Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
TÜRKİYE’DE BEYAZ TÜRK HEGEMONYASI
Türkiye’deki “Beyaz Türk” kimliği etrafında şekillenen kültürel-siyasal hegemonya, dünyadaki yönetim modellerinin sınıfsal, etnik ve kültürel iktidar biçimleriyle karşılaştırılarak incelenmiştir. Maka...
24. Bölüm

Hegemonik İnşanın İki Yüzü: Kemalist Modernleşme ve ‘Beyaz Türklük’ Normunun Rönesans Felsefesi Işığında Eleştirel Bir Analizi

18 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Özet

Bu makale, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in inşa ettiği ‘Beyaz Türk’ kimliğini hegemonik bir norm olarak analiz etmektedir. Etnik olarak Türk, dini olarak Sünni-İslam (ancak kültürel düzeyde) ve sosyo-kültürel olarak seküler-Batıcı parametrelerle tanımlanan bu kimlik, kendinden olmayanı ötekileştiren, dışlayan ve zaman zaman şiddetle bastıran bir hegemonya aracına dönüşmüştür. Çalışmanın temel tezi, Kemalist modernleşme projesinin, 15.-17. yüzyıl Rönesans ve Erken Modern Dönem felsefesinde yaşanan radikal epistemolojik kopuşla paralel bir mantığa sahip olduğudur. Nasıl ki Rönesans, Skolastik kilise otoritesinden koparak insanı (hümanizm) ve doğayı (bilimsel devrim) yeni bir rasyonalite ve sınıflandırma rejimi içinde ‘yeniden keşfetti’ ve bu süreç kilisenin ‘ötekilerine’ (heretiklere, bilim insanlarına, cadılara) yönelik yeni baskı mekanizmalarını beraberinde getirdiyse; Kemalizm de Osmanlı-İslam geleneğinin otoritesini reddederek ‘yeni insan’ (Türk ulusu) ve ‘yeni vatan’ (Türkiye Cumhuriyeti) idealini, benzer bir totaliter rasyonalite ve sınıflandırma çerçevesinde inşa etmiştir. Bu inşa, Rönesans’taki hümanist evrenselcilik iddiasının aksine, yerel ve dışlayıcı bir hegemonik kategori yaratmıştır. Makale, bu süreci psikolojik (kimlik inşası ve ötekinin yaratılması), sosyolojik (sınıf, statü ve kültürel sermaye), felsefi (otorite, rasyonalite ve iktidar) ve tarihsel (resmi ideoloji ve muhalefetin bastırılması) boyutlarıyla, Rönesans düşüncesi ile diyalektik bir ilişki içinde irdeleyecektir.
Anahtar Kelimeler: Beyaz Türklük, Kemalizm, Hegemonya, Rönesans Felsefesi, Hümanizm, Ötekilik, Modernleşme, Sekülerlik.

Giriş: İki Kopuş, İki İnşa

Türkiye’nin modernleşme serüveni, genellikle bir ‘medeniyet değiştirme’ projesi olarak tasavvur edilmiştir. Bu proje, kendisinden kopmak istediği Osmanlı-İslam geleneğini bir ‘karanlık çağ’ olarak resmettiği için, kendi zihinsel köklerini Aydınlanma ve pozitivizmde aramıştır. Ancak, bu makale, Kemalist modernleşmenin metodolojik ve epistemolojik mantığının, Aydınlanma’dan ziyade, Aydınlanma’nın hazırlayıcısı olan Rönesans’ın radikal kopuş ve yeniden inşa sürecine daha fazla benzediğini iddia etmektedir.

Rönesans, Skolastik düşüncenin tektipçi, Tanrı-merkezli ve otoriteye dayalı evreninden kopuştu. Ancak bu kopuş, mutlak bir özgürleşme değil, yeni bir iktidar ve sınıflandırma rejiminin doğuşuydu. Hümanizm, ‘insan’ı keşfederken onu ölçülebilir, sınıflandırılabilir ve idealize edilebilir bir varlık haline getirdi. Bilimsel devrim, doğayı anlamlandırırken onu matematiksel yasalara tabi kıldı ve kontrol edilebilir bir nesneye dönüştürdü. Machiavelli, siyaseti ahlaktan arındırırken onu ‘iktidarın rasyonalizesi’ne indirgedi.

Benzer şekilde, Kemalist proje de Osmanlı’nın çok kimlikli, dini referanslı ümmet yapısından kopuşu temsil eder. Bu kopuş, ‘akıl’ ve ‘bilim’e dayalı, ‘çağdaş medeniyet’ seviyesini hedefleyen ulus-devlet inşasıdır. Ancak burada da ‘akıl’, mutlak bir özgürleşme aracı değil, belirli bir kimliği (‘Beyaz Türk’ normu) merkeze alarak diğerlerini (‘ötekileri’) sınıflandıran, disipline eden ve bastıran hegemonik bir araç haline gelmiştir. Bu çalışma, bu paralel epistemolojik mantığı ortaya koyarak, Türkiye’deki hegemonya sorununu daha derin bir felsefi tarihsel bağlamda sorgulamayı amaçlamaktadır.

1. Tez: Rönesans’ın Epistemolojik Devrimi ve İktidarın Rasyonalizasyonu

Rönesans, bir ‘yeniden doğuş’tan ziyade, bir ‘epistemolojik devrim’dir. Skolastik düşüncenin kilise babaları ve Aristoteles otoritesine dayalı kapalı evreni, yerini bireyin gözlemine, deneyine ve eleştirel aklına bırakmaya başlamıştır.

• Hümanizm ve İdeal İnsanın İnşası: Erasmus veya Thomas More gibi hümanistler, insanı ve onun dünyevi kapasitelerini merkeze aldılar. Ancak bu, her insanın eşit değerde olduğu anlamına gelmiyordu. Aksine, Latince bilen, klasik metinleri okuyabilen, ‘kültürlü’ bir insan idealini yücelttiler. Bu, yeni bir seçkinler sınıfı ve yeni bir kültürel sermaye tanımı yaratıyordu. Kilisenin ‘imanlı kul’ idealinin yerini, hümanistin ‘aydınlanmış, medeni birey’ ideali alıyordu. Bu ideal, doğası gereği dışlayıcıydı; eğitimsiz kitleleri, ‘kaba’ ve ‘medeniyetsiz’ olarak konumlandırıyordu.

• Bilimsel Devrim ve ‘Doğru’ Bilginin Tekeli: Copernicus ve Galileo, kilisenin evren anlayışını yıkarak modern bilimin temellerini attılar. Ancak bu devrim, mutlak bir özgürlük getirmedi. Aksine, evreni anlamanın tek meşru yolunun matematiksel akıl yürütme ve ampirik gözlem olduğu yeni bir dogma yarattı. Bu, geleneksel, mistik veya farklı kültürel bilgi biçimlerini (‘batıl inanç’, ‘cehalet’ olarak) gayrimeşru ilan etmenin yolunu açtı. Bilim, kilisenin yerini alan yeni bir otorite, doğayı kontrol etmenin ve sınıflandırmanın totaliter bir aracı haline geldi.

• Machiavelli ve İktidarın Saf Haline Ulaşmak: Machiavelli’nin Prens adlı eseri, siyaseti ahlaktan ve dinden tamamen ayırarak, onu özerk bir faaliyet alanı olarak tanımladı. Onun realizmi, ‘devletin bekası’ veya ‘iktidarın korunması’ gibi araçsal bir rasyonaliteyi en yüce değer haline getirdi. Bu bakış açısı, ‘amaç, aracı meşru kılar’ mantığıyla, iktidarın muhalefeti bastırmak, hile yapmak ve şiddet uygulamak için her türlü aracı meşrulaştırabileceği bir zemin hazırladı.

Bu üç unsur bir araya geldiğinde, Rönesans’ın mirası şudur: İnsan ve toplum, yeni bir rasyonalite ve sınıflandırma rejimi aracılığıyla yeniden tanımlanmış, bu tanım ‘ideal’ ve ‘normal’ olanı inşa ederken, bu norma uymayan her şeyi (‘öteki’) kontrol edilmesi, düzeltilmesi veya ortadan kaldırılması gereken bir nesne haline getirmiştir.

2. Antitez: Kemalist Proje – Türkiye’nin Rönesans’ı ve ‘Beyaz Türk’ İdealinin İnşası

Kemalist modernleşme, Türkiye’nin kendi Rönesans’ı, kendi ‘yeniden doğuş’udur. Tıpkı Rönesans’ın Skolastik dünyaya yaptığı gibi, Osmanlı-İslam geleneğine radikal bir kopuş yaşatmıştır. Bu kopuşun merkezinde, ‘Beyaz Türk’ olarak adlandırılan hegemonik kimlik normu inşa edilmiştir.

• Kemalist Hümanizm ve ‘Çağdaş İnsan’ Ideali: Kemalizm’in hümanizmi, evrensel bir insan sevgisinden ziyade, belirli bir insan tipini (Türk, Sünni kökenli, seküler, Batılı giyinen, alkol tüketen, opera dinleyen) ‘medeni’ ve ‘çağdaş’ olarak kodlayan bir projeydi. Bu ideal, tıpkı Rönesans hümanistlerinin Latince bilen seçkinleri gibi, yeni bir kültürel sermaye ve seçkinler sınıfı tanımladı. Türk Dil ve Tarih Kurumları, Halkevleri ve Köy Enstitüleri, bu ideal insan tipini yaratacak ‘aydınlanmış’ bireyleri yetiştirmek için araçlardı. Bu süreç, bu normlara sahip olmayanları (Kürtçe konuşanı, başörtülüyü, dindar muhafazakarı, Alevi kültürünü yaşayanı) ‘gerici’, ‘cahil’ veya ‘yabani’ olarak konumlandırarak aşağıladı ve dışladı.

• Pozitivist Bilim ve ‘Resmi Gerçeklik’: Kemalizm, bilimi (pozitivizm) neredeyse bir din gibi kutsadı. ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ vecizesi, bilimi tek meşru yol gösterici olarak ilan etti. Ancak bu bilim anlayışı, Galileo’nun matematiği gibi, totaliter bir nitelik kazandı. Türk-İslam Sentezi çerçevesinde yazılan resmi tarih tezleri, Güneş Dil Teorisi gibi dil politikaları, ‘ırkçı’ ve ‘şoven’ bir Türk milliyetçiliği, ‘bilimsel gerçeklik’ kisvesi altında topluma dayatıldı. Bu ‘resmi gerçeklik’e itiraz eden her türlü bilgi (alternatif tarih anlatıları, Kürtlerin varlığı, Alevi inancının farklılığı) ‘bilimdışı’, ‘bölücü’ veya ‘yıkıcı’ olarak damgalandı ve şiddetle bastırıldı.

• Kemalist Realizm ve ‘Devletin Bekası’: Tıpkı Machiavelli’nin Prens’i gibi, Kemalist elitler için en yüce değer ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası’ ve ‘üniter yapının korunması’ oldu. Bu araçsal rasyonalite, Şark Islahat Planları, Dersim Katliamı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları, darbe anayasaları ve Kürt hareketine yönelik şiddet politikaları gibi sayısız uygulamayı meşrulaştırmak için kullanıldı. ‘Devlet için her yol mubahtır’ anlayışı, ötekileştirilmiş gruplara yönelik sembolik ve fiziksel şiddetin temel gerekçesi haline geldi.

Sonuç olarak, Kemalist proje, Rönesans’taki gibi, kendi ‘ideal insan’ını ve ‘resmi gerçeklik’ini yaratarak, bu normatif çerçevenin dışında kalan herkesi bir öteki, bir sorun, bir tehdit olarak inşa etmiştir. ‘Beyaz Türklük’, bu hegemonik projenin somut sosyolojik karşılığıdır.

3. Sentez ve Eleştirel Analiz: Hegemonyanın Psiko-Sosyal ve Felsefi Kökleri

‘Beyaz Türk’ hegemonyasının sürdürülebilirliği, onun sadece devlet zoruyla değil, aynı zamanda toplumsal rıza ile üretilmesinden kaynaklanır. Bu, psikolojik ve sosyolojik dinamiklerle açıklanabilir.

• Psikolojik Boyut: Kimlik, Aidiyet ve Ötekinin İnşası: Sosyal psikolojideki Sosyal Kimlik Teorisi’ne göre, bireyler benlik saygılarını, içinde bulundukları grubu (‘biz’) diğer gruplardan (‘onlar’) üstün görmek suretiyle artırırlar. Kemalist ideoloji, ‘Beyaz Türk’ kimliğini ‘çağdaş’, ‘medeni’ ve ‘ilerici’ olarak tanımlayarak, bu kimliğe sahip bireylere psikolojik bir üstünlük ve aidiyet duygusu sağlamıştır. Diğer yandan, ‘öteki’ (Kürt, dindar, Alevi) ‘gerici’, ‘ilkel’ veya ‘tehlikeli’ olarak damgalanarak, bu kimliğe sahip bireylerde içselleştirilmiş bir aşağılık duygusu yaratılmış ve ‘biz’ grubunun kimliği bu karşıtlık üzerinden güçlendirilmiştir. Bu, bir önyargı ve ayrımcılık döngüsü yaratmıştır.

• Sosyolojik Boyut: Kültürel Sermaye ve Sembolik Şiddet: Pierre Bourdieu’nün kavramlarıyla, ‘Beyaz Türklük’, en değerli kültürel sermaye biçimi haline getirilmiştir. Devlet kurumları, eğitim sistemi, medya ve sanat, bu sermayeyi elinde bulunduranların lehine işlemiştir. ‘Doğru’ Türkçe aksanıyla konuşmak, ‘doğru’ kıyafetleri giymek, ‘doğru’ sanat formlarını tüketmek, statü ve erişim için anahtardı. Bu normlara uymayanlar, sembolik şiddete maruz kalmış, yani onların kültürel pratikleri gayrimeşru, değersiz ve görünmez kılınmıştır. Bu, fiziksel şiddetten daha incelikli ama en az onun kadar etkili bir tahakküm biçimidir.

• Felsefi Boyut: Araçsal Akıl ve İktidar: Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer’ın Aydınlanma’nın Diyalektiği’nde savunduğu gibi, akıl, özgürleştirici bir potansiyelden, tahakküm ve kontrol aracına (araçsal akıl) dönüşebilir. Kemalist modernleşmede de akıl, evrensel bir insan yetisi olmaktan çıkıp, belirli bir yaşam tarzını (‘Beyaz Türk’ normunu) diğerlerine dayatmanın meşrulaştırıcı aracı haline gelmiştir. Bu, Michel Foucault’nun iktidar analizine de uyar: İktidar sadece baskı yapmaz, aynı zamanda ‘hakikat’i üretir ve bireylerin kendi benliklerini bu ‘hakikat’e göre inşa etmelerini sağlar (‘Biyo-iktidar’). Kemalist eğitim ve sağlık politikaları, ‘modern’ ve ‘sağlıklı’ vatandaşlar yaratma hedefiyle, aslında bedenler ve zihinler üzerinde ince bir denetim mekanizması işletmiştir.

Sonuç: Hegemonyadan Diyaloğa

Türkiye’nin demokratikleşme önündeki en büyük engellerden biri, Kemalist modernleşme projesiyle merkeze yerleştirilmiş olan ‘Beyaz Türk’ hegemonik kimlik normunun kalıntılarıdır. Bu çalışma, bu hegemonyanın, Batı’da modernitenin doğuşuna zemin hazırlayan Rönesans’ın epistemolojik devrimiyle paralel bir mantığa sahip olduğunu ortaya koymuştur. Her iki süreç de bir otoriteden koparken, kendi ideal insan, ideal bilgi ve ideal iktidar modellerini yaratmış ve bu modellere uymayan her şeyi ötekileştirerek şiddeti meşrulaştırmıştır.

Rönesans’ın hümanizmi evrensel bir iddiaya sahip olsa da, pratikte seçkinci ve dışlayıcı olmuştur. Kemalizm ise bu seçkinciliği ve dışlayıcılığı, yerel bir ulus-devlet inşası projesinin merkezine yerleştirmiştir. Türkiye’nin bugün yaşadığı kutuplaşma, kimlikler çatışması ve demokrasi krizi, büyük ölçüde bu tek tipçi, homojenleştirici ve ötekileştirici modernleşme mirasından kaynaklanmaktadır.
Bu mirası aşmanın yolu, Rönesans’ın ve Aydınlanma’nın özgürleştirici potansiyeline, yani eleştirel aklın kendisine dönmektir. Bu, ‘Beyaz Türk’ normunu mutlak ve değişmez bir ‘hakikat’ olarak görmekten vazgeçip, Türkiye toplumunun çoğulcu, çok kimlikli ve çok kültürlü yapısını kucaklayan yeni bir diyalog ve tanınma siyaseti inşa etmekten geçer. Ancak bu şekilde, hem Kemalist modernleşmenin hem de onun karşıtı olarak ortaya çıkan muhafazakar siyasetin ürettiği dışlayıcı hegemonya pratiklerinin ötesine geçilebilir ve tüm kimliklerin eşit saygı gördüğü, gerçekten demokratik bir Türkiye tahayyülü mümkün olabilir.

Kaynakça

• Adorno, T. W., & Horkheimer, M. (1947). Dialectic of Enlightenment. Stanford University Press.
• Bourdieu, P. (1986). The Forms of Capital. In J. Richardson (Ed.), Handbook of Theory and Research for the Sociology of Education (pp. 241-258). Greenwood.
• Foucault, M. (1975). Discipline and Punish: The Birth of the Prison. Vintage Books.
• Göle, N. (1997). The Quest for the Islamic Self within the Context of Modernity. In S. Bozdoğan & R. Kasaba (Eds.), Rethinking Modernity and National Identity in Turkey (pp. 81-94). University of Washington Press.
• Keyder, Ç. (1997). Whither the Project of Modernity? In S. Bozdoğan & R. Kasaba (Eds.), Rethinking Modernity and National Identity in Turkey (pp. 37-51). University of Washington Press.
• Machiavelli, N. (1532). The Prince. Penguin Classics.
• Mardin, Ş. (1973). Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics?. Daedalus, 102(1), 169-190.
• Tajfel, H., & Turner, J. C. (1979). An integrative theory of intergroup conflict. In W. G. Austin & S. Worchel (Eds.), The social psychology of intergroup relations (pp. 33-47). Brooks/Cole.
• Türköne, M. (2015). Siyaset. Etkileşim Yayınları.
• Yerasimos, S. (1994). Türkiye’de ‘Merkez’ ve ‘Çevre’. In Milliyetçilik ve Azınlıklar. İletişim Yayınları
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL