Tanıtım Yazısı
Batı'da egemen modernite kavramlarını ve tarihsel olarak "burjuva" toplumu modelinin gelişimini irdeleyen bu kitapta, Ellen Meiksins Wood, burjuva modernitesinin, "modern" devletin ve siyasi kültürünün somut örneğinin Kıta Avrupa'sında ortaya çıktığına ilişkin varsayımlara karşı, aslında sözü edilen somut örneğin prekapitalist toplumsal mülkiyet ilişkilerini gösterdiğini ileri sürüyor. Bunun ters örneği İngiltere'de ise, "modern" devlet ve buna ilişkin siyasi söylemin olmaması, gelişkin bir kapitalizme tanıklık ediyordu. Britanya ekonomisnin temel eksiklikleri ise, engellenen gelişme belirtilerini değil, kapitalist sistemin çelişkilerini göstermektedir.
İktisadi ve siyasi tarihi, düşünce tarihiyle birlikte ele alan Wood, güncel "Nairn-Anderson" tezlerinden, c.d. Clark'a ve Alan Macfarlane'e kadar geniş bir yelpazeyi içeren tartışmalara giriyor ve çeşitli konuları inceliyor: Britanya kapitalizminin ve Fransız mutlakiyetçiliğinin izlediği gelişim yolu; devlet ve ulusun sembolik simgeleri; İngiliz dilinin kültürel kalıpları; şehicilik, kırsalcılık ve bahçe payzajı; egemenlik, demokrasi mülkiyet ve ilerlemeye ilişkin düşünceler.
Çağdaş kapitalizmle ilgilenenler için olduğu kadar, erken modern Avrupa ya da Batı siyasi düşünce tarihiyle ilgilenenler için de ilginç bir çalışma.
"Taze bir nefes... on yıllardır okuduğum kitaplar arasında, en çok bu kitap beni düşünmeye ve yeniden düşünmeye itti...Okuması keyif verdi."
-Christopher Hill-
(Tanıtım Yazısından)
İçindekiler
İngiltere, Kapitalizm Ve Burjuva Paradigması
Burjuva Paradigması
Marksizm ve Burjuva Paradigması
İngilizlerin Özgüllüğü ve Britanya'nın Gerilemesi
Modern Devlet
Mutlakiyet ve Modern Devlet
Devlet Düşüncesi
İngiliz Devletinin Özellikleri
Devlet ve Millet
"Ukania Ulus Devleti"
Genel İrade Olarak Britanya Monarşisi: Ulus mu, Sınıf mı?
Burjuva Devrimi ve Baştan Aşağı Modern Devlet mi?
Olmayan Egemenlik Düşüncesi
Yasamanın Egemenliği ve İngiliz Örfi Hukuku
Örfi Hukuka Karşı Roma Hukuku: Akılcılık ve Mülkiyet
Thomas Hobbes ve Mutlakiyetin Savunusu
Halk Egemenliği, Demokrasi ve Devrim
Halk Egemenliği
"Aynı Seviyeye Gelme" Tehlikesi
Cumhuriyetçilik mi, Meşrutiyetçilik mi?
Devrim ve Gelenek
Kapitalist Kültürün Bileşenleri
Dil Ekonomisi
İngiliz Sosyal Düşüncesinde "Olmayan Merkez"
Sosyal Teori ve Mutlakiyetin Mirası
Sosyal Bütünlükler ve Felsefi Tarih
Sosyal Dünyanın Parçalanması
Ulusal Ekonomi
Klasik Ticari Çıkar ya da Yeni Bir Ticari Sistem mi?
Tamamlanmamış Sanayileşme mi?
Devlet ve Sanayi
Londra: Kapitalist Ekonominin Kalbi
Şehircilik ve Kırsalcılık
Toprak ve Ticaret
Büyük Dönüşümün Olmadığı 1. Model:
Eski Rejim Olarak İngiltere
Toplumsal Değişimin Olmadığı Model
J. C. D. Clark: İngiltere Eski Rejim mi?
Bir Eski Rejim Eski bir Rejimdir ve Eski Rejimdir
Parlamento ve Kraliyet
Teolojik Üslup
Patriarkalizm
Locke'çu Bir Anlaşma mı?
Büyük Dönüşümün Olmadığı 1. Model:
Kapitalizmin Yıllarca Sürdüğü İngiltere
Yıllarca Süren Kapitalizm mi?
İngiliz Bireyciliği ve Örfi Hukuk
Feodalizmden Kapitalizme
Bir Büyük Dönüşüm Var mıydı?
Sonuç: Kapitalizm ve İlerlemenin Belirsizliği
Kapitalizm ve Üretim
Kapitalizm ve Modern Devlet
Kapitalizm ve Demokrasi
Önsöz
2003 yılında Avrupa Birliği, Türkiye'nin siyasi yaşamında, askeriyenin etkisinden yakınınca, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Türk Silahları Kuvvetleri'nin (TSK) Türkiye'nin modernleşme sürecinin önderliğini yaptığı, cevabını basın yansıttı. Sadece dört yıl sonra, ordu ile Erdoğan'ın hükümeti acı biçimde karşı karşıya geldi. TSK, Türkiye'nin modernleştirici gücü olarak tarihsel Kemalist rolünü hatırlattı; hatta, cumhurbaşkanlığı için Erdoğan'ın adayı Abdullah Gül olunca, ülkenin modern laikliğinin ihlal edildiğini öne sürerek, hükümete karşı darbe tehdidinde bile bulundu. İktidar partisinin cevabı, Avrupa'daki destekçilerince yankılandı; İslam ilkelerine bütün bağlılığına rağmen, Erdoğan iktidarının, geriye dönük otoriter Kemalist devletçiliğe karşı, demokrasi ve iktisadi reformlar açısından modernleştirici bir güç olduğu öne sürüldü.
Belki de dünyada Türkiye gibi, modernite kavramının geçmişte ve şimdi bu kadar canlı olarak tartışıldığı ve acil bir mesele olarak gündemde olduğu başka ülke yoktur. Modernite tanımları, siyasal tartışmaların tam da merkezinde yer almaktadır. Gerçekten "modern" olmak ne demektir ve modernitenin taşıyıcıları kimlerdir? Modernite her şeyden önce "rasyonalizm", laik değerler, siyasal demokrasi ya da kapitalizmle mi ilgili? Türkiye örneği, başka ülkelerden daha canlı biçimde, moderniteyi nasıl tanımladığımıza bağlı olarak, ne kadar çok şeyin kazanılmasının ya da kaybedilebilmesinin söz konusu olduğunu gösteriyor. Erdoğan'ın peşinden gidenler bakımından, İslama sadakat olsun ya da olmasın, modernleşme programının can alıcı noktasında kapitalizm vardır; buna göre, piyasaların "özgürlüğü" ve iktisadi "reformu"yla -örneğin, toplumsal yaşamın giderek artan biçimde sermaye birikimi ve azami kâr ilkesine tabi kılınması- özdeşleştirilmeyen hiçbir demokrasi tanımı kabul edilemez. TSK ve diğer Kemalistler için ise, modernite, otoriter asker zihniyetiyle tamamen uyumludur; yeter ki, laik güç üstünlüğünü korusun; ve bu tutum kesinlikle kapitalizmle ters düşmez.
Bu modernlik tanımları açık biçimde ideolojik olarak kullanılmaktadır. Bunlar tarihi gerçekler hakkında az şey söylerken, aslında farklı siyasi programları ve önyargıları yansıtır. Türkiye'de ve başka yerlerde solun, modernitenin tarihsel olarak yanıltıcı tanımlarına karşı bağışıklığı olduğu söylenemez; tabii bu da siyasi alanı anlaşılması zor bir hale getirmektedir.
Türkiye'nin durumunun, tartışmayı ayrıca karmaşıklaştırdığını belirtmeye bile gerek yok; çünkü pek çok şeyin arasında, çok hassas birçok sorun tartışılmak zorunda: "Modernleşme" ile "Batılılaşma"nın ilişkisi, Türkiye'nin Avrupa'yla ve "Batı"yla ilişkisi ve şimdi de her zamankinden çok, İslam ile "modern" laiklik gerginliği. Bütün bu özgül karmaşıklıklar bir yana, modernite kavramı, Batılı diyarlarda da yeterince sorunlu bir kavram oldu. Bu kitapta açıklamaya çalıştığım gibi, modernite fikri her zaman büyük kafa karışıklığına yol açmış; bunun uzantıları sadece tarihi anlamamızı değil, aynı zamanda hem Sağ, hem de Sol'un siyasi projelerini de etkilemiştir.
Batılı modernite kavramları tipik biçimde, değişik ve farklı tarihsel gelişmeleri bir araya toplamaktadır: Rasyonalizmin yükselişi (kültürel, siyasal ve iktisadi), sekülarizm, kapitalizm ve demokrasi. Özellikle de, kapitalizm ilerlemenin doğal ve kaçınılamaz kaderi olarak sunulmakta; modernin özünün, demokrasi gibi diğer güzel "modern" şeylerden ayrılamayacağı öne sürülmektedir. Bu bir araya toplamalara ilişkin olarak, bir Batı tarihsel gelişim modeline dayanılarak, "burjuvazi" ile "kapitalist"in özdeşleştirilmesi klasik bir örnektir; buna kitabımda "burjuva paradigması" dedim; bu, kapitalizmin, kentleşmenin, ticarileşmenin ve ticaret artışının doğal bir sonucu olduğunu iddia etmektedir. Burjuva paradigmasıyla bağlantılı olarak da, eski ya da geleneksel ile "modern"i ayırmak için bazı tanıdık ikiliklere başvurulur: Kırsal/kentsel, tarım ve ticaret/sanayi, statü/kontrat, batıl inanç (büyü veya din)/akıl yürütme, aristokrasi/burjuvazi, feodalizm/kapitalizm. Tabii bu anlatımlarda, kentli ya da burjuvazi -tanım gereği kentli demek- ilerlemenin temel taşıyıcısı oluyor; amacını ister burjuva devrimiyle, isterse daha az fırtınalı yollarla gerçekleştirsin.
"Rasyonel" kapitalist üretim örgütlenmesiyle, cehalet ve batıl inançların yerine aklı yükselten tarihsel Aydınlanma sürecini aynı kefeye koymak, sadece muhafazakâr ideolojilere özgü bir durum değil; Marksistler bile, sosyalizmin önkoşulu olduğunu ister kabul etsinler, ister etmesinler, başarılı bir "burjuva devrimi"nin, siyasal ve iktisadi modernitenin yükselişinde çok önemli bir ân olduğu görüşündedir. Gerçekten de bu tarihsel model, Komünist Manifesto'da, hiçbir yerde olmadığı kadar çok, öne çıkar.
Kitabımdaki savlarımla bu modernite kavramlarını sorguluyorum; çünkü bunlar yalnızca tarihi çarpıtmakla kalmıyor, aynı zamanda çok ciddi siyasal sonuçlar doğuruyor. Bir araya boca edilen değişik tarihsel süreçlerle birlikte harmanlanan modernite kavramlarını çözmeye çalıştım. Moderniteyle ilişkilendirdiğimiz pek çok şeyin, kapitalizmle ilgisi bulunmadığını göstermeye gayret ettim. Örneğin, "burjuva"nın tarihsel olarak "kapitalist"le özdeş olmadığını, insanlığın "gelişmesi" için yükselen Aydınlanma düşüncesine yol açan tarihsel güçlerin, sonsuz sermaye birikimi ve azami kâr peşindeki kapitalist mantıktaki "gelişme"yle, zorunlu olarak aynı olmadığının üstünde durdum. Moderniteyi, kapitalizmle özdeşleştirmenin, kapitalizmi doğallaştırma, onun özgüllüğünü gizleme ya da kavramsal olarak tamamen ortadan kaldırılmasına yol açan etkileri olduğunu öne sürdüm. Bu yaklaşım, demokrasiyi kapitalizmle ve özgürlüğü piyasalarla özdeşleştiren, insanlığın ilerlemesini, kapitalizmin zaferine indirgeyenlerin ekmeğine yağ sürüyor.
Geleneksel modernite kavramlarının, özellikle dönüştürmek ve aşmak amacıyla kapitalizmi anlamak isteyen sosyalistleri etkisizleştirdiğini öne sürüyorum. Kavramlardaki kafa karışıklığı ortamında "post-modernizm", "Aydınlanma projesinin" reddedilmesine davetiye çıkarmaktadır; ve bu post-modern düşünce, hepimizden Aydınlanma'nın özgürlük görüşünde ne kadar iyi şey varsa, hepsini feda etmemizi isterken, değil kapitalizme karşı çıkmak, onu anlama ihtimalimizin bile olmadığını öne sürüyor. En kötü ihtimalle, kapitalizmin ideolojik terimleriyle bizi, onu kabul etme tuzağına düşürüyorlar. Umudum, genellikle modernite kavramı içinde bir araya getirilen tarihsel süreçler düğümünün parçalara ayrıldığı bu kitabın, en azından kapitalizmin doğasının anlaşılmasına ve buna karşı yürütülen mücadelelerin haritasının çizilmesine, küçük bir katkıda bulunmasıdır.
Ellen Meiksins Wood
Ağustus 2007
daha fazla
Yazar: Ellen Meiksins Wood
Yayınevi: Yordam Kitap
ISBN: 789944122191
Sayfa: 238s.
Boyut:
Kapak:
Tarih: 1905
Kağıt Tipi: