5
Yorum
14
Beğeni
0,0
Puan
1134
Okunma
bir not-
çığlık ve savaş
sana dair cümleler biriktiriyordum
kadın gibi asil bir geceye benzeyen hikayelerin içinde
sadrı buruk küçük kız çocuğunun terkedilmişlik hissi
ortasından çatlayan kitabın ölgün cümlesinde başım
acılar çamaşır ipine bağlanmış rüzgar gibi
ve eski zamanlardan kalma o uykunun dizlerinde gözlerim
derinliğince kabaran bu yosun kokusunun dilinde
su sesine karışan hırçın özlemlerimi telkin ediyordum
kendimce
savaş daha henüz başlamıştı, gün doğmadan ölmek yok
diyordum
heyecanı d/üşüyordu gözlerimin arkasındaki şehrin
sırlı ellerin ironik karanlıklara bulandığı an
mecburi bir sükunete sarılacaktı tedirginliğimin yortusu
devamında burnumun direğinde babamın kokusu
işte böyle çatlayacaktı bağrımdaki kuş acısı
gök yüzünden al gözlerini
beklesin ağzımın kıyısındaki mezarda o anıt
yaşamak yemyeşil bir çocuk gibi
yürürdü işte tam şuramda hep
anlayamadığım insanların göğsünden göçerdim
insanlar dolusu cinayetlerim boy verirdi şah damarımdaki ahdimde
asırlara benzerdi alnımdaki dik gurur
rüyalar göğsümde tutsak gökyüzüydü
ecel dudaklarımda ketum bir sır
vazgeçişlerim küskün o nehre benzerdi
sen hep aynı dün
aynı yerde
dönerdin dünya gibi
vazgeçilmez son gülüşe dönerdi şehirler
memleketlerim vardı benim
şeffaf bir mavinin üstünde kumdan gemileri inşa edilmiş
cam kırıklarında kendinden geçerdi içim
ölmek böyle yağmurda ne güzel
tutsak bir çiçeği öpüp gökyüzüne adanmak gibi
çarmıha gerilen bir avuç toprağın feryadıyla
mahpus edilmemiş özgürlükleri zamana bağışlayıp
yeniden birikirdim çakıl taşlarının güneşe bakan yüzünde
taşların hissi ki sadık bir dost misali
toprağı avuçlayıp kalbime basardım yeniden seni
tabiatın dili ketum bir heyecana tutulurdu
yaşamak ve ölmek için depremler çatlardı
terk edilmiş evlerdeki harabe kalıntıları gibi
uyanmak ve yeniden devamlılık için dahi
söylenirdi çocukluğumdaki peygamber çiçeği
koştukça yüzümde çatlayan lunapark heyecanın da
tahliye edilmemiş bir tutkunun içinde ve ya
yaşatırdım tüm geçmiş yaralarımızı
sana benzerdi rüzgarın sur sesi
içimden göç tükçe azar azar üşürdü toprak
ellerimle severdim inadına seni
bilirsin ellere olan tutkusunu ruhumun
mizacımda ölmeyen bir alışkanlığımdır damarlarımdaki sadakat
mecburi
ve bağımlı bir köprü altı yüreğine dönüşmüş olması halimin
nehirler içimde intihar etti
işte böyle gayri ihtiyari bir tuhaf mevsim vakti
suyla buluşan çöl gibi
içimde buğday başakları eserdi
rüzgarı mı özgür bırak
bırak olgun bir ecel sevsin göz yuvarları mı
vadilerimde serçe kuş sesleri büyüsün
kadınların gökyüzüne benzeyen renkleri
ve dağınık orman örtüsü gibi
yollarım aydınlık olsun
illa sevgilim
göçümü alıp gideceğim
sende kalan hikayeme el sürme
bırak Allah’a varmak kadar yaşasın bu gece
...
my