Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
MustafaCeylan
MustafaCeylan

GÜLCE AKIMI-BULUŞMA

Yorum

GÜLCE AKIMI-BULUŞMA

5

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

1942

Okunma

GÜLCE AKIMI-BULUŞMA

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI


Nazım Türü: BULUŞMA



ADINI MİRAS BIRAK

Güneş bakışlı çocuk, emerken ışıkları
Neyi beklersin neyi,sisler içinde başın?
Düşleme gerçekleri, düşleri gerçekleştir
Unutma ki yiğidim, tarihle eşit yaşın...
...Senindi, Sinan Sinan, kubbe kubbe her sanat,
...Ve senindi Viyana önünde eşinen at...
................Doğrul be yiğidim,
...................Düştüğün yerden kalk!
....................Namın okunsun destan destan her yerde
....................Bas mührünü ilimle, irfan ile, nursuz çağın yüzüne...
.....................Adını miras bırak.

Unutulmaz şafaklar ışıltıyla göz kırpar
Alın terin damlasın,zaman denen ocağa.
Soluğu kesen sancı hafızamda kımıldar
Yad yaban ıslıkları koyma sakın dudağa...
...Senindi Karacoğlan,Veyselle Dadaloğlu
...Ve senindi unutma,dünyada akan her su...
..................Itri senin, Yunus’ta, Mevlâna’da
...................Sar sarmala Anadolu’yu bir uçtan bir uca yüreğinle
.....................Kucak aç yarınlara bayrak bayrak
......................Davran haydi yiğidim!
........................Adını miras bırak.

Sakarya kıyısında bekler Mustafa Kemal
Ayağa kaldırasın Sakarya’yı diyerek.
Asımın neslindensin, yediğin her şey helal
Girmesin bağrımıza,yılan, çiyan, engerek..
....Ve senindi düşmanı denize döken ordu
....Geçen son elli yılda söyle sana ne oldu?
....................Kan dökerek aldığın bu güzelim toprağı
.....................Parselleyip satarsın yabancıya.
......................Dünkü uşak efendi,dünkü uyuz hükümdar
........................Eşkiyanın meskeni olmuş yüce dağlar.
..........................Ayyıldızım hüzünlü aç gözünü iyi bak
............................Davran haydi yiğidim
.............................Adını miras bırak.

Güneş bakışlı çocuk,sormaz mı dedesini?
İzini aramaz mı kültür, bilim, teknikte?
Melil mahzun bırakma,çocuğun nefesini
Boğ şu karanlıkları,yaşasın esenlikte...
...Senindi Akşemsettin,Uluğbey, Piri Reis
...Ve senindi haritalar,senindi kavis kavis...
...................Bittiğinde ırmakların kaynağı
.....................Kesilir bilirsin denize akan kolları.
......................Kaynağını kurutma, dön, kendine dön!
........................Düştüğün yerden doğrul,kalk!
.........................Güneş bakışlı çocuklara
..........................Adını miras bırak. [/solayasla]

Mustafa CEYLAN



NOT:

BULUŞMA

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI



NAZIM TÜRÜ :BULUŞMA


1-HECE-SERBEST Tartışma ve kavgalarına son veren bir nazım türüdür.
2-Hece vezni ile serbesti, bir şiir bünyesinde buluşturmaktadır.
3-Oluşumu şöyledir :

--------------
--------------
--------------
-------------- ( Dörtlük: hece vezniyle yazılmış
...................................
................................................
..............................
............
......................(Serbest mısralar-mısra sayısı şairin isteğine bağlıdır.

Yani;

-(Hece vezniyle yazılmış dörtlük
-(Serbest mısralar

VEYA BUNUN TERSİ DE OLABİLİR

-(Serbest mısralar
-(Hece veniyle yazılmış dörtlük

4-Hece vezniyle yazılmış dörtlük’ ün kafiye yapısı, hece sayısı, kalıbı tamamen şairin isteğine bağlıdır. Şair dilerse Hece ile yazılacak bölümü dörtlük değil, beşlik, altılık mısralardan veya değişik hece türleri ile de oluşturabilir. Yeter ki, hece-serbest buluşmasını gerçekleştirsin. Adı gibi BULUŞMA olsun.

5-Şiirin uzunluk,kısalık durumları tamamen şairin isteğine bağlıdır.


Saygılarımla.

Mustafa CEYLAN

Paylaş:
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiiri Değerlendirin
 
Gülce akımı-buluşma Şiirine Yorum Yap
Okuduğunuz Gülce akımı-buluşma şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
GÜLCE AKIMI-BULUŞMA şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
melih_c
melih_c, @melih-c
7.10.2008 12:41:53
bilgiler için emek için aydınlatma için çok çok teşekkkür ederim.

saygılarımla.

cemilmelih.
MustafaCeylan
MustafaCeylan, @mustafaceylan
7.10.2008 08:47:22
-------GÜLCE EDEBİYAT AKIMI-Nazım Türleri-ÖZET BİLGİ(1 )------

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRLERİ
ÖZET BİLGİ
*******************************




1- NAZIM TÜRÜ:BULUŞMA
*********************************

1-HECE-SERBEST Tartışma ve kavgalarına son veren bir nazım türüdür.
2-Hece vezni ile serbesti, bir şiir bünyesinde buluşturmaktadır.
3-Oluşumu şöyledir:

............................
............................
...........................
............................ (Dörtlük: hece vezniyle yazılmış
...................................
................................................
..............................
............
......................(Serbest mısralar-mısra sayısı şairin isteğine bağlıdır.

Yani;

-(Hece vezniyle yazılmış dörtlük
-(Serbest mısralar

VEYA BUNUN TERSİ DE OLABİLİR

-(Serbest mısralar
-(Hece vezniyle yazılmış dörtlük

4-Hece vezniyle yazılmış dörtlük' ün kafiye yapısı, hece sayısı, kalıbı tamamen şairin isteğine bağlıdır. Şair dilerse Hece ile yazılacak bölümü dörtlük değil, beşlik, altılık mısralardan veya değişik hece türleri ile de oluşturabilir. Yeter ki, hece-serbest buluşmasını gerçekleştirsin. Adı gibi BULUŞMA olsun.

5-Şiirin uzunluk,kısalık durumları tamamen şairin isteğine bağlıdır.


*******************************************************************************************************************************************************
2- NAZIM TÜRÜ:ÇAPRAZLAMA
**************************************


1-Hece şiirimizde kafiyenin yönlendirici, çoğu kere kısıtlayıcı etkisinin azaltılmasını amaçlayan bir nazım türüdür. Kafiyelerin bir dörtlük içinde ÇAPRAZLAMA olarak yerleştirilmesi ile meydana gelen bir nazım türüdür.

2-Kafiye dizilişi şöyledir.

a-................................ (mısranın başında
....................................-b (mısranın sonunda
....................................-a (mısranın sonunda
b-.................................(mısranın başında

x

.....................................-c (mısranın sonunda
d-.....................................(mısranın başında
c-..................................... (mısranın başında
........................................-d (mısranın sonunda

Diğer kıtalar bunların(bu iki kıtanın tekrarı şeklindedir.

3-Şiir tarihimizde çok önceleri kafiye mısra başında idi, sonra mısra ortasına alındı; İslâmiyet'i kabulümüzden sonra mısra sonlarına alınmıştır. Şairin, kafiye kıskacında sığ - verimsiz duruma düşmemesi için çaprazlama olarak kafiyeler yerleştirilmiştir. Yukarıdaki kafiye dizilişinin dışında, kafiyeler, değişik şekilde de çapraz olarak yerleştirilebilir ler, bu, tamamen şairin isteğine kalmıştır.

4-Genellikle 7+7=14 Heceli-kalıplı şiirlerde kullanılırsa da, 6+5=11 dahil diğer ölçü-kalıplarda da kullanılarak veya beşlik, altılık mısralardan oluşan şiirlerde de gene 'çaprazına yerleştirilmiş' kafiyelerle değişik ÇAPRAZLAMA örnekleri verilebilir, şiirler yazılabilir. Önemli olan kafiye kıskacından şairin ve şiirin kurtarılarak, yeni nefes alanı ve şekli ortaya konulmasıdır.

*******************************************************************************************************************************************************

3-NAZIM TÜRÜ: TRİYOLEMSİ
***********************************


1-Batı Edebiyatı nazım türlerinden olan 'Triyole' nin değişik bir versiyonudur.
2-Mısra yapısı şu şekildedir

..............................................................(1-a
..............................................................(2-b

..............................................................c
..............................................................c
..............................................................c
..............................................................(1-a -Mısra aynen

...............................................................d
...............................................................d
...............................................................d
...............................................................(2-b mısra aynen

3-Burada a-b-c-d kafiyeleri göstermektedir.(1 ve 2 de mısranın baştan sona tamamını göstermektedir.
Yani ilk mısra hiç bir değişikliğe tabi tutulmadan, BİRİNCİ MISRA BİRİNCİ DÖRTLÜĞÜN DÖRDÜNCÜ MISRASI olmakta;
İKİNCİ MISRA DA İKİNCİ DÖRTLÜĞÜN GENE DÖRDÜNCÜ MISRASI OLMAKTADIR.

4-Genellikle 8+8=16 hece ölçüsü ile yazılırsa da, bu mısra yapısına bağlı kalmak kaydıyla, şair dilerse 7+7=14, 6+5=11 veya başka ölçü ve kalıplarda da değişik 'Triyolemsi'ler yazabilir. Önemli olan ilk-BEYİT'-teki iki mısranın aşağıdaki dörtlüklerde aldığı yerdir.

5-Şair dilerese, ilk BEYİT'in mısralarını da kendi arasında kafiyeli yapabilir.

*******************************************************************************************************************************************************
4-NAZIM TÜRÜ: ÜÇGEN
*****************************


1-Şekil itibariyle ÜÇGEN'e benzediğinden bu ismi almıştır. Azdan çoğa, çoktan aza doğru hecelerden oluşan mısra yapısı vardır. Hece veznimizde yeni bir nazım çeşididir.

2-Mısralardaki hece sayısı çok önemlidir. Mısra kaç hecelikse, hece sayısını ihtiva eden satırda yerini almaktadır.

.1
..2
...3
....4
.....5
......6
.......7

veya bunun tersi olan;

.......7
......6
.....5
....4
...3
..2
.1

Hecelerden oluşan başlı başına bir kalıptır.

3-Şair dilerse, çok değişik şekiller ve dizilişlerde de ÜÇGEN türü şiir yazabilir. Önemli olan, hece sayısının artış ve eksilişindeki sıra sayısıdır. İstenilen hece sayısı ile başlanılıp, istenilen hece sayısına kadar üçgen uzatılabilir-kısaltılabilir, iki ya da üç, dört üçgen taban tabana, ters veya değişik şekillerde de bir araya getirilebilir.

4-Kafiye oluşumunda şair tamamen özgürdür. Dilediği şekilde kafiye dokusunu oluşturabilir.

*******************************************************************************************************************************************************
5-NAZIM TÜRÜ: DÖNENCE
********************************


1-Cinaslı kafiyelerin çaprazlama ve dönerli olarak yerleştirilmesinden meydana gelen bir hece nazım türüdür.

2-'Çaprazlama' nazım türümüzün cinaslı kafiyelerle değişik bir versiyonudur.

CİNASLI KAFİYELER'in mısralardaki konumları şöyledir:

a-...........................b(*
.............................-a
.............................-c
c-...........................b(*

*

d-..........................e(**
............................-d
.............................-f
f-...........................e(**


3-b(* ve e(** kafiyeleri istenirse cinaslı olmayabilir. Bunlar mısranın sonundaki kafiyelerdir.
Diğerleri (a,c,d,f cinaslı kafiyelerdir ve çaprazlama olarak yerleştirilmişlerdir.

4-Genellikle 7+7=14 hece ölçü-kalıbıyla yazılır, ancak, şair isterse hecenin çeşitli kalıp-ölçülerinde de değişik eserler meydana getirebilir.

*******************************************************************************************************************************************************
6-NAZIM TÜRÜ: TOKMAK
*******************************


1-Şairin kendisi veya yakınlarını-dostlarını hicvedeceği bir nazım çeşididir.

2-Hece vezninin çok değişik ölçü-kalıpları bir şiirin bünyesinde toplanmıştır. Batı edebiyatının 'sone' si ile bizim Halk edebiyatımızın 'koşma' sının bir araya getirilmesi gibidir.
İstenirse her kuplenin son mısraı tamamen bağımsız olabilir.

3-Hece-ölçü ve kalıpları büyükten küçüğe vaya küçükten büyüğe doğru da dizilebilr ve çok değişik şekillerde TOKMAK türü şiirler yazılabilir.

4-Dörtlüklerdeki kafiye yapısı şairin isteğine bağlıdır.

5-Örnek bir TOKMAK NAZIM TÜRÜ'NÜN ŞEMASI ŞÖYLEDİR.(Şair dilerse bunun tersini, değişik ölçü ve kafiyelerle de yapabilir. Önemli olan, hece-ölçü- kalıplarının artan ve azalan dizilişlerinin, sıralanışının bozulmaması; daha önemlisi, geleneksel şiirimizde tek bir ölçü-kalıpla başlayıp şiir bitimine kadar devam eden sistem, burada, çeşitli ölçü ve kalıplar bir araya getirilerek oluşturulmuş olmasıdır.

-(4+4+5=13 Hece -a
-(4+4+5=13 Hece -b
-(4+4+5=13 Hece -a
-(4+4+5=13 Hece -b

-(4+4+5=13 Hece -b
-(4+4+5=13 Hece -b
....................................................(4+4+5=13 Hece -b

*

-(6+6=12 Hece -c
-(6+6=12 Hece -d
-(6+6=12 Hece -c
-(6+6=12 Hece -d

-(6+6=12 Hece -e
-(6+6=12 Hece -e
................................................(6+6=12 Hece -e

*

-(6+5=11 Hece -f
-(6+5=11 Hece -g
-(6+5=11 Hece -f
-(6+5=11 hece -g

-(6+5=11 Hece -h
-(6+5=11 Hece -h
............................................(8+5=11 Hece -h

*

-(5+5=10 Hece -ı
-(5+5=10 Hece -k
-(5+5=10 Hece -ı
-(5+5=10 Hece -k

-(5+5=10 Hece -m
-(5+5=10 Hece -m
.......................................(5+5=10 Hece .......m

*
-(4+5=9 Hece -n
-(4+5=9 Hece -o
-(4+5=9 Hece -n
-(4+5=9 Hece -o

-(4+5=9 Hece -p
-(4+5=9 Hece -p
...............................(4+5=9 Hece ........p

*******************************************************************************************************************************************************
7-NAZIM TÜRÜ: AKROSTİK
*********************************

1-Akrostiş şiir tekniğinin yeni bir anlayışla ileriye götürülmesini amaçlar.Akrostişte mısra başlarında verilen İP UCU, AKROSTİK de mısra kelimeleri arasında DÜZGÜN BİR DİZİLİŞLE gizlenmiştir

2-AKROSTİK' de HARF dizini 1-2-3-4... diye gitmektedir.

3-İster hece, ister aruz vezniyle veya serbest yazılsın fark etmiyor. Önemli olan harf dizilişidir. Kafiye yapıp yapmamak ta şairin isteğine kalmış bir durumdur.

İşte Örnek
-
AKROSTİK
-


ŞİİR

(Ş iir gözlerinde ihtilâl olur,
Bakışın (İ çime yazar ismini.
Vuslat yeşilinden (İ zin okunur,
Dumansı gözlerden çektim ®esmini...

Mustafa CEYLAN
*******************************************************************************************************************************************************
8-NAZIM TÜRÜ: SONE'M
******************************


1-Batı edebiyatındaki 'Sone' nin değişik bir versiyonudur. Kuple oluşumu Batı Edebiyatındaki 'sone' ile aynıdır.

2-Hece vazni ile yazılmakta ve hecenin 7+7=14 ölçü-kalıbı kullanılmaktadır.

3-SONE' M'in şekli ve Kafiye şeması şöyledir.

..................a
..................b
..................b
..................a

*
..................c
.................d
.................d
..................c

*
..................e
..................f
..................f
*
.................e
.................g
.................g

*******************************************************************************************************************************************************

9-NAZIM TÜRÜ: GÜLCE
*****************************


1-GÜLCE adını, aynı zamanda edebi akımımıza da vermiş olan bir nazım türüdür.

2-Japon edebiyatının HAİKU adını verdiği nazım türünün bizim edebiyatımızda yeni bir ruhla ele alınışıdır.

3-Hece vezni ile yazılır. Kafiye yapılıp yapılmaması şairin dileğine bırakılmıştır. Önemli olan mısralardaki hece sayısıdır.

4-Birinci mısra=5 HECE ve İkinci mısra=7 HECE olmak kaydıyla, dörtlük tarzında, beşlik, altılık veya başka sayılarda GÜLCE yazılabilir. Önemli olan BİR MISRANIN 5 HECE, ONDAN SONRA GELEN MISRANIN YEDİ HECE OLMASIDIR.

5-GÜLCE'nin şematik yapısı şöyledir:

..........................5 Hece
.................................7 Hece
...........................5 Hece
.................................7 Hece
............................5 Hece
..................................7 Hece

Böylece isteğe bağlı olarak devam edebilir.

*******************************************************************************************************************************************************
10-NAZIM TÜRÜ: SERBEST ZİNCİR
*******************************************

1-Türk Halk Şiirinde 'zincirleme' veya 'zincirbent' adıyla anılan ve bir tür 'koşma' olan şiir türümüzü, özellikle SERBEST ŞİİR' de uygulamak için bu nazım türünü önerdik. Serbest şiirde uygulanış biçimini ayrıca ele alacağımızdan, burada, HECE ŞİİRİMİZDE, uygulanış biçimini izah edelim.

2-'BULUŞMA' veya öteki tür şiirlerimizde, kupleler-kıtalar arasında zincirin kurulmasından, konu akışının seyrine dikkat edilmesinden oluşmaktadır.

3-Genellikle 6+5=11 hece ölçü-kalıbı kullanılırsa da, 7+7=14 veya öteki hece ölçü ve kalıplarını da şair kullanabilir. Önemli olan kıta-kuple-bölümler arasındaki devamlılık-zincirin muhafazasıdır.

4-Ayrıca, 'serbest zincir' imizin öteki uygulamalardan farkı olsun diye de, şiirin ilk-giriş-kısmında ve son -bitiş-kısmında, şairin bir 'nida' ile zinciri sallayacağını, bitiş sırasında da bitirdiğini haykırmasını istemekteyiz. Bu, bir zorunluluk değil, GÜLCE markası için tercihimizdir.

*******************************************************************************************************************************************************


11-NAZIM TÜRÜ: TEKİL
****************************


1-Adından da anlaşılacağı gibi, tek sayılı hece kalıbından oluşan bir nazım türüdür.

2-Dörtlüklerin şematik yapısı şöyleir:

……………….7 Hece
……………….9 Hece
……………….11 Hece
……………….13 Hece’li bir yapıdan OLUŞMAKTA.

6-Kafiye uygulamalarında şair tamamen serbesttir. Dilediği şekil ve çeşit-yer ve konumda kafiye uygulayabilir veya uygulamaz. Önemli olan BİRİNCİ MISRANIN 7, ondan sonra gelen mısraların 9-11 ve 13 hece ile meydana gelmesidir.

3-Dörtlük,beşlik, altılık veya başka şekillerde de uygulama yapılabilir. Sadece 1-3-5-7-9-11-13-15-17-19 vb hece sayı dizilişinin korunmasıdır. Şair dilerse (sırayı şaşırtmadan 5-7-9-11 veya 3-5-7-9 hecelik mısra dizilişleri ya da (9-7-5-3 VEYA (15-13-11-9 VB..başka şekillerde TEKİL HECELERLE şiirin dokusunu örebilir.

*******************************************************************************************************************************************************
12-NAZIM TÜRÜ: YİĞİTCE
*******************************

1-Adından anlaşılacağı gibi yiğitlik-kahramanlık içeren konuları ele alan bir nazım türüdür. Halk şiirimizdeki VARSAĞI'nın yeni versiyonudur.

2-Kafiye yapısı önemlidir.

3-4+4=8 Hece vezni ile yazılır.

Kafiyeler mısranın baş tarafına alınmış olup, şematik olarak şöyledir:

a...............................
b...............................
(Serbest ...................
b..............................
*
c............................d
c............................d
c-............................
b-............................

*
e-............................f
e-............................f
e-.............................
b-.............................

*
g-...........................h
g-...........................h
g-...........................
b-...........................

*
ı-.............................i
ı-.............................i
ı-.............................
b-............................

*
j-..............................k
j-..............................k
j-...............................
b-..............................

*******************************************************************************************************************************************************
13-NAZIM TÜRÜ: GÜLİSTAN
*********************************


1-Aruz ve Hece vezninin bir şiirde bir araya gelerek BULUŞMASI olup, geleneksel DİVAN EDEBİYATIMIZDAKİ GAZEL'in yepyeni bir formatla ele alınıp, yeni bir terkip oluşturulmuştur. Bu yeni gazel türünün adı: GÜLİSTAN'dır.

2-Şematik yapısı hece ile yazılmış HAN DUVARLARI şiirinin ARUZ-HECE BULUŞMASI'nda şekillenmesidir diyebiliriz.
Yapısı şöyledir:

......................................(a Aruzla yazılmış Gazel beyitleri
......................................(b

......................................©
......................................(b

......................................(d
......................................(b

.......................................(e
.......................................(b

.......................................(f
.......................................(b
............................Hece vezinli kıta veya kuple

Saygılarımla.

Mustafa Ceylan

...................DEVAM EDECEK
MustafaCeylan
MustafaCeylan, @mustafaceylan
7.10.2008 08:45:39
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-----GÖRÜŞLER-1-----

ÜÇGEN MASA ve ORHAN VELİ KANIK


(Günlerden bir gün, Ahmet Tufan Şentürk Ankara Hipodromunda girişte bilet satan görevli; Orhan Veli' de her hafta at yarışı oynamaya gelmekte Hipodroma. O tarihe kadar her ikisi de katı-kuralcı ve taviz vermez hececi...

O tarihte olan oluyor işte. Orhan Veli ve arkadaşları YENİ BİR EDEBİ AKIMIN İLK ADIMLARINI ATIYORLAR.

Ahmet Tufan, Orhan Veli'nin bilet almaya geldiğini görünce yapışıyor yakasına.
-'Kaç asırlık şiirimizi niye çarpıttınız? Bu nedir? Şiir böyle mi olur? '
Diyor.
Orhan Veli diyor ki;
-'Ahmet bak, bak! Siz dört bacaklı masada yemek yemeye alışkındınız. Ben sizin önünüze ÜÇGEN BİR MASA KOYDUM şaşırdınız.'

Ahmet Tufan Şentürk, iyice öfkeleniyor;
-'Masan da masa yani. Peki şu 'NASIR' meselesi ne oluyor? '
Orhan Veli diyor ki;
-'Ahmet, siz eve her zaman olduğu gibi kapıdan girip kapıdan çıkıyordunuz, ben size, eve bacadan veya açık pençereden de girileceğini gösterdim. Kızma, sinirlenme. Bu olaya sen de katılacak ve beğeneceksin, hele dene bir.' diyor.

Aradan seneler sonra, Orhan Veli çok genç yaşta hayata gözlerini yumuyor, ama, Ahmet Tufan serbest şiirin önemli imzalarından birisi oluyor.

İşte bunu niye anlattım dersiniz?

Yenilik... Bizler GÜL kokulu bir yenilik sunuyoruz, öyle değil mi dostlar? Gülce adımız zira.

GÜLCE, edebi hareketimizin adı. Adı ama, aynı zamanda da adını verdiği akımın içinde YENİ BİR NAZIM(ŞİİR) TÜRÜ de.

Hani, bizim MANİ ATMA geleneğimiz vardır. Eskişehir yöremizde, sanırım Çerkezler'de görmüştüm. Düğünde erkekler ve kadınlar gruplaşmışlar, karşılıklı MANİ atıyorlardı birbirlerine. Dikkatimi çekti, bir taraf 7 hece ile atarken manisini, karşı taraf 5 hece ile cevap veriyordu. ŞINLAMA deniyordu, bu mani atmaya o yörede.

Japonlar, HAİKU adını verdikleri şiir türünü de, HARAKİRİ yapmadan evvel-kendini öldürmeden önce, 5 yada 7 gün bir odaya kendini hapsettikten sonra, günü dolup dışarı çıktığında son sözünü söylermiş. O söylenen son söz HAİKU işte. ve kabir taşına yazılır o son söylenen söz-haiku...

GÜLCE ile;
HECE şiirimize yeni bir nefes alanı açmaya çalıştık.)(*)
*****************************************************************************************************************

TERCÜME ODASI


'Eski devirlerde yabancı memleketlerden gelen resmi yazıları veya oraya gidecekleri tercüme ile uğraşanlar İslâm olmıyanlardı, o zamanın son devirlerinde bunun hata olduğu anlaşılarak yabancı dil bilir gençlerden mürekkep bir TERCÜME ODASI kurulmuştu.

Bu daire fikir hayatımızda büyük bir tesir icra etmiştir. Reşit Paşa'dan başlıyarak, tanzimattan sonra tarihimizde dikkate değer yer tutmuş olanlardan birçokları bu daireden geçmişlerdir. Ahmet Vefik Paşa, Namık Kemal, Sadullah Paşa, Kâni Paşazade Rifat, Mir'at Gazetesi sahibi Refik, Münif paşa, Macit paşa, Ethem Pertev Paşa gibi, o devrin fikir ve idare hayatına karışmış olanların ekserisi ayni zamanda o dairede memur olarak bulunmuşlardır.

Tercüme Odası o zaman büyük bir ehemmiyet kazanmış ve o devrin adamlarından birinin dediği gibi '...siyasi fikir bakımından da zamanın vükelâsına muhalif efkârda bulunan ve bir nevi muhalefet fırkası addolunabilecek bir heyet' mahiyetini almıştır. 'Filân ibare Tercüme Odasının icadıdır' veya 'Filân hususta Tercüme Odası gene pek muteriz', 'Filân tabiri Tercüme Odası kabul etmiş' gibi sözler vükelâ ve zamanın diğer büyükleri arasında dönüp dolaşmıştır.

Kemal, Tasviri Efkâr'a yazı yazmaya başladığı zaman Tercüme Odasına devam ediyordu. Binaenaleyh bu dairenin yalnız konuşmalarda bahis mevzuu olan fikir ve kararları gazete sahifelerine de aksetmeye başlamış oldu.

'-....EDEBİYAT âleminde henüz bir hareket yoktu, hattâ bu devirde edebiyat HENÜZ BUGÜN KAULLANDIĞIMIZ MANAYI DAHİ ALMAMIŞTI; bu maksat, ŞİİR VE İNŞA kelimeleriyle ifade olunuyordu. Edebiyat an'anesinde MÜHİM BİR DEĞİŞİKLİK YOKTU; ŞAİRLER HAYATLARINI, FİKİR VE EDALARINI meşkettikleri ESKİLERİN TARZLARINDA geçiriyorlardı. Onlar gibi her akşam bir meclis kuruyorlar, sohbetler ediyorlar, FUZULİ, BAKİ, NEF'İ, NAİLİ gibi eski üstadların yollarında eserler vücuda getiriyorlardı. ' (Son Asır Türk Edebiyat Tarihi-Mustafa Nihat Özön-Milli Eğ. Yyın-1945-Syf:8)

Evet;
Türk Edebiyat Tarihimizde İLK YENİLEŞME HAREKETLERİ, 'Tercüme Odası' yla başladı. İlk ateş, ilk ışık o odada yakıldı. Zira, görev yapanların BATI metinlerini tercüme edişleri sırasında rastladıkları EDEBİ TÜR ve ŞEKİLLER, yüreklerinde edebiyat-şiir tutkusu bulunan insanları heyecanlandırdı. Sarıldılar kalemlere. Tercüme ettiler. Yeni söylem ve şekiller geliştirdiler. Resmi-devlet yazışmalarından tutunda, şiire, tiyatroya, öyküye, masala varıncaya kadar EDEBİYATIMIZDA YENİLİK HAREKETİ başlamış oldu.

Saygıdeğer Dostlarım;
Bugün bizler TERCÜME ODASI'ndakilerden çok daha büyük imkânlara sahibiz. İNTERNET'in hızı ve sunduğu imkânlarla dünyayı kucaklayabiliriz.
Öyle değil mi? (*)

*****************************************************************************************************************
NEYZEN TEVFİK ve AŞK

Derler ki;
Gün olmuş, nasıl olmuşsa olmuş, Neyzen Tevfik, İstanbul gençlerinin arasına düşmüş.Gençler bir halka teşkil eder şekilde oturmuşlar ve birbirleriyle şakalaşmaktalar.
Maksatları Neyzen'i konuşturmak ve bu ünlü şairin başından geçmiş aşk öyküsü varsa onu öğrenmek.
Halkanın en başındaki delikanlı:
-'Arkadaşlar, bugün herkes başından geçen bir aşk öyküsünü anlatacak. Hiç saklamak ve saklanmak yok.Bugün itiraf günüdür. Ona göre! Şimdi ilk olarak ben anlatıyorum, hem de ilk aşk öykümü. Sırayla anlatacağız! Tamam mı? '
Demiş.
Başlamış, başından geçen ilk aşkı anlatmaya...
Sonra, sıra ile diğer gençler de başlarından geçen aşk öykülerini anlatmaya başlamışlar. On-onbeş genç öyküsünü anlatmış.
Sıra Neyzen'e gelmiş.
Herkes pürdikkat tabii...
Neyzen, halkada bulunan gençleri şöyle bir süzdükten sonra;
-'Geçmedi! ' demiş.
Bunun üzerine, halkanın başında konuyu açan genç;
-'Herkes başından geçen aşk öyküsünü anlatacak, ona göre! '
Demiş.
Neyzen tekrarlamış:
-'Geçmedi! '
Halkadan öyküsünü anlatan bir genç;
-'Geçmedi ha? ! Hem adın Neyzen olacak, hem de bu yaşta olacaksın, başından bir aşk öyküsü geçmiyecek. Amca, bırak allasen! Hele anlat! Kimbilir, bu yaşa gelinceye kadar senin başından kaç aşk öyküsü geçmiştir. Anlat da dinleyelim! '
Neyzen;
-'Evlâdım size geçmedi dedim. Anlamadınız galiba. Geçmedi. Geçmedi işte! '
Bir başka delikanlı;
-'Nasıl geçmedi? Nasıl geçmez? '
Diye seslenmiş.
Neyzen;
-'Evlâtlarım anlattıklarınıza göre sizlerin başından gelip geçmiş. Hem de bir kaç tane birden öyle değil mi? '
Halkada ki gençin biri;
-'OOO Neyzen amca,mesela benden, dur bakiimm, galiba 5 tane geçti'
Bir başkası;
-'Benden 8 tane aşk geçti.'
Deyince Neyzen;
-'Evet, sizlerin başından gelip geçmiş. Hem de çok sayıda. Ama, benim başıma bir girdi, pir girdi, BUNCA YIL GEÇTİ DE O AŞK GEÇMEDİ, yaktı, yıktı, kül eyledi de Neyzen'ini, geçmedi işte! '
Devam etmiş;
-'Aşk, sonsuzluktur. Aşk erimek, yok oluştur. Aşk yanmaktır. Ney olup inlemektir! Ney'in inleyişi hep aşktandır gençler.'

***

Evet Saygıdeğer Dostlarım;
(...ŞİİRE OLAN AŞKIMIZ 43 YILDIR DEVAM ETMEKTE, SON NEFESE KADAR DA DEVAM EDECEK İNŞALLAH...
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI,ŞİİRİ CİDDİYE ALANLARIN-KARA SEVDA-AŞK TUTKUSU İLE ONA BAĞLI OLANLARIN AKIMIDIR...)

Şiir aşkıyla yanan, şiire sevdalı dostlarım;
Hepinize bu Pazar günü Antalya' dan Toros yeşili ve Akdeniz mavisi gönderiyorum... (*)

*****************************************************************************************************************
ANLAŞILIR OLMAK



".....Nesir hakkında Tanzimattan evvelki edebiyatımızda uzun ve esaslı bir fikir mücadelesine rastlamıyoruz, o edebiyatın asıl sıklet merkezini NAZIM(ŞİİR) teşkil ediyordu. Büyük şairlerimizden olsun, diğer bazı meşhur kimselerden olsun nesir yazanlar bu hususta ARAP GRAMER VE SENTAKSININ KAİDELERİNE RİAYET EDİYORLAR ve SAN'AT İTİBARİYLE DE MEŞHUR FARS YAZICILARININ USÜL ve KAİDELERİNİ örnek tutuyorlardı.

Reşit Paşa'nın Avrupa fikir âlemiyle temas etmesinden sonra fikir hayatımızda DEĞİŞİKLİK ve YENİLİK YAPMAK ZARURETİNİ DUYANLAR OLMUŞTUR. BUNLARIN DA İLK HAREKETİ DİL SAHASINDA GÖZÜKTÜ.

Gazetenin herkes tarafından anlaşılması maksat ve meramı, gitgide KİTAPların da herkes tarafından ANLAŞILMASI davasına vardı.

HERKES TARAFINDAN ANLAŞILMAK FİKRİ tabiatiyle Türkçe'nin hakim olması fikrini meydana çıkardı. Böyle olunca da İLK HÜCUM Arapça ve Farsçanın mevkiini tayin etmek yüzünden çıktı. Şinasi'nin yabancı kaide ile yapılmış ÜÇ TERKİP için açtığı MÜNAKAŞA, esas itibariyle bu terkiplerin Türkçe bir cümle içindeki durumu bakımından idi. Bu yabancı kaide ve kelimeler hakkında münakaşalarda ilk kullanılan hücum silahı CAHİLLİK isnadı oluyordu. Bu isnada Namık Kemal 'Barika-i Zafer'i yazmakla mukabele etti, Ziya paşa' da 'Endülüs Tarihi'ni yazmış bulunuyordu. Şinasi'nin ölümünden 15 yıl sonra ileri sürülen böyle bir iddiaya karşılık olarak onun ESKİ İNŞA TARZINDA yazmış olduğu bir MEKTUP delil olarak meydana çıkarıldı. Avrupa fikir hayatından BASİT DE OLSA NAKİLLER YAPANLARA kâfir ve DİNSİZ DAMGALARI kolayca vuruluyordu. Ahmet Mithat, 1876' dan sonra böyle bir iki tehlike atlatmıştır.' (M.N.Özön, a.g.e, syf:15)

******

Evet Saygıdeğer Dostlar;
Her yeni hareket ve oluşuma karşı çıkanlar, onu kötüleyenler, engel olanlar çıkacaktır. Edebiyat tarihimiz, hep KÖKLÜ VE KALICI YENİLERİ YAZMIŞTIR-DESTAN ETMİŞTİR de MOLLA KASIM misal karşı çıkanları pek yazmamıştır.

Mevcuda 'karşı çıkmak' değil yenilik anlayışımız, onu ŞANLI KÖKLERİNDEN ALIP, yeniden YENİ yapıp geleceğe, günümüzün damgasıyla taşımaktır. Yahya Kemal'in (NE HARABİYİM NE HARABATİ/ KÖKÜ MAZİDE OLAN BİR ATİYİM) veciz sözünde şekillenmiş bir edebi hareket...

Anlayışımızda BOZMAK ve DEFORME etmek yoktur. Hatta ESKİ-KÖKLERİMİZE sahip çıkıp, onları yeni şekil, yeni söylem ve bakış açılarıyla GELECEĞE TAŞIMAK VARDIR.

Elbette, köksüz ağaç olmayacağı gibi, kökleri bulunmayan bir edebi hareket de olamaz ve yaşayamaz.

HECE, SERBEST ve ARUZ bizim. Bu bizim olanların içinden, bu mazideki MUHTEŞEM KAYNAĞIMIZDAN yeniden yeniler çıkara çıkara ilerleyeceğiz.

Bu bakımdan, ANLAŞILIR OLMAK, ÖZÜ-SÖZÜ ana dilimiz TÜRKÇE olan bir hareket başlattığımız. Dünyayı ve Dünyada bulunan canlı-cansız bütün varlıkları kucaklayan ve kuşatan bir bakış...(*)

*****************************************************************************************************************
ŞİİRİMİZDE YENİLEŞME HAREKETLERİ İÇİNDE

YAHYA KEMAL BEYATLI ve GÜLCE' de ARUZ


Türk şiiri kendi mecrasında akışını devam ettirirken, şiirde 'kemalât' derecesine ulaşmış bazı kendi sevdalıları tarafından YENİLEŞTİRİLMEYE de çalışılmıştır. Şiir yolculuğumuzda, bizi en çok derinden etkileyenler de bu 'yenileştirmeciler' olmuştur. Bunlardan birisi de YAHYA KEMAL ' dir.

'...Cihan harbi sıralarında, edebiyatımızda hece-aruz kavgaları devam ederken, Yahya kemal'in aruz vezniyle yazılmış bazı parçaları ekseriye mısra mısra, ağızdan ağıza dolaşmaya başladı.Bunlardan bir kısmı, şiirde SADE DİL ve HECE VEZNİ gayesini güden 'Yeni Mecmua' da 'Bulunmuş Sahifeler' başlığı altında neşredildi.

En TEMİZ BİR DİLLE yazılmış olan bu manzumeler, Türkçe'mizin nazmın(şiirin) bünyesi içinde alabileceği MUSİKİ KIYMETİNE itiraz götürmez şekilde misal teşkil ettikleri gibi, şiire en ziyade yakışan tahassüsleri de ihtiva ediyorlardı. Fakat, Fikret'ten Mehmet Akif'ten farklı olarak, en güzel nazmın, hiç bir zaman NESRE EN YAKIN EDA ile yazılan nazım olmayacağına da kaniydi Yahya Kemal... Eserleriyle de bunu ispat etti...

Mümtaz bir zevkin temin ettiği muvazene ile NAZMIN(ŞİİRİN) İÇ ve DIŞ KIYMETLERİNİ aynı kuvvetle ihtiva eden bu manzumeler, YENİ ŞİİR davasını halletmişti. Yalnız, başlarında Ziya Gökalp bulunan HECE taraftarları, Yahya Kemal'in bu güzel eserlerini hece vezniyle yazmayışına müteessirdiler.

Yahya Kemal, nazım(şiir) için VEZNİN ESAS DEĞİL, BİR VASITA olduğuna kani olarak, yazmakta devam etti. Muhtelif şarkıları ve 'Nazar, Deniz, Ses, Açıkdeniz' isimli manzumeleriyle YENİ ŞİİRİN EN GÜZEL ÖRNEKLERİNİ MEYDANA KOYARAK edebiyatımızın son çeyrek asırlık devresine hakim oldu. Bu zamanda, hece vezniyle yazanlar üzerinde bile Yahya Kemal'in sanat telâkkisi müessir olmuştur. Onun muvaffakıyetinde, gerek ŞARK, gerek GARBe ait KUVVETLİ BİR EDEBİ KÜLTÜRle mümtaz bir zevke sahip olmasının büyük tesiri vardır. Şairin sanat hayatında 1937'den sonraki yıllar YENİ BİR HAMLEye zemin tekil eder; bir müddet eser neşretmedikten sonra, 'Rintlerin Ölümü, Düşünce, Deniz Türküsü, Vuslat, Itri, vs. gibi çok kuvvetli manzumelerini vermesi bu son yıllar içindedir.

Yahya Kemal'in sanatında dikkate değer bir cephe de ESKİ ZEVKLE GAZELLER ve ŞARKILAR yazmış olmasıdır. Bazılarınca Divan şiirinin devamı ve taklidi gibi telakki olunan bu eserler HAKİKATTE BUNDAN FARKLI BİR SANAT ZİHNİYETİNİN MAHSULLERİDİR.

O bunlarla bir (neoklasizm) yapmayı düşünmüştü. Bu gazeller şu veya bu Divan şairinin yolunda yürümekten ziyade, bütün ESKİ ŞİİRİN KIYMET OLARAK KALAN TARAFINI ve ZEVKİNİ MEYDANA KOYAN ve bu itibarla(*) ...-ESKİYİ İNKAR ETMEDEN, ONA KARŞI ÇIKMADAN- YENİDEN YENİ ÇIKARABİLECEĞİNİ ORTAYA KOYAN ESERLERDİ.(**)

(*) M.N.ÖZÖN, a.g.e(syf: 96)
(**)Antoloji.com'da ki GÜLCE Grubu Mesajlarından

GÜLCE, Türk şiir tarihindeki yenileşme hareketlerinin hepsini tarafsız bir şekilde sinesine sarmış, onlardan kendisine dersler çıkarmış edebi bir harekettir.

Yahya Kemal Beyatlı'nın, arı-duru ana dilimizi mükemmel bir şekilde ARUZ vezninde kullanmış olması, Gülce'mize ARUZ konusunda ışık olmuş, yol olmuş; Aruz sahasında da YENİ NAZIM TÜRLERİ'ni vesile kılmıştır.

Yahya Kemal'in yanı sıra Mehmet AKİF ERSOY, Neyzen TEVFİK, İbrahim Alaattin GÖVSA, Mehmet ÇINARLI gibi aruz ustalarının gayret ve çabaları da; bugüne kadar özellikle genç şairlerimiz için ZOR ve ANLAŞILMASI-UYGULANMASI GÜÇ OLAN ARUZ'u -GÜLCE ARUZ ile korkulu rüya olmaktan çıkarmıştır.

Pek yakında GÜLCE ARUZ açıklamalarımız ile, gençlerimiz Aruz ileşiir yazmanın ne kadar kolay olduğunu görecekler ve aruz vezinli şiirler yazacaklardır.

*****************************************************************************************************************
HAN DUVARLARI ve ÖTESİ


(HAN DUVARLARI şiiri, muhteva bakımından başlıca ÜÇ VARLIĞA AİT UNSURLARIN BİRLEŞMESİYLE meydana gelmiştir. Anadolu coğrafyası, Anadolu insanı (hanlarda rastlanan yolcular, bilhassa KOŞMANIN PARÇALARI ile muzdarip bir hayalet gibi her menzilde şairin karşısına çıkan meçhul halk şairi Maraşlı Şeyhoğlu) ve şairin kendisi.

Bunlardan birincisi, şiiirde en geniş yeri tutuyor. Şair, at arabası ile yaptığı üç günlük seyahati boyunca görmüş olduğu manzaraları en küçük teferruatına kadar BİR TABLO GİBİ gözler önüne seriyor.

Bu cephesiyle şiir, REALİST BİR TASVİR ŞİİRİ karakteri taşır. Yalnız burada DIŞ ALEM tamamiyle objektif bir gözle görülmemiştir. ŞAİR, şiir boyunca kendi varlığını hissettiriyor. Gördüğü şeylerin kendi üzerinde bırakmış olduğu tesirleri, uyandırdığı his ve hayalleri de anlatmaktan geri kalmıyor. Objektif unsurlarla subjektif unsurların, dış alemle insanın birbiriyle karşılaşması, şiire LİRİK BİR HAVA veriyor.

Maraşlı Şeyhoğlu'nun gözle görünmeyen, fakat bu coğrafyanın adeta her tarafına sinmiş olan manevi varlığı, şiirin EN MÜHİM UNSURLARINDAN birini teşkil eder. 'Han Duvarları'nın içine DAĞITILMIŞ olmakla beraber Maraşlı Şeyhoğlu'na izafe edilen KOŞMAnın muhtelif PARÇALARINI BİR ARAYA GETİRİRSEK MÜSTAKİL BİR ŞİİR TEŞKİL ETTİĞİNİ görürüz. Fakat böyle bir ameliye neticesinde şiirin asıl gövdesinde BÜYÜK BİR BOŞLUK kalır. Bu da gösterir ki, Maraşlı Şeyhoğlu'nun KOŞMASIYLA ASIL ŞİİR ARASINDA SIKI BİR MÜNASEBET VARDIR. Ve ASIL OLAN MARAŞLI ŞEYHOĞLU'NUN KOŞMASIDIR. BÜTÜN ŞİİR ADETA ONU KUCAKLAMA, ONA BİR ÇERÇEVE TEŞKİL ETMEK İÇİN YAZILMIŞ GİBİDİR. HAN DUVARLARI'NDA BİR ÇOK MISRALAR MARAŞLI ŞEYHOĞLU'NUN KOŞMASI İÇİN HAZIRLIK YAPMAK VE ONU DEĞERLENDİRMEK MAKSADIYLE YAZILMIŞTIR.'

(Prof.Dr. Mehmet KAPLAN-Şiir Tahlilleri-2, Syf:18, Dergâh Yayınları, 1973)

Evet;
HAN DUVARLARI şiiri, Türk Şiir tarihinin önemli kilometre taşlarından, TÜRK ŞİİRİNDE YEİLEŞME HAREKETLERİ TARİHİ'nde önemli yer tutan şiirlerden birisidir. Üstad Mehmet KAPLAN'ın da ifade ettikleri gibi,

'.............................................
..............................................
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl bir kaç satırla yandı,
Bu dört mısra değildi, sanki dört damla kandı,
Ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa,
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa:
...........'On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
...........Baba ocağından, yâr kucağından
...........Bir Çiçek dermeden sevgi bağından
...........Huduttan huduta atılmışım ben.'
Altında da bir tarih:Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka bir ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına! ...

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk,
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor.
.........................................................
........................................................
.......................................................
.......................................................
Bizden evvel buraya inen üç, dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çatırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime, ateş gibi, şu satırlar giriyor:
.........'Gönlümü çekse de yarin hayâli
..........Aşmaya kudretim Yetmez cibâli
..........Yolcuyum bir kuru yaprak misali
..........Rüzgârın önüne katılmışım ben.'

Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.

Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Baş ucumda gördüğüm şu satırlara yandım!
.........'Garibim namıma Kerem diyorlar
..........Aslımı el almış harem diyorlar
..........Hastayım derdime verem diyorlar
..........Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım ben'
............................................................
............................................................
............................................................
............................................................
............................................................'

Evet;
Görüleceği gibi HAN DUVARLARI,

..................a
..................a
..................b
..................b
..................c
..................c
.....Koşma-4'lüğü


şeklinde, o güne kadar TÜRK ŞİİR TARİHİNDE yapılmamış bir ilki gerçekleştirmiştir. Mehmet Akif ERSOY'un konuşma dilini ARUZ'a getirişi nasıl ve yerinde bir yenilik ise, BEYİTlerle GAZEL tarzı devam eden bir şiirin gövdesine 4'lükleriyle giren Koşma'nın girişiyle, YENŞDEN YENİ BİR TARZ ortaya konması da bize göre yaerinde bir yeniliktir. Ve bu yenilikte şair Faruk Nafiz ÇAMLIBEL, ne beyitlerle oluşan dokuyu ve ne de dörtlüklerle oluşan Koşma dokusunu ASLA BOZMAMIŞTIR.

TIPKI;
Yeni edebi akımımız GÜLCE'nin çıkış noktasını yıllar öncesinden müjdelemiş, ortaya koymuştur.(*)

*****************************************************************************************************************
Destan Şairimiz
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu İle sağlığında yapılan bir Söyleşi' den pasajlar:


*******************
Soru: Şiirde “ölçü” sizce ne demektir; hangi ölçüyü tasvib ediyorsunuz?

Cevap: Şiiri olan milletlerin, aynı zamanda şiir gelenekleri, şiir kuralları da var demektir. Şiir, bu kendine mahsus gelenekler ve kurallar içinde gelişir, güzelleşir, büyür… “Ölçü” de, şiirin kuralları cümlesin-dendir. “Ölçü” derken “aruzu” ve “hece” yi kastediyorsunuz sanırım, ikisi de bizimdir ve biri birinden çıkmış kadar yakınlıkları, benzerlikleri vardır. Başka milletlerin de aruzu kullanmaları, bu ölçünün bizim “milli şiir ölçümüz” olmadığına delil teşkil etmez.
Ölçüsüz (serbest) şiirin de kuralları gelenekleri vardır; başıboş değildir.

Soru: Dil konusunda düşünceleriniz, şiirde dil?

Cevap; Dil deyince, konuşulan dili anlıyorum. Dilin gelişip zenginleşmesinde, güzelleşmesinde yazarların, şairlerin büyük görevleri olduğuna inanırım. Aynı zamanda Türkiye’de yayımlanan eserlerin, bütün Türk dünyasında kolayca okunup anlaşılır bir nitelikte olmasına taraftarım.
Şiirde dil, ana unsurdur. Kelimeler seçilir; ölçülür, biçilir… Şiir dili, mensub olduğu dilin kaymak tabakasıdır. diyebilirim.

Soru: Genel olarak, san’atta gaye ne olmalıdır? San’atta hedef söz konusu mudur?

Cevap: San’atta hedef, söz konusudur. Hedefi olmayan san’at, aynı zamanda anlamı olmayan bir meşgaleden ibarettir.

Edebiyat, musiki, mimarî, resim, heykel, tiyatro, sinema, şiir… geçmişin derinliklerinden günümüze ve geleceğe doğru filizlenen san’at dallarıdır. Her dalın gayesi, beslendiği toprağın, içtiği suyun, soluduğu havanın, tadını, rengini, özsuyunu ihtiva eden en olgun ve en güzel meyveyi verebilmek ve bu meyvelerle milletinin ruhunu besleyebilmektir.

Soru: Kendine has bir “Millî Türk San’atının” kaynakları neler olabilir, neler olmalıdır?

Cevap: Türk San’atının kaynaklan, pek tabii ki, üç bin yıllık Türk harsı (kültürü) dır-Kökü bu kaynağa varamayan san’at cılız kalmaya, hattâ kurumaya mahkûmdur. Nitekim, günümüzdeki, san’at anarşisi, köksüzlükten, yani Türk harsının derin kaynaklarına inmemekten ve onu inkâr etmekten ileri gelmektedir.
Bugün şiirle uğraşan yüzlerce şairden pek azı, divan şairimiz hakkında bilgi sahibidir. Divan şiirimizi, halk şiirimizi bilmeyen; kimselerin, bir san’at anlayışı olabileceğine de inanamıyorum.

Soru: İktisadî gelişmeler, ananevi cemiyet yapısında bazı değişiklikler yapmaktadır. Bu değişmenin san'ata yüklediği görevler var mıdır? San’atla cemiyet töreleri arasında bir münasebet bir dayanışma düşünülebilir mi?

Cevap: İktisadî gelişmeler, cemiyet yapısında değişiklikler elbette yapar. Hatta, cemiyetin başını döndürüp tepe taklak edebilir. İşte marifet, bu baş dönmesini önlemek ve iktisadî gelişmenin yaptığı sarsıntıya kaptırmadan milleti, hedefine doğru yürütmektir. Bu iş, san’atkârın görevidir, iktisadî hayat, günün şartlarına göre kendine mahsus ölçülerle değişebilen, değişmesinde de sakınca olmayan bir olaydır. Ancak, san’at böyle değildir. San’at, bir harsa (kültüre) bağlı olduğu için değişmez; gelişir. Bu bakımdan, iktisadî gelişmenin ölçüleri ile san’attaki gelişmenin ölçüleri ayrı şeylerdir.
İktisat, nasıl ki cemiyetin 'maddesi' ise, san’at 'manâsı'dır. Bu bakımdan, manânın bozulmaması san’atkârın sorumluluğuna bırakılmıştır. Manâ, yukarıda söylediğimiz gibi, üç bin yıllık bir geçmişten günümüze getirdiğimiz ve geleceğe götüreceğimiz harsî (kültürel) değerlerimiz olduğuna göre, san’atkârın görevi, iktisadî gelişmenin baş dönmesini millî değer ölçüleri dahilinde gidermektir. Şayet san’atkâr da kendini iktisadî gelişmenin hazzına kaptırmışsa cemiyet dediğimiz gemi batar.

Soru: Memleketimiz göz önüne alındığı takdirde, iktisadî ve sosyal gelişmelerin Türk san’atına etkisi ne olmuştur? Batıya dönük bir sosyal yapıyı öngören beyinlerin, san’atımız ve sanatkârlarımız üzerinde ne dereceye kadar tesirleri olmuştur? “Batıya dönük Türk san’atı ne demektir?

Cevap: Memleketimizdeki iktisadî ve sosyal gelişmelerin plânsız, programsız, anormal oluşu, san’atkârı şaşırtmış; san’atı öldürmüştür. Daha doğrusu, memleketimizde sosyal ve iktisadî “gelişme” değil, “değişme olmuştur.
İktisat, sosyal hayat, san’at hayatımız bir anarşi içindedir. Anarşi bitmedikçe, bu soruya sıhhatli bir cevap vermek mümkün değildir.
Batıya dönük sosyal yapıyı benimsemek, batmaktır. Batının bin yıllık hedefi, Türk milletini, kendilerine benzeterek yer yüzünden silmektir. Türk kafası taşıyanlarda böyle “beyin bulunamayacağı için, bunlar olsa olsa beyinsizlerdir. Batıya dönük “Türk San’atı” diye bir şey olmaz. Bu Batı taklitçiliği olur. Nitekim olmuştur. San’at diye pazara getirilen kırk yıllık san’at Batı mukallitliğinden başka bir şey değildirler.

Soru: Halka dönük san’at ne demektir? Bu deyimden anlaşılması lâzım gelen şey nedir? Genellikle nasıl yorumlanmaktadır? Bu yorumun Türk San’atını olumlu bir şekilde etkilemesi mümkün müdür?

Cevap: Halka dönük san’at, halkta bulunan işlenmemiş cevheri alıp işlemek ve halka vermektir. “Halka dönük” deyimini uyduranlar, bunu bizim anladığımız manâda anlamazlar. Onlar, halkta bulunan işlenmiş, işlenmemiş bütün cevherleri ufalayıp toz etmekte, kısa zamanda onu da kendilerine benzetmeye çalışmaktadırlar.
Bu “dönekler” taifesinin Türk san’atını olumlu veya olumsuz hiç bir şekilde etkilemeleri mümkün değildir. Kendileri çalar, kendileri dinlerler… Ancak, bu gürültüyü kesmenin tek çâresi vardır. O da Türkçü san’atkârların yetişmesi ve canlarını dişlerine takıp çalışmalarıdır.

Soru: Bugün “Türk San’atı millîdir.” diyebilir miyiz?

Cevap: Ortada Türk san’atı varsa, elbette millîdir. Fakat Türkiye’de yaşıyor, Türkçe konuşuyor diye her san’ata “millîdir diyemeyiz.

Soru: Türk san’atı millî kaynaklarından kopmuş mudur? Niçin? Nasıl?

Cevap: Kopmuştur. Şöylece açıklayabiliriz; Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk, Türk dilinin araştırılması, geliştirilmesi için “Türk Dilini Tetkik Cemiyeti” (Türk Dil Kurumu) ni kurdu. Sebebi: yapılan inkılâbın meydana getirdiği kopuklukları telâfi etmek ve millî kültür kaynaklarımızın yolunu açmaktı. Sonra “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” (Türk Tarihi Kurumu) nu kurdu Sebebi: Türk tarihinin, dolayısı ile Türk kültürünün en derin kaynaklarına inmenin yollarını aramaktı. Atatürk’ün vefatından sonra, adı geçen cemiyetler, önce adlarını sonra istikametlerini değiştirdiler. Böylece Atatürk’ün, millî kaynaklarımızla kurmak istediği bağı koparmış oldular. Bu bağı yeniden kurmak için, millî kaynaklarımızı teşkil eden ve her biri bir hazine değerinde olan eski san’at ve harsımıza ait eserlerin gün ışığına mutlaka çıkarılması gerekmektedir. Çünkü; San’atımızın tılsımı, büyüsü, ihtişamı… bütünüyle ortaya çıkmadan onu geliştirmek ve büyütmek mümkün olamaz.

Soru: Türk san’atının ve san’atkârının millî olabilmesi için gereken şartlar nelerdir? Siz Türk San’at hareketlerine yön verecek bir kişi olsanız, neler yaparsınız?

Cevap: Millî olmanın ilk şartı inanmak, sevmek ve saymaktır. Sonra araştırmak ve yorucu, sabırlı çalışmayı göze almaktır. San’atın millî olabilmesi, millete benzemesi, onu yansıtması demektir. San’atkâr da öyle; şartlarını yukarıda saydık.
San’at araştırma işi olduğu kadar, aynı zamanda bir eğitim işidir de. Bu bakımdan, ciddi san’atkârlara bir takım imkânlar hazırlanması, verilmesi lâzımdır.

Soru: San’atkârın, milletinin tarihi ve gününün insanı ve olayları ile münasebetinde bir denge düşünülebilir mi?

Cevap: Tarih, milletlerin hafızası olduğuna göre, aklın ve mantığın işlemesinde de büyük rolü vardır. Dünü hatırlayamayan bir insan, bugünün manâsını anlayamaz. Yeni doğmuş bir çocuk nasılsa, öyledir. Hâfızasızlık devam ettikçe, çocuklukda devam eder. Milletler de insanlar gibidir.
Geçmişlerini hatırlamaları, hattâ bu hatıralarını daima canlı tutmaları gereklidir. Geçmişteki acı olayların tekrar olmamasını sağlamak; tatlı olaylar yaratmak, tarih! ve tarihteki yerimizi, tarihi yapan atalarımızı hatırlamakla mümkün olabilir.
Bu konuda san’at en uygun, en etkili bir vasıtadır. San’atın konusu eski olmakla san’at eski sayılmaz. Geçmişle gelecek arasında köprü kuramayan san’atkâr, görevini kavrayamamış demektir. Aynı zamanda san’atın manâsını da anlayamamıştır.
Millet, sanatkârlarının verdikleri eserler ölçüsünde vardır. San’at eserlerinin aksettirebildiği manâ ile şahsiyet kazanabilir. Öyleyse, geçmişle günümüz, hatta geleceğimiz arasında denge kurmak ve “dün”, “bugün”, “yarın”diyebileceğimiz dayanaklar üzerine kurulan bir köprüden asıl hedefe yürümek mümkün olabilecektir. Bu hedef, Türk düşüncesinin, Türk san’atının dünya ölçüsünde insanlığı kucaklamasıdır. Bu görevi Türk milletine Tanrı’nın verdiğini unutmamalıyız.

Soru: “San’atkârın dünyası” denilen “dünya” nedir, ne olmalıdır?

Cevap: San’atkârın dünyası, san’atını icra ederken, içinde bulunduğu ruh halidir diyebilirim. Bu icra sırasında san’atkâr, yaşadığı çevreden uzaklaşır ve yeni bir çevreye intikal eder, Yani kendinden geçer. Tasavvuf deyimiyle, bir vecd ve istiğrak haline bürünür. Bu deyimden anladığım budur ve doğrudur. Gerçek sanat eseri, ancak böyle bir ruh haline geçilmeden verilemez.

Soru; Siz Türk şiirinde yepyeni bir çalışmanın temsilcisisiniz diyebiliriz. Yani Destan’dan bahsetmek istiyorum, destan nedir? Türk sanatında yeri nedir, ne olmalıdır?

Cevap: Destan, milletin, en yüksek duygu, düşünce ve isteklerini ifade eden ve değişmez özelliği, kahramanlık olan eserlerdir. Bu konuda, bir ingiliz şairi şöyle diyor: “Bir kahramanlık şiiri, şüphesiz ki, insan ruhunun başarabileceği en büyük eserdir. (Türk Ans. Cilt 13)
Türk destan kaynakları, pek çok zengin olmakla beraber, hemen hemen (Manaş Destanı hariç) hepsi ham madde halinde bulunmaktadır. Henüz tam bir destan niteliği kazandırılmadığı için destanımız, san’at ölçüsünde’ifadesini bulamamıştır. Bu, edebiyatımız sakatımız, şiirimiz top yekûn harsımız bakımından büyük bir noksanlıktır. “Türk Destanı” nı işlemek günümüzün san’atkârı için bir vecibe olduğu kadar, milletimiz için de büyük bir ihtiyaçtır.


Soru: Türk şiirinin geleceği konusunda düşünceleriniz, genç şairlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Cevap; Türk şiirinin büyün bir geçmiş? vardır. Bugün şiir, pek az ve zayıf, fakat kökü sağlam olduğu için, deminden beri söylediklerimiz ölçü olarak alınırsa Türk şiiri yeni bir merhaleye girecek ve özlenen büyük şiir doğacaktır, sanırım.
Büyük şiir, daha doğrusu büyük san’at, durup dururken, doğmaz. Büyük heyecan ister. Büyük heyecanlar yaratılınca büyük san’atkâr da kendiliğinden gelir. Geçmişte san’atın her dalında verdiğimiz büyük eserlerin, son bin yıllık tarihimizdeki oluşlarını hatırlarsak, bu iddiamızın doğruluğu meydana çıkmış olur. Şunu da belirteyim ki, geçmişimiz bize en büyük heyecan kaynağı olarak şimdilik yeter. Onu, günümüze aktarıp dünü bugünle yoğurabilecek san’atkâr ister. Genç şairlerimizin bu nokta üzerinden hareket etmelerini tavsiye ederim

*****************************************************************************************************************
ÇEVİRİ'YE DAİR


(....Nazmımızda(şiirimizde) YENİLİK tezahürlerinden biri de TERCÜMELERdir. Tercüme GARP MANZUMELERİNE BENZETİLEREK vücuda getirilen eserler o zamana kadar edebiyatımızda tanınmamış bazı noktaları ÖĞRETTİ.

İlk tercümeleri Türkçe benzerleri takip etti. Eski eserlerde görülen ve çok itina edilen esaslar yavaş yavaş yerlerini garpten gelen KAİDE ve USULLERE bıraktı.

İlk eserlerde ŞEKİL TAMAMİYLE ESKİ İDİ. Fakat, bu eski şeklin anlattığı manâ ve mefhum YENİLEŞMEĞE başlamıştı. Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal'in yazdıkları KASİDE ve GAZELlerden bir çoğunun şekil cihetiyle bir yeniliği olmamakla beraber bunlar manâ noktasından o eski yazı ÇERÇEVESİNİ AŞMIŞLARDI.

ŞEKİL CİHETİNDEN YENİLİK YAPMAK Hamid'e nasip oldu. Büyük bir kuvvetle ESKİ ŞEKLİN yıkılabileceğini o gösterdi. Mamafih Hamid'in nazmı da tamamıyle eskilikten kurtulmuş Avrupai bir mahiyet almış değildir. Bunun böyle oluşu, bilhassa nazmın(şiirin) LİSAN ve EDASINDA mühim bir değişiklik vukubulmamış olmasından dolayıdır.
............................' (M.N. ÖZÖN, a.g.e, syf:18)

Bu alıntıyı naklettikten sonra;

GÜLCE'mizin dünya ile kucaklaşması ve diğer ülkeler edebiyat ve edebiyatçıları ile haberleşmesinde en önemli görevi, başta İNGİLİZCE olmak üzere o ülkelerin dillerini bilen ŞAİRLERİMİZİN yapacağı umuduyla saygılar sunuyorum.


Mustafa CEYLAN


MustafaCeylan
MustafaCeylan, @mustafaceylan
7.10.2008 08:44:26
ENİS KARDEŞİM;
İnanın çok mutlu oldum AYNI DÜŞÜNCEDE olmanıza. ÖZLEŞİM'i takip etmek isterim. Ancak VİP üyelik mi isteniyor, pek anlayamadım. YOL AÇIKLIĞI DİLİYORUM sizlere;

BULUŞMA adını verdiğimiz NAZIM TÜRÜ'nü 2006 ' da önermiştik. Aşağıda verdiğim şiir ve not aynen antoloji com sitesindeki sayfamızda bu tarihi (http://www.antoloji.com/siir/sair/sair.asp?sair=15942&goster=siirler&page=2&ara=&order=oto) linkinde 33. sırada görebilirsiniz.
Demek ki, aynı yenileşme düşüncelerini taşımaktayız.

Biz de GÜLCE EDEBİYAT AKIMI adıyla antoloji com sitesinde aynı sizin yaptığınız gibi bir çalışma yapmaktayız sanıyorum. Birazdan bu şiirimin altına (becerebilirsem) çok sayıda şairimizin çok başarılı örnekler verdiği yeni nazım önerilerimizi de burada yayınlamaya çalışacağım.
Çok mutlu oldum.
Bit yeniği yok, aksine, aynı yerden aynı kaygılarla şiire ciddi olarak yaklaianların buluşması var dost...
Saygılarımla...


İŞTE SÖZ KONUSU LİNKTE(33. sıradaki şiir ve açıklamamız)



--Her İnsan ve Ben- (Buluşma*) -Yeni bir NAZIM ŞEKLİ denememiz-(BAYRAM HEDİYEMİZ) --

Her insan, her insan birazcık deli
Ben sana deliyim, hem de zırdeli.
Hep seni görürüm ne yana baksam
Hep seni ararım gittin gideli...
Gittin gideli ne haldeyim,
Sorsan bir, arasan bir; ne olur...?
..............Hasret dağlarının Ferhatıyım
...........................Tek sana, tek sana sevdalıyım...

Her insan, her insan birazcık aşık
Ben sevdanı saran çılgın sarmaşık.
Yıktım duvarları, bahçeyi, çiti
Bu sebep yüzünden başım dolaşık...
Işık...
......Işık...
..........Işık...
...........Sonsuzluk türküm, bitmeyen ışık....
Yoksun işte, yoksun yanımda, canevimde
Özledim nefesini, sesini
....................Dava açtım mevsimlere
.......................Kışların kapısındayım
....................................Firardayım....

Her insan, her insan düşkün paraya
Ben sana düşkünüm, bak şu yaraya
Olmazsa derdime derman gözlerin
Döner deli gönlüm yıkık saraya...
Varlık sen, yokluk yine sen
Ötesi sadece boşluk,
.................Yosun gözlerinle bir bak istersen...
.....................Acılarımla başbaşayım;
...........................Işık* hızıyla sana koşayım
..................................................'Gel! ' dersen...

Her insan doğduysa, mutlak ölecek
Ölsem sevdan ile kim ne bilecek..?
Kırıp aynaları, durgun suya bak
Gözlerin benimle orda gülecek...
Gülüm,
..........Gülüm...
...................Gülüm...
..............Ve sana kavuşmaksa ölüm
......................Dünden razıyım her şeye, hazırım inan..!
.............................Gece yarısında suya indiğinde bir ceylan
.................................Mor menekşe buselerle avuçlarına
....................................Avuçlarına düşeyim; mutlu olurum o an...
.............................................Bitsin bu zulüm,
................................................................Gülüm,
....................................................................Gülüm...
...........................................................................Gülüm...


10 / 11. Ocak. 2006
******************************************************************
(*) Not. (Buluşma) adını verdik bu nazım türüne işte dostlar.
Hece şiiri ile serbest şiirin buluşması...
Burada;
Hece Vezinli mısralarımız 6+5=11 hece ile dokunmuş olup;
kafiye düzeni de (a / a /-/ a) (b / b /-/ b) (c / c / - / c) (d / d /-/ d) şeklinde olup; BULUŞMA' da rahatlığı temin maksadıyla 'mani' türünü özellikle seçtik. Buluşma noktalarını da ses tonlamalarıyla renklendirmeye çalıştık. Serbest mısralarımızı alabildiğine serbest bırakırken de ses ve iç ahenk'i gözden kaçırmamaya gayret ettik. Tekerrür sanatından istifade ettik.
Böylece hece-serbest kavgasını bu bayramda sona erdirmiş olduk biz...
E hadi, ne duruyorsunuz? İşte örnek dostlar....
Denemeye ne dersiniz?

(*) Işık- kelimesi Ahmet Erdem kardeşimin armağanıdır. (Atom hızı) demiştik. Duygu İmparatorumuz şair Ahmet Erdem'in görüşleriyle (Işık) yaptık dostlar...

(**) Yakında yeni NAZIM şekilleri ve türleri' ni sunmaya çalışacağım. BULUŞMA adını verdiğimiz bu nazım şeklini, başta şair Harun YİĞİT kardeşim 'İstanbul' şiirinde ve bir çok şair kimi şiirlerinde denemiştir. Ama bizim yaptığımız bunu sistematize edip bundan sonra sunacağımız NAZIM ŞEKİLLERİ ile yeni bir AÇILIM sağlamaktır. Zira, maksadımız Türk Şiirine yeni nefes alanları açmaktır dostlar. Yıllardan beri üzerinde çalıştığımız hususlardır bunlar. Saygılarımla...

Mustafa Ceylan

€nis
€nis, @€nis
7.10.2008 06:26:03
Özleşim var bizde de;
Hece-serbest kavgasına son vermiştik orada biz :))

Aaa!.. aynı mı yoksa ? ! :))

Var bu işte bir bit yeniği :))

© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL