3
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
1680
Okunma

Benim İstanbul’umda
Lacivert bir rüzgar eserdi her sabah Boğaziçi’nden,
Yüzümü yıkarcasına, deniz kokan, serin
Ve Kızkulesi’ne günaydın demeden geçmezdi Üsküdar’dan...
Vapurlar, tıklım tıklım umut taşırdı her sabah,
İçinde insanlar, peşinde aç martılar,
Hepsi rızk peşinde
Ve sevgiyle paylaşılırdı bir fakir kahvaltısı;
Beş kuruşluk simit,
İstanbul güneşinde güçlenir canlanırdı
Yüreklerde bir kırıntı halinde bile kalmışsa ümit...
Sarıyer’de, sahilde ağlarını yamarken balıkçılar,
Eminönü’nde balık ekmek kokuları
Ve Eyüpsultan’da güvercin kanatlarının sesine karışırdı
Kaç yüz yıllık bir İstanbul bestesi;
Yüzlerce minareden yükselen ezanların sesi...
Küçüksu’da mısır, Kanlıca’da yoğurt, Emirgân’da çaylar
Ve İstanbul caddelerinin nostaljik efendisi,
Çilekeş tramvaylar...
Cıvıl cıvıl olurdu Beyoğlu,
Tiyatrolar, renk renk sinemalar,
Fötrlü, kravatlı beyler, tayyörlü şık hanımlar,
Adım başı saygı, adım başı nezaket,
Gün görmüş kaldırımlarda, gerçek İstanbullular...
Bir de lodos gün batımları olurdu İstanbul’un,
Kızıl saçlarını döken bir dilber gibi İstanbul,
Şarap rengine dönerdi ufuk.
Oysa, Moda’da akşamlar esmer yüzlü ve mağrurdu
Ve Kalamış’ta mehtap, bir Yahya Kemal dizesi olurdu...
Eski bir sevda gibi
Ben, yıllardır hep o İstanbul’u içimde gizlerim,
Hasreti yangın yangın düşer yüreğime
Buğulanır gözlerim,
Ve ben hep
O kızıl saçlı, esmer yüzlü akşamları özlerim...
Ünal Beşkese
5.0
100% (4)