11
Yorum
26
Beğeni
0,0
Puan
818
Okunma
KALEME ALINAN ESER ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Bu eserde Kur’an’ı Kerim meali konularına göre ela alınacak.
İnsani sözlerden uzak bir şekilde mealin dışına çıkılmadan , yeni bir terkiple Kur’an’ı Azimüşşan’ın türkçe tercümesi okuyucuya sunulacaktır
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
Ey kâfirler!
Allah’ı nasıl inkâr edebiliyorsunuz ki,
ölü idiniz de sizi O diriltti.
Sonra sizi öldürecek,
sonra tekrar diriltecek,
sonra da
O’na döndürüleceksiniz. (1)
Yeryüzünde ne varsa
hepsini
sizin için yaratan,
sonra semâya yönelip
onları
yedi kat gök olarak tastamam tanzîm eden
O’dur.
O, her şeyi hakkıyle bilendir. (2)
Meryem:
“Rabbim!
Bana bir erkek eli değmemişken
benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi.
Rabbi de:
“İşte Allah,
dilediğini böyle yaratır.
O,
bir şeyin olmasını dilediğinde
ona sadece «Ol!» der,
o da hemen oluverir” buyurdu. (3)
“Allah, Meryem oğlu Mesîh’tir” diyenler
kesinlikle kâfir olmuşlardır.
Onlara şöyle de:
“Şayet Allah Meryem oğlu Mesîh’i,
annesini
ve yeryüzünde bulunan herkesi
helâk etmek istese,
O’na kim engel olabilir?”
Göklerin, yerin
ve aralarında bulunan her şeyin
mülkiyeti ve hâkimiyeti Allah’ındır.
O, dilediğini yaratır.
Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter. (4)
Gökleri ve yeri
gerçek bir gâye ve hikmet ile,
yerli yerince yaratan
O’dur.
“Ol!” dediği gün
her şey birden oluverir.
O’nun sözü gerçektir.
Sûra üflendiği gün de
bütün varlık
ve mutlak hâkimiyet
O’nundur.
O,
duyuların kapsam alanı dışında kalanları da
kapsam alanına girenleri de bilir.
O,
her hükmü ve işi
sağlam ve hikmetli olandır
ve her şeyden haberdârdır. (5)
Şüphesiz Allah,
daneyi ve çekirdeği çatlatıp yarandır.
Ölüden diriyi O çıkarır;
diriden ölüyü çıkaran da O’dur.
İşte Allah budur.
Bu gerçekler karşısında
nasıl oluyor da
bâtıl sevdâlar peşine düşüp
O’na kulluk etmekten yüz çeviriyorsunuz?(6)
O, gökleri ve yeri
hiç yoktan,
eşsiz ve benzersiz şekilde yaratandır.
Eşi olmadığı halde
O’nun nasıl çocuğu olabilir ki?
Her şeyi O yaratmıştır
ve O her şeyi hakkiyle bilendir. (7)
Rabbiniz Allah işte O’dur.
O’ndan başka ilâh yoktur.
O, her şeyi yaratandır.
Öyleyse yalnız O’na kulluk edin.
Her şeyin dizginini elinde tutan,
her işte kendisine güvenilip dayanılan
O’dur. (8)
Şüphesiz sizin Rabbiniz,
gökleri ve yeri altı günde yaratan
sonra arşa istivâ eden;
gündüzü,
kendisini süratle kovalayan geceyle
bürüyüp örten;
güneşi, ayı ve yıldızları
emrine boyun eğdiren
Allah’tır.
Bilin ki, yaratma da,
emir ve idâre yetkisi de
yalnız O’na aittir.
Âlemlerin Rabbi olan Allah
yüceler yücesidir. (9)
Rasûlüm!
“Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” diye sor
ve onlar cevap vermezlerse
sen: “Allah’tır” diye cevap ver.
Onlara:
“Allah’ı bırakıp da
kendilerine bile fayda ve zarar veremeyecek olanları
dost mu edindiniz?” diye sor.
Yine onlara:
“Hiç kör ile gören bir olur mu?
Yahut karanlıklarla aydınlık hiç eşit olur mu?” diye sor.
Yoksa onlar
Allah’ın yarattığı gibi yaratan
O’na ortak bazı tanrılar buldular da,
bu tanrıların yarattığı varlıkların,
Allah’ın yarattığına benzemesi
kafalarını mı karıştırdı?
Sen şöyle de:
“Allah, her şeyi yaratandır.
O tektir,
her şeyi kudretine boyun eğdirendir.” (10)
Hiç şüphesiz senin Rabbin,
işte O,
her şeyi mükemmel yaratan
ve her şeyi hakkiyle bilendir. (11)
Peki onlar,
gökleri ve yeri yaratan Allah’ın,
kıyâmet gününde
kendilerini aynı şekilde
yeniden yaratabilecek güce sahip olduğunu
ve onlar için geleceğinde şüphe olmayan
bir ecel belirlediğini
görmüyorlar mı?
Ama zâlimler,
yine de inkârlarında diretmektedirler. (12)
Allah,
hareket eden her canlı varlığı
sudan yarattı.
Onlardan bir kısmı karnı üzerinde sürünür,
bir kısmı iki ayağı üstünde yürür,
bir kısmı da dört ayağı üstünde yürür…
Allah ne dilerse onu yaratır.
Şüphesiz Allah,
her şeye güç yetirendir. (13)
Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.
İnsanların bu hususta seçme hakkı
ve yetkisi yoktur.
Allah,
onların ortak koştuğu şeylerden
çok uzak
ve pek yücedir. (14)
1) Bakara / 28. Ayet 2) Bakara / 29. Ayet 3) Âl-i İmrân / 47. Ayet
4) Mâide / 17. Ayet 5) En’âm / 73. Ayet 6) En’âm / 95. Ayet
7) En’âm / 101. Ayet 8) En’âm / 102. Ayet 9) A’râf / 54. Ayet
10) Ra’d / 16. Ayet 11) Hicr / 86. Ayet 12) İsrâ / 99. Ayet
13) Nûr / 45. Ayet 14) Kasas / 68. Ayet