1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1533
Okunma

Uzun bir yoldu bu nihayete eren, yorucu
Tabanlarımı dolduran kanlı terle
Şakaklarımdaki aklardan sızan
Yüzümü vurduğum taşlar arasından
Kalın kitaplardan uzağa dökülen kelimelerle
Uzun bir yoldu bu nihayete eren, yorucu…
Siyanür kokarken hava, akşamın kızıl kıskacında
Her serencamın sonu birazda aynı galiba
Tarumar edilmiş gül bahçeleri, kırık kanatlar
Karabasanların çökmesi ruhun orta yerine
Dörtnala giderken sebepsiz yorulan atlar
Siyanür kokarken hava, akşamın kızıl kıskacında…
Yakan acı bir sızı var şimdi içime saplanan
Dilimde dolanan kekremsi tada karışıp
Kör bir kuyuda beynimde yankılanan
Ansızın yok olan bir gölgenin sesidir şimdi
Hüzünlü bir veda havası gibi beni karşılayan
Yakan acı bir sızı var şimdi içime saplanan
Atalarımdan gördüğüm; ağlamam mezar başında
Elimden tutan asırlık sırlı sözlere inanırım
Uzak şehirlerin kadim türküleri beni oyalarken
Omzumun üstünden, doğan güneşe bakarım
En onmaz yaralarımı kendi elimle sararken
Atalarımdan gördüğüm; ağlamam mezar başında
Gelmem artık, gelemem bu mezar başına
Gülemem değil başka bir ırmağın kenarında
Yakarak gemileri, gidilecek yöne bakarak
Sözlerimi yadigâr bırakarak parmaklarının arasına
Aşkın ve simurgların olduğu topraklara dönüyorum
Gelmem artık, gelemem bu mezar başına
Uzun bir yoldu bu nihayete eren, yorucu
Siyanür kokarken hava, akşamın kızıl kıskacında
Yakan acı bir sızı var şimdi içime saplanan
Atalarımdan gördüğüm; ağlamam mezar başında
Gelmem artık, gelemem bu mezar başına
Uzun bir yoldu bu nihayete eren, yorucu…
Ahmet Selim GÜL