Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
TÜRKİYE’DE BEYAZ TÜRK HEGEMONYASI
Türkiye’deki “Beyaz Türk” kimliği etrafında şekillenen kültürel-siyasal hegemonya, dünyadaki yönetim modellerinin sınıfsal, etnik ve kültürel iktidar biçimleriyle karşılaştırılarak incelenmiştir. Maka...
38. Bölüm

Varoluşun Ötekileştirilmesi: Sartre'ın Bakışıyla Türkiye’de ‘Beyaz Türklük’ Hegemonyasının Felsefi, Sosyolojik ve Tarihsel Bir Eleştirisi

19 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Özet:

Bu çalışma, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu modernleşme projesi olan Kemalizm tarafından inşa edilen ‘Beyaz Türklük’ kimliğini, Fransız filozof Jean-Paul Sartre’ın varoluşçu felsefesinin kavramları ışığında analiz etmeyi amaçlamaktadır. Makale, ‘Beyaz Türk’ normativitesinin (Türk etnisitesi, Sünni-İslam kökeni ve seküler-Batılı yaşam tarzı) bir ‘öz’ olarak nasıl sabitlendiğini ve bu sabit ‘öz’ün, kendinden olmayan ‘Öteki’ni (Kürtler, Aleviler, dindar muhafazakarlar, gayrimüslimler) varoluşsal bir tehdit olarak kodlayarak marjinalleştirdiğini, dışladığını ve şiddeti meşrulaştırdığını iddia etmektedir. Sartre’ın “Varoluş özden önce gelir”, “Öteki”, “Kötü Niyet” (Mauvaise Foie) ve “Özgürlük” kavramları, bu hegemonik sürecin psikolojik temellerini, sosyolojik sonuçlarını ve felsefi çıkmazlarını ortaya koymak için bir çerçeve olarak kullanılacaktır. Tarihsel ve sosyolojik vakalar üzerinden ilerleyen bu analiz, Türkiye’deki resmi kimlik politikalarının, bireylerin ‘kendilerini özgürce var etme’ potansiyelini nasıl sistematik bir şekilde baskıladığını Sartre’cı bir perspektifle sorgulamayı hedeflemektedir.

Anahtar Kelimeler: Beyaz Türklük, Kemalizm, Hegemonya, Jean-Paul Sartre, Varoluşçuluk, Öteki, Özgürlük, Kötü Niyet, Kimlik Politikaları.

Giriş: Bir ‘Öz’ün İnşası Olarak Beyaz Türklük

Jean-Paul Sartre, modern varoluşçuluğun manifestosu niteliğindeki “Varoluşçuluk Bir Hümanizmdir” adlı eserinde, insanlık durumuna dair belki de en radikal önermeyi sunar: “Varoluş özden önce gelir.” Bu, insanın önce dünyaya fırlatıldığını, var olduğunu, ancak daha sonra kendi eylemleri, seçimleri ve yaşantılarıyla kendi ‘öz’ünü, yani kimliğini ve anlamını yarattığını söyler. İnsan, önceden tanımlanmış, sabitlenmiş bir ‘öz’ ile doğmaz; kendisini özgürce inşa eder.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kemalist modernleşme projesi ise, bu Sartre’cı ilkenin tam tersi bir mantıkla işlemiştir. Proje, öncelikle idealize edilmiş, homojen bir ulusal ‘öz’ tanımlamıştır: Etnik olarak Türk, dini olarak (kültürel bir referans noktası olarak) Sünni-İslam, sosyo-kültürel olarak ise seküler, batılı ve modern. Bu tanım, ‘Beyaz Türklük’ olarak anılan hegemonik kategorinin çerçevesini çizer. Burada, Sartre’ın reddettiği türden, önceden belirlenmiş, sabit, değişmez bir ‘öz’ dayatılmıştır. İnsanların ‘varoluşlarıyla’ kendi ‘öz’lerini yaratmalarına izin verilmek yerine, devlet eliyle tanımlanmış bu ‘öz’e uyum sağlamaları beklenmiştir. Bu süreç, ‘Beyaz Türk’ olmayan herkesi, tanım gereği, bir ‘Öteki’, bir sorun ve hatta bir varoluşsal tehdit haline getirmiştir.

Bu makale, Sartre’ın felsefi araç setini kullanarak, ‘Beyaz Türklük’ hegemonisinin üç boyutunu analiz edecektir:

Felsefi Boyut: Sabit bir ‘öz’ dayatmasının ve ‘Öteki’nin yaratılmasının varoluşsal temelleri.

Tarihsel-Sosyolojik Boyut: Bu dayatmanın resmi politikalara, eğitim sistemine ve toplumsal hayata nasıl yansıdığı.

Psikolojik Boyut: Hem hegemonik grubun hem de marjinalleştirilmiş grupların bu süreçte yaşadığı ‘kötü niyet’ ve yabancılaşma halleri.

1. Tez: Kemalist Proje ve ‘Öz’ün Sabitlenmesi

Kemalist modernleşme, bir ölüm-kalım projesiydi. Çöküşün eşiğindeki bir imparatorluktan ulus-devlet yaratma çabası, kaosu düzene çevirmek için güçlü, merkezi ve homojen bir kimlik gerektiriyordu. Bu, anlaşılır bir tarihsel bağlam sunsa da, Sartre’cı anlamda varoluşsal bir trajedinin de temelini attı.

Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi: Bu resmi teoriler, etnik ‘öz’ü sabitlemek ve Anadolu’daki tüm medeniyetleri bu Türk ‘öz’üne bağlayarak homojen, kadim ve saf bir köken yaratmak amacındaydı. Bu, bir halkın ‘varoluşunu’ (Anadolu’daki çok katmanlı, karmaşık gerçekliği), önceden tasarlanmış bir ‘öz’ün (tek tip Türklük) içine sıkıştırmaya çalışmaktı.

Laiklik ve Dinin Yeniden Tanımlanması: Din, kamusal alandan çıkarılırken, özel alanda kontrol altına alınmış, devletle uyumlu, kültürel bir kimlik unsuru olarak yeniden tanımlandı. Sünni-İslam, bu ‘öz’ün sessiz bir bileşeni haline getirildi. Bu, dindar bireyin inancını ‘özgürce var etme’ imkanını kısıtlayarak, onu devletin tanımladığı kalıba soktu.

Seküler Batılı Yaşam Tarzı: Şapka Kanunu, soyadı kanunu, Latin harfleri, kadının kamusal alanda konumlandırılması gibi radikal reformlar, yeni bir ‘medeni öz’ dayatmasıydı. İnsanların kıyafetleri, alfabeleri, ailevi kimlikleri ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden ‘varoluşlarına’ müdahale edildi.

Bu proje, Sartre’ın tabiriyle, insanları “Kendinde Şey” (être-en-soi) statüsüne indirgeme eğilimindeydi: sabit, değişmez, pasif nesneler. Oysa Sartre için insan, “Kendi İçin Şey” (être-pour-soi)’dir; yani dinamiktir, oluş halindedir, özgürlüğe mahkumdur ve kendini sürekli aşar. Kemalist proje, bu özgür varoluşu, katı bir ‘öz’ kalıbına dökerek sınırlandırmıştır.

2. Antitez: ‘Öteki’nin Yaratılması ve Varoluşsal Tehdit

Sartre, “Varlık ve Hiçlik”te “Cehennem, başkalarıdır” der. Bu, başkalarının varlığının, benim özgürlüğümü ve dünyamdaki mutlak merkeziliğimi tehdit etmesiyle ilgilidir. ‘Öteki’, beni bir nesne olarak görerek, kendi öznelliğimde sabote eder. Hegemonik kimlik inşası, bu felsefi gerilimi kitlesel bir politikaya dönüştürür. ‘Beyaz Türk’ özünü merkeze alan sistem, kendine benzemeyen herkesi bu varoluşsal tehdit olarak ‘Öteki’leştirmiştir.

Etnik Öteki: Kürtler: Türklük ‘öz’ü tanımı, en şiddetli çatışmayı Kürtlerle yaşamıştır. “Dağ Türkleri” tanımı, Kürt kimliğinin inkârı, bir halkın tüm ‘varoluşunu’ (dili, kültürü, tarihi) yok sayarak onları sabit Türk ‘öz’ü içinde eritmeye yönelik bir çabadır. 1925 Şark Islahat Planı, Dersim Tertelesi (1937-38), ve 1990’lardaki zorla kaybetmeler, bu ‘Öteki’nin fiziksel olarak da tasfiyesine yönelik şiddet eylemleridir. Kürt, Sartre’cı anlamda, ‘Beyaz Türk’ özgürlüğünün önünde bir engel, bir tehdit olarak kodlanmıştır.

Dini/Mezhepsel Öteki: Aleviler: Resmi olarak İslam’ın bir parçası sayılmalarına rağmen, Sünni-olmayan pratikleri ve inançlarıyla ‘standart’ Sünni kültürel ‘öz’e uymadılar. Cemevlerinin tanınmaması, asimilasyon politikaları ve Madımak Katliamı (1993) gibi olaylar, Alevi varoluşunun nasıl görünmez kılındığını, aşağılandığını ve şiddete maruz bırakıldığını gösterir. Alevi, ‘laik’ çerçevenin dışında kalan, kontrol edilemeyen bir ‘Öteki’dir.

Sosyo-Kültürel Öteki: Dindar Muhafazakarlar: Seküler yaşam tarzı norm olarak kabul edildiği için, kamusal alanda dini semboller taşıyanlar (başörtülü kadınlar gibi) uzun süre ‘öteki’ olarak işaretlendi. Üniversite ve kamusal kurumlardaki başörtü yasakları, bu bireylerin ‘kendi varoluşlarını’ yaşama, eğitim alma ve çalışma özgürlüklerini elinden alan somut dışlama mekanizmalarıydı. Onlar, ‘çağdaş’ Türk ‘öz’üne aykırı, geri kalmış bir figür olarak temsil edildi.

3. Sentez: ‘Kötü Niyet’ (Mauvaise Foie) ve Hegemonik Kimliğin Psikolojisi

Sartre’ın analizindeki en güçlü kavramlardan biri, bu süreçteki psikolojik dinamikleri anlamamıza yardımcı olur: Kötü Niyet. Kötü niyet, insanın katlanılmaz bulduğu kendi özgürlüğünden ve sorumluluklarından kaçmak için kendini kandırmasıdır. İnsan, ya bir nesneymiş gibi (Kendinde Şey) ya da tamamen özgür bir özneymiş gibi (Kendi İçin Şey) davranarak bu sorumluluktan sıyrılmaya çalışır.

Hegemonik Grubun Kötü Niyeti (‘Beyaz Türk’): ‘Beyaz Türk’ kimliğini benimseyen birey, kendi konumunun tarihsel ve sosyal olarak inşa edilmiş, rastlantısal bir durum olduğunu kabul etmektense, onu doğal, kaçınılmaz ve üstün bir ‘öz’ olarak görme eğilimindedir. Bu, bir tür kötü niyettir. Birey, “Ben böyleyim, bu doğal ve değişmez” diyerek (Kendinde Şey rolüne sığınarak) bu konforlu kimliğin getirdiği ayrıcalıkların ve ‘Öteki’nin maruz bırakıldığı baskının sorumluluğundan kaçar. Kendi özgürlüğünü ve bu özgürlüğü kullanarak bu düzeni değiştirme potansiyelini inkâr eder.

Marjinal Grupların Kötü Niyeti: Öte yandan, marjinalleştirilmiş gruplar da bazen bu baskıcı ‘öz’ tanımını içselleştirebilir (içselleştirilmiş ötekileştirme). Örneğin, anadilini konuşmaktan utanç duyan bir Kürt, “aslında Türk’üm” diyen bir Alevi veya ‘modern’ görünmek için dini kimliğini gizleyen bir muhafazakar, hegemonik ‘öz’e sığınma eğiliminde olabilir. Bu da bir kötü niyet örneğidir; birey, özgür ve otantik varoluşunun getireceği risk, dışlanma ve sorumluluktan kaçarak, kendini baskıcı sistemin tanımladığı sabit bir ‘öz’ün (‘Kendinde Şey’) içine hapseder.

Bu karşılıklı kötü niyet hali, hegemonik sistemin istikrarını sağlar. Ezilen, ezenin tanımladığı rolle özdeşleştiği ölçüde, sistem kendi kendini yeniden üretir.

4. Sartre’ın ‘Özgürlük’ Savunusu ve Türkiye İçin Çıkarımlar

Sartre’ın felsefesi sadece bir eleştiri aracı değil, aynı zamanda bir umut ve eylem çağrısıdır. “İnsan özgür olmaya mahkûmdur” sözü, kaçınılmaz bir yükümlülüğe işaret eder. İnsan, seçim yapmaktan, kendi ‘öz’ünü yaratmaktan ve bu seçimlerin sorumluluğunu almaktan kaçamaz.

Türkiye’nin demokratikleşme ve çoğulculaşma mücadelesi, tam da bu Sartre’cı özgürlük ilkesinin hayata geçirilme çabasıdır. Bu, şu anlama gelir:

Sabit ‘Öz’ Reddi: Devletin veya hegemonik bir grubun, vatandaşları için tek tip, sabit bir kimlik ‘öz’ü dayatma hakkı yoktur.

Varoluşun Tanınması: Tüm bireylerin ve grupların, kendi varoluşlarını, kendi seçimleri, kültürleri, dilleri ve inançları doğrultusunda özgürce inşa etme hakkı tanınmalıdır. Bu, Kürtçenin eğitim dili olmasından, Alevi inancının tanınmasına, başörtüsü yasağının kalkmasına kadar geniş bir yelpazede somut politika taleplerine karşılık gelir.

Sorumluluk Alma: ‘Beyaz Türk’ tanımına uyanlar da dahil olmak üzere tüm toplum, bu tarihsel dışlama mekanizmalarının ve şiddetin sorumluluğunu üstlenmeli ve ‘kötü niyet’ halinden çıkarak, daha adil ve özgür bir toplum inşa etmek için kolektif özgürlüklerini kullanmalıdır. Bu, suçluluk duygusu değil, etik bir sorumluluktur.

Sonuç

Jean-Paul Sartre’ın varoluşçu felsefesi, Türkiye’deki ‘Beyaz Türklük’ hegemonisini anlamak için son derece güçlü bir analitik çerçeve sunar. Kemalist modernleşme projesinin, tarihsel bir gereklilik olarak görülebilecek yönleri olsa da, dayattığı sabit ve homojen ulusal ‘öz’, Sartre’ın “Varoluş özden önce gelir” ilkesine temelden aykırıdır. Bu sabit ‘öz’ inşası, kaçınılmaz olarak ‘Öteki’ler yaratmış ve bu ‘Öteki’lere yönelik sistematik dışlama, asimilasyon ve şiddet için zemin hazırlamıştır.

Hem hegemonik grupta hem de marjinal gruplarda gözlemlenebilen ‘kötü niyet’ hali, bu baskıcı sistemin psikolojik ayakta kalma mekanizmasını oluşturur. Ancak Sartre’ın özgürlük vurgusu, bu kısır döngüden bir çıkış yolu işaret eder: İnsan, özgür olmaya mahkumdur. Türkiye’nin geleceği, bu özgürlüğü, çoğulcu, çok-kültürlü ve özgürlükçü bir toplum inşa etmek için kolektif olarak kullanıp kullanamayacağına bağlıdır. Bu, katı kimlik kalıplarını reddederek, her bireyin ve grubun kendi otantik varoluşunu inşa etme hakkını tanımak anlamına gelir. Nihayetinde, cehennem sadece ‘başkaları’ değil, aynı zamanda kendi özgürlüğümüzden kaçarak kendimizi hapsettiğimiz katı ‘öz’ kalıplarıdır.

Kaynakça

Sartre, J-P. (1943). Varlık ve Hiçlik (L'Être et le Néant). (T. Ilgaz & G. Ç. Güvenç, Çev.). İthaki Yayınları.

Sartre, J-P. (1946). Varoluşçuluk Bir Hümanizmdir (L'existentialisme est un humanisme). (A. Bezirci, Çev.). Say Yayınları.

Keyman, E. F. (2007). Modernlik, Oryantalizm ve Türkiye. İletişim Yayınları.

Üstel, F. (2004). “Makbul Vatandaş”ın Peşinde: II. Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi. İletişim Yayınları.

Yeğen, M. (2004). Devlet Söyleminde Kürt Sorunu. İletişim Yayınları.

Göner, Ö. (2005). Türk Milliyetçiliği ve Aleviler. İletişim Yayınları.

Copeaux, É. (1998). Tarih Ders Kitaplarında Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine. Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Navaro-Yashin, Y. (2002). Faces of the State: Secularism and Public Life in Turkey. Princeton University Press.

Ahıska, M. (2005). Radyonun Sihirli Kapısı: Batı’nın Hayali ve Türkiye’de Modernliğin Tahayyülü. Metis Yayınları.

Foucault, M. (1975). Hapishanenin Doğuşu (Surveiller et Punir: Naissance de la prison). (M. A. Kılıçbay, Çev.). İmge Kitabevi. (İktidar ve normların inşası bağlamında).
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL