşaatların da bir amale gibi gece gündüz çalıştı. İşten asla kaçmazdı. Yaşlı yada küçük.
Kadın yada erkek. Onun için fark etmezdi.
Bir yakını yada tanıdiğı yorgunluktan yürüyemediğini yada yükünü taşıyamadığinigörsün.
Hiç dereddüt etmeden, hemen yanına gider. Koluna girer. Rahat yürümesi için destek olur.
Elindeki yada sırtında ki, yükü varsa alır.
Gocunmaz taşır.
Sağlığını, sıhatını sorar. Ona moral verirdi.
Bir başkası, olur ya.
Ama sağlık olarak.
Yada ekonomik olarak, tökezlediğinde, onu ayağa kaldırmak ona destek olmak için maddi manevi elini uzatır.
Inkanlari dahilinde yardımcı olurdu.
Özellikle, biri hasta olunca ilk ziyarete koşan yine o olurdu. Insanlar, onun sessiz ama sürekli varlığına alışmıştı.
Bilirlerdiki, eğer biri zor duruma düşerse,
onun yardıma koşacağını bilirlerdi.
Yine üstesinden gelemiyecekleri yada yarım kalmış işleri varsa,
onun tamamlayacağını...
Bir yakını ölse onun ailesine, çocuğuna, eşine yardım edeceğini bilirlerdi....
Ama, hiç kimse kimse ona sormazdı:
“Sen, iyi misin?
"Yoruldun mu?”
"Yemek yedin mi?"
:Karnın tok mu?"
Ömrü boyunca, sadece kendi işini değil,
başkalarının işini de yaptı.
Dinlenmek nedir? Bilmedi, unuttu.
Hastalandı, yeme içmeden kesildi.vitaminsiz kaldı,.
Zayıfladı, güçsüzleşti. Böbrekleri iflas etti. Onu yatağa düşürdü
Haftanın üçgünu diyaliz makinasina mahkum etti.
O, durumuna isyan etmedi.
"Herşey Allahtan dedi!."
Ama kendine hep şunu söyledi:
“Biraz daha dayanırsam,
herkese yine yardım edebilirim!
Her sabah el açıp dua eder...
"Allah im!
Iyileşeyım, sağlığım, sihatim yerine gelsin!"
"Yine insanlara yardım edeyim!"
"Onların bana ihtiyacı var!"
"İnşallah!
İyileşir yine eskisi gibi insanlara yardım ederim!" diye kendi kendini teselli eder...
"Hele, bir iyişeyim şey daha iyi olacak!" Onun için önemli olan sevdiklerinin daha az yorulması Idi.”
Ta ki bir gün…
Bacakları yorgunluktan titreyene dek!
Artık hızlı yürüyemedi.
Kalbi terledi, böbrekleri tamamen iflas etti.
Bütün hareketlerine engel oldu.
Göksü ağrıyordu. Artık, enerjisi yok olmuş,
Dermanı kalmamıştı.
Eskiden canlı olan bakışları, derin bir yorgunlukla bulanıklaştı. Hareketleri ağırlaştı. Ama o, yine kendi sıkıntısını ve hastalığını bırakıp yine insanlara yardım etmek için.
Kendi sağlığını hiçe sayıyor, çoğu zaman tehlikeye atıyor.
Çevresine yardım etmek için can atıyordu. Yine,
Bir yakının birgün sıkıntılı olduğunu yardıma ihtiyacı olduğunu duydu. Son gücünü toplayıp hasta haliyle yardıma gitti.
Bir diğeri ziyaretine daha geldi, yardıma ihtiyacı öldüğünü söyledi. Duramadı, dişlerini sıktı, güçlükle yerinden kalktı.
Eşi ve çocukları
"Olmaz! Sen hastasın!"
"Üstelik, güçsüz ve dermansızsın!"Otur, nolur iyice hasta olursun!"
Deselerde o, dinlemez.
O, benden yardım istedi!
Onu geri çeviremem Yine inat etti.
Hasta yatağından kalktı ve yola koyuldu. Güç bela yaptı.
Yaptı ama, halsiz düştü, hastalığı nüksetti.
Yakınından bir başkası güya hasta ziyaretine gelmişti.
Onun hastaliğindan çok kendi derdi ve sıkıntılarını konuştu. yaklaştı:
“Tek sen bana yardım edersin! Ben bu aralar çok sıkıştım!
Paraya ihtiyacım var.
Ancak sen bana para buluyorsun!
Bana yardım et!” dedi.
Biraz düşündü.
Ve “hayır” diyemedi.
Ne yaptı etti, çocuklarından aldı verdi.
Ve dokuz yılın sonun da iyice halsizleşti.
İlaçlar ve tedaviler artik etki etmiyordu.
Herkesin beklemediği oldu.
Biriken yüklerin ağırlığı altında
bacakları çöktü.
Yere yığıldı.
Yakını olan insanlar, artık kıpırdamadığını fark etmedi bile.
Eşi ile vedalaştı ruhunu teslim etti. Oldü..
Ilk
Başta yokluğunu kimse dert etmedi.
“Gatat devam ediyor,” dediler.
Ama günler, aylar geçti.
İşler aksadı.
Dert ve sıkıntılar için onun gibi koşuşturan olmadı.
Omuz veren kimse kalmadı.
Dertler ve sıkıntılar çökmüş halde kaldı.
Yavaş yavaş insanlar anladı:
Onun yaptıkları, sandıklarından çok daha fazla olduğunu.
O zaman
Onu aradılar, ama bulamadılar.
Ve bir gün, yaşlı bir yakını o,yaşarken umursamayan, ukala biri bir bayram ziyaretinde içini çekerek, oradakilere şöyle dedi:
“yüksel ağabey gitti. Çünkü onun sırtladiklarını biz, ancak yere yıkıldıgimiz da şimdi, fark ediyoruz.”
“Peki neden?
O, kadar işi için de bize kendi derdi ve sıkıntılarını hiç söylemedi?!” diye haykırdı.
Hıçkıra hıçkıra ağladı...
Oradakilerin günah çıkarılmasına bağırdı.
“Hiç biriminiz ona nasıl olduğunu hiç sormadık!” diye haykırdı. yaşlı yakını.
Birden, ortama sessizlik çöktü.
Anladılar ki…
Hataliýdilar..
Onun yardımını hep doğal görmüşlerdi.
Hep o, yanlarındadaydı.
Onlara, hep destek veren, hep tamir eden.
Ama sıra ona geldiğinde…
Kimse, onu, ömrü boyu, görmemiş ve umursamamıstı
Sanki o, bu Dünyaya onlar için hizmet etmek için gelmişti.
Sanki, onun bu davranışı aslı görevi idi.
❗ Verilecek ders:
Her toplumda, bazıları Yüksel Baba gibi, diğerlerinden daha çok yük taşır.
Çevresine ve sevdiklerine hep
Yardım ederler, destek olurlar.
Kendilerine vazife ediniirler. kendilerinden verirler.
Tükenmiş olsalar da “evet” demeye devam ederler.
"Hayır!"
"Olmaz!"
"Yok"! demezler diyemezler..
Hep çevresindekileri hayatını kolaylaştırırlar…
Ama kimse onların ne halde olduğunu sormaz.
Tıpkı, Yüksel Babadağ olduğu gibi..
Ve bir gün, güçleri tükendiğinde ve çekildiklerinde,..
Yok olup öldüklerinde...
işte o zaman kıymetleri anlaşılır.
Ama…
O zaman, son pişmanlıklar ve vicdan sorgulamaları onları affetmez..
❗ Eğer hayatınızda Yüksel Babaya benzeyen biri varsa,
onun yere düşmesini beklemeyin.
Bugün sorun ona:
“İyi misin?
Sana nasıl yardımcı olabilirim?”
Çünkü bazen sadece bir kelime…
Her şeyi değiştirebilir...
Dinçer Dayı
5.0
100% (1)