0
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
180
Okunma
Terinos, o sabah kendini tuhaf hissetmişti.
Tontonitos’a dönüp “Bana mı öyle geliyor, yoksa martılar iki kere mi dönüyor gökte?” dedi.
Başındaki kasket yana kaydı, bir adım attı, ikinciyi tamamlayamadan bahçeye yığıldı.
Yerde yatarken gökyüzünde yıldızlar parladı.
Oysa saat sabahın onuydu.
Bir şimşek çaktı zihninde,
“Bu... kan şekeri mi yoksa kaderin bir oyunu mu?” diye geçirdi içinden.
Ambulans geldi.
Keliternos mutfağı olduğu gibi bıraktı,
salatanın üstünde limon yarım kalmıştı.
Terinos’u hastaneye kaldırdılar.
Doktor başını salladı:
“Dört yüz. Şeker dört yüz.”
Keliternos’un yüreği dört yerinden çatladı.
O sırada Kos Adası’nda Timenos bir hasta dosyası inceliyordu.
Telefon çaldı, ekranda annesinin adı: “Keliternos arıyor...”
Haberi alır almaz yola çıktı.
Bir gemi, bir dolmuş, bir taksi.
Saatler sonra babasının başucundaydı.
Terinos hafifçe doğruldu, gözleri bulanık:
“Oğlum... sen yıldızları gördün mü?”
Timenos şaşkın: “Ne yıldızı baba?”
“Gündüz vakti... sabah sabah, bütün gök... gümüşten yıldız doluydu. Ben gördüm.”
Epiktotes de geldi.
Elinde bir termos:
“Çorba getirdim... ama fiyatlar uçtu Terinos, söyleyeyim şimdiden.”
Gülümsediler hep birlikte.
Keliternos o günden sonra bütün mutfağı değiştirdi.
Zeytinyağlılar, haşlamalar, tuzsuz ekşi mayalı ekmekler…
Kekik suyunu bile kaldırdı rafa.
“Bundan sonra her lokma hesaplı, her öğün vefalı olacak,” dedi.
Terinos ise bir gece,
Pencereden yıldızlara bakarken
fısıldadı kendi kendine:
“Şeker tatlıdır, yıldızlar daha tatlı.
Yine de...
bir daha görmek istemem onları gündüz vakti hatırımda saklı.”
5.0
100% (3)