Uluslararası Sinema Tarih Buluşması kapsamında sanatçı Zülfü Livaneli onur ödülüne layık görüldü.
Ahlakıyla, sanatçı kimliğiyle, politik bakış açısıyla, özgünlüğüyle,yönetmenliğiyle(mutluluk), saygınlığıyla, sesiyle, türküleriyle... Gerçekten adam gibi adam
Dönek, Kemal Derviş yoldaşı, liboş, ikinci cumhuriyetçi.. İnsan tek bölümsel değil , sadece müz-i-kalite yeteneği hiç değil !.. Mutlaka birazın çok tarafından da düşün ve duyum -insan-kalite -elbette..
Cumhuriyet sonrası müzik tarihimizin sancılı bir süreci imlediğini söylemek mümkün. Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları kitabında teorize ettiği batı çoksesli müziğinin üstüne türkülerimizin oturtulması düşüncesi etrafında yapılanan bu süreç, gelenek ile tarihsel bağı kopardığı gibi bu müzik türlerinin icra mekan ve imkanlarını da büyük oranda geriye çekti. Netice itibariyle son dönem modernleşme sürecimizin müzikal damarının tutmadığı ve tepeden inmeci modernleştirmeye muhatap olan halk nazarında itibarının olmadığı tecrübe edildi. Türk müziğine ilişkin bu süreç normal seyrinde devam etmiş olsaydı, bugün, hem geleneksel dokuyu muhafaza eden ve hem de modernleşmenin teknik altyapısından sağılıklı bir şekilde yararlanabilen çok daha güçlü bir vizyona sahip olabilirdik. Statükonun dayatmış olduğu bu tepeden inmeci müzik algısına rağmen halk yine de kendi kimliğine ait müzik ve kültürel kodları bir şekilde taşımaya çalıştı. Klasik Türk müziğinin radyolardan yasaklanması, Darülelhan’ın Şark Musıkisi bölümünün kapatılması ve 1970’li yıllara kadar Türk müziği konservatuarının açılamaması gibi birçok engelleyici uygulamalara rağmen hayatın sivil alanlarında halk kendisine ait müzikal tınıları yaşatabildiği kadar yaşatıp sonraki kuşaklara devredebildi. 1950’li yıllar ile hızlanan göçün, önce kırsal alanlardan en yakın şehre ve daha sonra da büyük kentlerin kenar mahallelerine taşınması olgusu sadece ekonomik hayatı değil, toplumun kültürel bilincini de etkileyen bir dizi yeni duygulanım ve davranış modelleri üretti. Artık ne kopup geldiği kırdaki kültürünü tamamıyla yaşayabilen ve ne de şehrin ürettiği batı merkezli modern hayata eklemlenebilen yeni bir sınıfın öncülleri duruyordu karşımızda. Kuşkusuz göç merkezli bir hareketlenme kır merkezli müzik icra eden geleneksel “ozan”ı da içine alıyordu. Lokal sınırları içerisinde ve mekanının üretmiş olduğu sorunlara koşut türküler üreten ozan, artık mekanını değiştirmiş ve bu mekan değişimi ile mekana bağımlı kültürü de değişmiştir. Kentin ve modernitenin ürettiği bireyin kendisine yabancılaşması, gelir dağılımındaki adaletsizlik, politik sorunlar, geleneksel hayattan zorunlu kopma gibi artık ozanın karşısında farklı sorun alanları açılmıştır. Ayrıca ozan kentte başka müzik türleri ile tanışmış ve doğal olarak bu tanışma onun müzikal bilincini zenginleştirmiş,kayıt teknolojisinin varlığı ile ürettiği türküleri kayıt altına alabilmiş ve doğal olarak da anonimleşme süreci sona ermiştir. Bütün bu sosyolojik veriler ile birlikte aslında kent merkezi de kendi sınırları içerisinde bir değişime yavaş yavaş başlamıştır. Dayatılan batı merkezli kültürel sunumun dışında kökleri ile irtibat kurmaya çabalayan farklı bir ilerlemeden de söz etmek mümkün. İşte bu noktada Ruhi Su ismini anmak gerekli. Batı müziği eğitimi almasına rağmen Su, elinde otantik bir enstrüman olan bağlama ve dilinde belki bin yıllık ortak coğrafyanın ürettiği türküler ile beraber ayrışan bir model sunuyordu. Siyasal tercihinin dışında bu makalenin konusunu oluşturan müzikal duruşu Ruhi Su ismini mutlak anmamızı gerektiriyor. O’nun açmış olduğu kanaldan ilerleyen genç kuşak Galatasaray Liseliler, Alman ,İtalyan Liseliler vs. yani Türk modernleşmesinin kollarını besleyen düşünceyi üreten kurumlardan çıkan çocuklar Batı ‘dan aldıkları gitarın yanına bağlamayı, kavalı eklemeye başladılar. Bu aslında bir şeylerin sadece müzikal alanda değil, kültürel alanda da değiştiğini gösteriyordu. Bu noktada Zülfü Livaneli, Ruhi Su’nun açmış olduğu politik sunumlu türküleri devralarak çağın formel diline taşıyan önemli bir isim olarak karşımıza çıkıyor. Kuşkusuz bahsettiğimiz süreçte sadece Livaneli yoktu. Selda Bağcan, Moğollar, Cem Karaca gibi isimler ve gruplar kentin kültüründen (Batı merkezli) gelip yüzünü Anadolu’ya (yani bir zamanlar Ulus’tan Kızılay’a çıkartılmayan halka) dönmüşlerdi. Ama bu dönüşü besleyen politik bir söylemi de barındırıyorlardı. Sosyalizm merkezli bir dünya tasarısı olan bu söylemin halk karşısında ne tür bir itibar gördüğü farklı okumalara açık olmak ile birlikte her şeyin ötesinde müzikal anlamda halkın üretmiş olduğu birikimi önemsemesi, büyük meydanlarda modernize ederek tekrar geri sunmaları önemli bir aşamayı imliyor aslında. Selda’nın, Cem Karaca’nın, Livaneli’nin yıllar geçmesine rağmen halk nezdinde saygın itibarlarının olmasında kuşkusuz bu empatik yaklaşımın da önemi var. Halk kendisinden alınan ve önemsenen birikimini tekrar kendisine saygı ile sunan bu isimleri -belki politik söylemlerini çok içselleştirmese de- siyasal iktidarların jakoben ve ötekileştirici tavrı karşısında daha sağlıklı ve daha kendinden bulmuştur. Özelde Zülfü Livaneli’nin ve diğerlerinin ürettiği müzik dünya ölçeğinde de çok ayrışık bir şey değildi. Latin Amerika’da ortaya çıkan ve folklorik müziği Batı armonisi ile besleyen, politik söylemi olan “Yeni Türkü” akımının ülkemizdeki yansıması şeklinde de okunabilir bu süreç. Keza Yunanistan’da Theodorakis de kendi türkülerinden ivmelenerek benzer çalışmalar ortaya koymuştur. Bu bağlamda Livaneli’nin ilk zamanlarda okuduğu anonim türkülerden sonra kendi bestelerine yönelmesi, güftelerinin büyük bir kısmının modern Türk şiirinin örneklerinden seçilmiş olması, çevresinde olup bitene duyarlı bir ilgi ortaya koyması, sadece müzik adamı değil hayatın getirdikleri karşısında gerek siyaset, gerek gazete yazıları, gerek sinema yönetmenliği ve gerekse romanları ile modern ozan kavramının içini dolduran en güçlü isimdir hiç kuşkusuz. Bunun yanında politik söyleme yaslanmasına rağmen halkın duyarlılık ve kültürü ile yabancılaşan marjinal örgütlenme ve oluşumlardan kendisini uzakta konumlaması onun taşıdığı sosyal duyarlılığı da açıkça belirginleştirmektedir. Zülfü Livaneli her ne kadar 70’lerde müzik üretmeye başladı ise de gerek büyük kitlelere ulaşması ve gerekse toplumun önemli bir kısmının duyarlılıklarını taşıyabilmesi açısında 1980 sonrasında ana mevzisini inşa etmiştir. Politik kırılmaların yaşandığı, ölümlerin, kayıpların, tutuklamaların, yabancılaşmanın, kayboluşların, kültürel dönüşümlerin büyük hızının soluklandığı 80 sonrasında Livaneli, müziği ile umut muştulamaya devam eden nadir isimlerden birisi olmayı sürdürmüştür. Ağlak, sızlamalı, kendisini gerçekleştiremeyen, kaybolmanın dehlizlerinden çıkacak politik-kültürel birikime sahip olamayan bir müzik yerine -ki 80 sonrasında böyle bir müzik geniş bir alan kapladı-, sürekli umudun, varoluşun, direnmenin, kardeşliğin derin bilgisinden beslenen müzikal bir damar ortaya koydu. Ne toplumsal karşılığı olmayan provakatif müziğe, ne de hayatın getirdiklerine yenik düşen ve bu yenilgiyi kutsayan müziğe yöneldi. Beslendiği türkülere sırtını çevirmeden ve fakat bu türküler ile de yetinmeyen ve dolayısı ile geleneği tüketmeyen, geleneği sürekli çağın diline koşut olarak dönüştüren ana bir damarı sürekli korudu. Ki bu ana damardan birçok isim beslenerek saygın üretimler ortaya koydular. Livaneli, aynı zamanda içinde bulunduğu siyasal akımı da iyi sosyolojik okumaya tabi tutan, bu akımın Türkiye’nin geldiği noktada kendisini değiştirmesi, toplum ile buluşacak ana damarları genişletmesi, toplumun özgürlük taleplerine olumlu cevaplar ortaya koyması gerektiğini belirterek tam da kendisinden daha doğrusu modern ozan kimliğinden beklenen eleştirel bilinçten beslendiğini ve bu eleştiriyi gerektiği zaman kendi dokusuna da yöneltebildiğini göstermiştir. Şu bir gerçek ki; hem müzisyen olan, hem sinema filmi yöneten, hem köşe yazarlığı yapan, hem entelektüel kimliğini başarıyla ortaya koyduğu eserlere imza atan çok nadir bir kişiliktir Livaneli. Müzik tarihimize baktığımızda bütün bu özellikleri üzerinde taşıyabilen kaç kişi sayabiliriz ki ?
hoşçakal kardeşim deniz'dir.. belki de bir orman bir gece kar altındayken; çocuksu, uçarı nasıl koşulur öğretendir.. ağlak gecelerin ertesinde kardeşin duymaz'dır ve el oğlunun duyduğu ne kadar da bilindiktir.. ah..