4
Yorum
12
Beğeni
5,0
Puan
569
Okunma

yıkılmış verandaların altında
bahçe sediri gibi kala kalmış çocukluğumu
yola devrilivermiş serviler anlatsın size
şu nane likörü şu elma sirkesi yahut
mutfak kapısına kurutulmak için asılmış darılar
ya da kırmızı soğanlar değil
hatıralar iki elim yakanızdadır bilesiniz
unutmak en güçlü silahım olsa da
giden bir babanın ardından bakakalan
iki göz odalı bir evin sofasında
duvara yaslanmış süpürgelerden düşen tohumları
tek tek toplayarak bir ömür geçirdi kadın
nazenin baharlar yerine fırtınalarla uğraştı durdu
yorgan dikti yastık üstüne yastık koydu olmadı
kırk parçalı kilimde dağıldı gitti yaşamak
eni konu gözlerindeki yaştı vedalaşmak
şehirler çöküyor artık bu memlekette
yazı kışı cehenneme döndü sen sessizce gidince
umudumuzu birileri aldı götürdü çaresiz kala kaldık
güller kokmayı unuttu bülbüller ötmeyi
dua vakitlerinde çaresizlikle esiyor bad-ı saba
avuçlarımızı doldurmuyor müjde melekleri
uzun zamandır sessiz suskun bir o kadar da yorgunuz
vaveylalarla geçip gidiyor çaresiz ömrümüz
nasıl anlatacağımızı bilemediğimiz bir masal
gecenin bir yarısında çocukluğumuza musallat olmuşsa
şimdi gamzelerinden bahsetme zamanı gelmiştir
Eylüle kadar ölmezsem yani durmadan yazarım neticede ben
kadim dostların içinden kaldırımlara düşmüş o son adamım
oldu oldu olmadı galonluk Avşa şarabı kadar kekremsi bir tatla
pancar turşusu kızıllığında bir burunla gülerek
savurgan kelimelerimi de alır kitaplarımla ölür giderim
5.0
100% (7)