1
Yorum
18
Beğeni
5,0
Puan
282
Okunma

Aşkın bir hâl olmadığını, bir sonsuzluk olduğunu fark ettiğiniz yerde başlar bu şiir…
Gör ki aşk neydi: bir kapının tokmağında yankılanan bin yıllık sır, bir ruhun kendine dönen ışığı…
Aşk neydi?
Devrin mahzeninde saklı,
Ahşap ve oymalı kapısını arayan o nazlı el…
O, bir dizi sırlar yumağı...
Her sesi, kâinatın ömrünü çözer,
Her tıkırtısı, hüznün ve sevincin ortak dilini konuşur.
Her aralandığında devran değişir.
Renkler başka bir şehvete,
Başka bir ırmağın akışına bürünür.
Rüzgârın her kıvrımı, başka bir hâle taşınır...
Ve güneş...
Orada sararıp solmaz.
Bin bir nura eşlik eder ışığın gül yüzünden...
O vakit:
"Ölüm kalır, ben de giderim yeryüzünden..."
Orada,
Tüm sırların içinde kendi suretini bulursun.
Ruh anlamsızlaşır, beden bulanıklaşır.
Saniye olur sonsuzluk, an olur kıyamet...
Orada ne sen kalırsın,
Ne benden bir eser…
Sadece ışığın dili konuşur.
Şifalı bir ezgi durmadan dolanır durur.
Bilir misin?
Ruh nerede tanır ki ruhun ışığını?
O eski zamanın tozlu defterlerinde,
Bir sesin titremesinde,
İnsanlık öncesi çağların sessizliğinde,
Yahut ezelden beri kalbinde atan o iç sesinde...
O noktada,
Ne kılığın önemlidir artık,
Ne de rengin…
Sadece o ışık kalır;
Kendinden kopan ama hasretle geri dönen parçanı tanır...
Ve işte ben de tanırım parçamı.
Kanatlarım çıkar, sarmalar semaları.
Göçerim âlemler arasında,
Konmam hiçbir vakit yere...
Beni ben yapan ışığın her zerresini,
Sığdırır kollarıma kâinat...
O uçuşta kendi özümü keşfederim;
Kendime galip gelir,
Kendime boyun eğerim.
Ve ölüm,
Bilmeyene kâinatın en ağır misafiridir.
Lakin bilirim ki,
Aşk, ölümden daha büyük bir hâldir.
Ölüm bana ne etsin ki?
Ben, aşkın esiriyim.
Her an dirilişi doğuran,
Her an yokluğa meydan okuyan ışıkla ölümsüzlüğe doğru büyürüm.
Sinemde taşıdığım ateştir beni ben yapan.
Bir sufi gibi,
Kimseye göstermeden,
Uçuşan bir alev gibi…
Kimse anlamaz,
Ben bilir, ben yaşarım.
Bir tek ışık tanır beni gülüşümden.
Ve o vakit:
"Ölüm kalır, ben giderim yeryüzünden..."
5.0
100% (9)