11
Yorum
50
Beğeni
0,0
Puan
1722
Okunma

gergindim
oturduğum sandalyeden gizlice kalktım
pencerenin önünde duran çelimsiz bir kaktüs gibi
uzun ömürlüydü kalbim
yüzümde durmadan serinleyen bir şehir sessizliği
acımasız ve sahiciydi sözcükler
düşünemediğim şeyler vardı
düşündürmeyen
anlam verebilmek için kendi derinliğime ufak bir taş fırlattım
kendimi hiç bir yere ait hissetmiyordum
kahvemi yudumladım
sabah saatin altısıydı
gözlerimin kenarında akşamdan kalma kalem lekeleri
bunu camdan bile fark edebiliyordum
vazonun içinde unutulmuş bir çiçeğin kökleri gibi ağır kokuyordu zaman
nefesimi tuttum
suratsız bir keşkenin içinde
ellerimin uyumsuzluğu vardı
kalbim bir kitabın önsözü gibi sıkıcı olabiliyordu bazen
düşünmek için vardım
annemle babamın en varlıklı insanıydım
bulunmaz bir insan yarasıydım belki de
oysa şiir yazacaktım yüzümdeki her boşluğa
yorulmuştum
sandalyemde gerginliğimin izleri
bacak bacak üzerine atıyordu bütün karanlık sesler
yalnız ve korumasızdı yazamadığım bu şey
kahverengi bir rastlantı gibi
ucuz bir yolculuk çekiyordu kafamdaki resim
tanıdık renkler
tozlu tozlu gerçekler
uyandım
daha düzenliydi kollarımdaki ağrı
üzerinde bilinmeyen bir insan deseni
değişmeye başlamıştım
her kalkınma birer kalp düğümüydü
turuncuya yakın
bir sonbahar klasiği
burada olmalıydın diyordu boşluktaki o ses anladım orada hep vardım
ciddi bir üzüntüydüm
ciddi bir uzaklık
huzursuzluk makamında fena saatler ilerliyordu
başucumda duran inançlı bir ağrı gibiydim
doğruldum
ağrıma baktım
baktığım yer kapıldığım tek yerdi
mırıldandığım o sabah
uyandığım en eski yer
gerginliğimin tarifi dışarıdan geliyordu
sorguladım ellerimi
yanağıma götürdüm
yanağım en uzak yolculuktu
pınarları vardı
söğütleri
severdim eninde sonunda orada olmayı
sonra
bütün camları açtım
içeri giriyordu sert hava
eksilmiş aynı zamanda eskimiştim
bu yaralı bir şeydi
gözlerimin kenarındaki o dünyalığa baktım
baktım
baktım
nasıl baktıysam
ahiret kadar gerçekti
işte
o sabah
ben yoktum
...