GÖRÜŞ FARKI
Teşbihte hata olmaz;
"Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi, âlemi teşrif etti…
Ebûbekirler O Nûr’a pervâne oldu. Ebû Cehiller ise, düşmanca cephe aldı.
Hazret-i Mevlânâ bu farkın sebebini ne güzel tespit etmiştir:
“Ebû Cehil; Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördü de;
«–Hâşim oğullarından çirkin bir yüz belirdi.» dedi.
Hazret-i Peygamber ona şu cevabı verdi:
«–Doğru söyledin.»
Hâlbuki, Hazret-i Ebûbekir, Fahr-i Kâinât Efendimiz’i görünce;
«–Ey güneş, sen ne doğudansın, ne batıdan, latif bir nûrla parla!» diye hayranlığını ifade etti.
Peygamber Efendimiz, ona da;
«–Ey şu değersiz dünyadan kurtulan aziz varlık, doğru söyledin!» diye buyurdu.
Orada bulunanlar hayretle sordular:
«–Ey insanların en şereflisi, en büyüğü, onlar birbirine aykırı düşen sözler söylediler, fakat siz ikisine de; ‘Doğru söyledin.’ diye buyurdunuz; bunun hikmeti nedir?»
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, buyurdu ki:
«–Mü'min ayna gibidir. Bakan kişi kendini görür.»”
İşte asrımızda türeyen Ebû Cehil tıynetli müfterîlere, yedi asır öncesinden Hazret-i Mevlânâ’nın cevabı…
O Rahmet Peygamberi’ni kātil sûretinde göstermeye çalışanlar; O ilâhî aynada, kendi vahşî, kan dökücü iğrenç suratlarını gördükleri için, beyaz perdeye bu kara lekeleri sürdüler. Fakat beyaz perdeye de ekranlara da yansıttıkları ancak kendi portreleri oldu.
Ebû Cehil; zeki idi, akıllı idi, beyni Allâh’ın verdiği melekelerle mücehhezdi. Fakat gönlü bir çıfıt çarşısı hâlindeydi. Kalbi, haset ve kin doluydu. O kalbin; hidâyet gibi bir arayışı, hakikati bulmak ve tâbî olmak gibi bir derdi yoktu. Bu sebeple; Varlığın Nûru’yla muâsır olmak, O’nun mûcizelerine şahit olmak gibi lütuflara eriştiği hâlde, îmânın öncülerinden değil, küfrün elebaşlarından oldu."
Biz de, Rabb'imizin Eşref-i Mahluk olarak, yarattığı insana yakışır şekilde yaşamanın ve bakmanın gayreti içinde olduk. Bu arada karışımıza ağzı, niyeti, tıyneti, karakteri bozuk yaratıklar çıktı. Imtihanımızdan bir cüz olduğunu farkedemeyip üzüldük, önemsedik, cevap yetiştirmeye çalıştık.
İnsan, mayası sağlamsa ve iradesi iblisin elinde değilse zamanla olgunlaşıyor, daha az hata yapıyor. Burada niyet ve gayretin büyük önemi var tabi.
Niyet okuyup zahirden hüküm verebilme becerimiz yok. Kalpte/kini bir Allah bilir bir de kalbinde/kinin sahibi.
Bu yorumu neden ve hangi düşüncelerle yazdığınızı bilemem. Lakin, üstteki kıssayı hatırlattı bana.
"Gamlı Gülzâr" Hüzünlü Gül Bahçesi anlamı taşıyor malumunuz. Müstear isimle paylaşım yapmamın sebepleri;
tartışmalara sürüklenme endişesi, anlamsız gruplaşmalardan hoşlanmayışım, abartılı övgülerden uzak olarak sayılabilir.
Değer verdiğim ve birlikte aynı edebî havayı solumaktan onur duyduğum dostlarım kimliğimi de, kadın olmadığımı da bilirler. Afet Hanımefendi Ablamız gibi yani. Peygamberini gülle özdeşleştiren bir milletin "Gülzâr"ında "hanım" görmek pek isabetli olmamış. Akılda, fikirde ne varsa, zikire de o yansırmış. Böyle midir bilemem.
Güzel bir Edebiyat Sitesinde paylaşım yapmak zamanla alışkanlık da yapabiliyor. Haklı gerekçelerle kızıp, küsüp ayrılan çok olduğu gibi, geri dönenler de var...Benim gibi, Afet Hanım gibi...v.s.
"Dönersem Namerdim!" sözü kapıyı paylaşımlara kesin olarak kapatan bir kalemin ifadesidir.
Günümüzde her üç kişiden beşi şair olduğuna göre, ne varlığımız bayram sebebi, ne yokluğumuz aratır. Birçok yarışmada dereceler kazanmış, 1.likleri olan (buna Avrupa Şiir Yarışması 1.liği de dahil) bir kalemin (samîmi dostlarımı tenzih ederim) övgü, beğeni peşinde koşmayacağını herkes tahmin edebilir.
Her ne kadar yorum size ait olsa da, cevabım sayfamı ziyaret nezaketi gösteren kalbi güzel, fikri güzel, zikri güzel herkese.
Sitelerde varlığımın nezdimde öneminin olmadığını şu şekilde de isbat edebiliriz;
Bir kişi kurallar gereği iki isimle paylaşım yapamaz diye hatırlıyorum. Arzu eden yönetime şikâyet ederek tüm paylaşımları çöpe attırabilir. Önemli değil.
Yorumunuz çok güzeldi!
Şiire şiirsel katkınız da kaleminize yakışmış.
Baktım...Gördüm...Okudum...Yazdım.
Ayna meselesi...
Eyvallah...