Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
TÜRKİYE’DE BEYAZ TÜRK HEGEMONYASI
Türkiye’deki “Beyaz Türk” kimliği etrafında şekillenen kültürel-siyasal hegemonya, dünyadaki yönetim modellerinin sınıfsal, etnik ve kültürel iktidar biçimleriyle karşılaştırılarak incelenmiştir. Maka...
25. Bölüm

Aklın Sınırları ve Ötekiler: Modern Felsefe Işığında Kemalist Hegemonya ve 'Beyaz Türklük' İnşasının Epistemolojik Temelleri

22 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Özet:

Bu çalışma, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm tarafından inşa edilen 'Beyaz Türklük' olarak adlandırılan hegemonik kimliği, 17. ve 19. yüzyıl başları arasındaki Modern Felsefenin epistemolojik ve rasyonalist paradigmaları ışığında sorgulamayı amaçlamaktadır. Makale, Kemalist modernleşme projesinin, Batı Aydınlanması'nın evrenselci, totalize edici ve ikilikçi (düalist) akıl anlayışını merkeze alarak, etnik (Türk), dini (Sünni-İslam) ve sosyo-kültürel (seküler-laik) niteliklerle tanımlı normatif bir ideal yarattığını iddia etmektedir. Bu idealin inşası, 'akıl' ve 'ilerleme' söylemleriyle meşrulaştırılmış; etnik azınlıkları, Alevileri ve dindar muhafazakarları 'öteki', 'irrasyonel' ve 'modern-olmayan' kategorilerine yerleştirerek sistematik bir dışlama, asimilasyon ve şiddet pratiğinin zeminini hazırlamıştır. Psikolojik olarak, bu sürecin bir 'üst-benlik' (super-ego) inşası yaratarak kolektif bir travmaya ve içselleştirilmiş bir aşağılık/üstünlük ikilemine yol açtığı; sosyolojik olarak ise kamusal alanın homojenleştirilmesiyle sonuçlandığı argümanı geliştirilecektir. Çalışma, bu hegemonik yapıyı, Descartes'ın 'düşünen özne'si, Kant'ın 'akıl yasası' ve Hegel'in 'tin'in diyalektiği gibi modern felsefenin temel kavramları üzerinden okuyarak, Türkiye'nin modernleşme deneyimine dair felsefi, tarihsel ve sosyolojik bir eleştiri ve sentez sunmayı hedeflemektedir.

Anahtar Kelimeler: Beyaz Türklük, Kemalizm, Modern Felsefe, Epistemoloji, Hegemonya, Ötekilik, Aydınlanma, Rasyonalizm, Sekülerlik, Travma.

Giriş: Aklın İmparatorluğu ve Hegemonik İnşa

Modernite, en yalın tanımıyla, insan aklının (rasyo) geleneğin, dogmanın ve otoritenin zincirlerini kırarak evreni anlama ve dönüştürme iddiasının tarihidir. 17. yüzyılda Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” (Cogito, ergo sum) şiarıyla başlattığı bu süreç, Kant’ın “Sapere aude!” (“Aklını kendin kullanmaya cesaret et!”) çağrısıyla zirveye ulaşmış ve Hegel’in Mutlak Tin’e (Geist) uzanan diyalektik sisteminde mutlak bir güven ifadesi bulmuştur. Bu dönem, epistemolojinin felsefenin merkezine yerleştiği, her şeyin akıl süzgecinden geçirilerek sistematik ve kapsamlı açıklamalara kavuşturulmaya çalışıldığı bir çağdır.

Ancak bu ‘aklın imparatorluğu’, kendi sınırlarını ve dışladıklarını da beraberinde getirmiştir. Evrensel, tek tip ve totalize edici bir akıl anlayışı, kaçınılmaz olarak kendisinden olmayanı –farklı olanı, geleneksel olanı, duygusal olanı, mitik olanı– ‘öteki’leştirmiş, onu ya dönüştürülmesi gereken bir nesne ya da yok edilmesi gereken bir engel olarak kodlamıştır. Bu eleştirel okuma, modern Batı düşüncesinin sömürgecilik ve oryantalizmle olan derin bağlarını ortaya koymuştur.

Türkiye’nin Kemalist modernleşme projesi, bu Batılı modernite projesinin geç, tepkisel ve yoğunlaştırılmış bir versiyonudur. Çöküşünü yaşayan bir imparatorluğun enkazı üzerinde, ‘medeniyet’e yetişme paniği ve ‘muasır medeniyetler seviyesi’ne ulaşma arzusuyla şekillenmiştir. Bu çalışmanın tezi, Kemalizm’in, bu amacına ulaşmak için, modern felsefenin totalize edici akıl anlayışını araçsallaştırarak, ‘Beyaz Türklük’ olarak adlandırılabilecek hegemonik, homojen ve dışlayıcı bir kimlik kategorisi inşa ettiğidir. Bu inşa, yalnızca siyasi veya kültürel bir tercih değil, derin epistemolojik temellere dayanan bir ‘dünya görüşü’dür (Weltanschauung). Makale, bu süreci modern felsefenin üç kurucu ismi –Descartes, Kant ve Hegel– üzerinden psikolojik, sosyolojik ve felsefi boyutlarıyla analiz edecek, eleştirecek ve nihayetinde bir senteze ulaşmaya çalışacaktır.

1. Bölüm: Teorik Çerçeve – Modern Epistemolojinin İkili Doğası ve Hegemonya

Modern felsefe, bilginin kaynağı ve sınırları sorununa odaklanırken, bilgiyi üreten ‘özne’yi de merkeze yerleştirmiştir. Ancak bu özne, evrensel, tarih-üstü ve kültürler-üstü soyut bir varlık olarak tasavvur edilmiştir. Descartes’ın ‘düşünen ben’i (cogito), tüm bireysel, kültürel ve dini aidiyetlerinden sıyrılmış, yalnızca saf akıl yürütme yetisine sahip bir varlıktır. Bu radikal bireycilik, aynı zamanda radikal bir soyutlamadır.

1.1. Descartes ve Kesinlik Arayışı:

Descartes, şüpheyi bir yöntem olarak kullanarak, kesin ve şüphe götürmez bilgiye ulaşma arayışındadır. Bu arayış, onu dünyayı ‘düşünen özne’ (res cogitans) ve ‘yüzsüz uzam’ (res extensa) olarak ikiye ayırmaya götürür. Bu radikal düalizm, insanı doğadan, aklı bedenden, kültürü doğadan koparır. Kemalist projede görülen ‘akıl-din’, ‘modern-geleneksel’, ‘Batı-Doğu’ ikiliklerinin felsefi altyapısı burada yatar. Kemalist seçkinler, kendilerini ‘düşünen özne’ (modernleştirici, akılcı, ilerlemeci) olarak konumlandırırken, halkı ve ötekileştirilen grupları dönüştürülmesi gereken bir ‘nesne’ (res extensa), bir mühendislik problemi olarak görmüşlerdir. Toplum, adeta Descartes’ın ‘yöntem’ine tabi tutulacak bir ‘uzam’dır.

1.2. Kant ve Aklın Yasası:

Immanuel Kant, aklı, evrensel bir yasa koyucu olarak tanımlayarak modern epistemolojik öznenin sınırlarını çizer. Onun ‘kategorik buyruk’u, tüm rasyonel varlıklar için geçerli olması gereken evrensel bir ahlak yasasıdır. Bu evrenselcilik, yerel, geleneksel ve tarihsel olanı ikincil, hatta geçersiz kılar. Kemalizm’in hukuk devrimleri (İsviçre Medeni Kanunu’nun alınması, laik eğitim vb.) bu Kantyen evrensel aklın yasalarını, Anadolu’nun parçalı sosyolojik gerçekliğinin üzerine, tepeden inmeci bir şekilde uygulama çabası olarak okunabilir. ‘Beyaz Türk’ normu, bu evrensel aklın Türkiye’deki tecessüm etmiş halidir. Kant’ın ‘ergin olmama durumu’ tanımı, Kemalist söylemde ‘halkın geri kalmışlığı’ ve ‘aydınlanmaya muhtaçlığı’ olarak tercüme edilmiş; seçkinler (‘aydınlanmış olanlar’) kendilerini halkın ‘vasisi’ olarak görmüşlerdir. Bu, paternalist ve otoriter bir modernleşmenin felsefi meşruiyet zeminidir.

1.3. Hegel ve Tin’in Diyalektiğinde Ötekinin Yok Edilişi:

Hegel’in diyalektik felsefesi, tarihin, Mutlak Tin’in kendini gerçekleştirdiği zorunlu ve ilerlemeci bir süreç olduğunu savunur. Bu süreçte, ‘tin’ (geist) kendisine yabancı olanı (öteki’ni) yaratır, onunla çatışır ve onu kendi içinde aşarak (aufheben) daha üst bir bütünlüğe ulaşır. Öteki, nihai hedefe giden yolda aşılması gereken bir engel, bir ara aşamadır. Kemalist tarih tezleri (Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi) ve ulus-inşa süreci, tam da bu Hegelci diyalektik mantıkla işlemiştir. Osmanlı, ‘şark despotizmi’, İslam ‘gericilik’, etnik kimlikler ‘ilkel kabilecilik’ olarak kodlanmış ve modern Türk ulusal tininin kendi bilincine varması için aşılması, yok edilmesi veya asimile edilmesi gereken ‘öteki’ler olarak tanımlanmıştır. Şiddet, bu diyalektik sürecin ‘trajik ama gerekli’ bir momenti olarak görülmüştür. Varlığını inkar, asimilasyon ve Dersim gibi bastırma hareketleri, bu felsefi arka plan ışığında anlam kazanır.

2. Bölüm: Tarihsel ve Sosyolojik Analiz – Kemalist Projenin Üçlü Hegemonyası

Modern felsefenin bu epistemolojik araçları, Türkiye’de somut tarihsel pratiklere dönüşmüştür. ‘Beyaz Türklük’ kimliği, üç sacayağı üzerinde inşa edilmiştir:

2.1. Etnik Hegemonya: Türklüğün Monopolleştirilmesi

Kemalist milliyetçilik, etnik olarak Türk olmayanları (Kürtleri, Ermenileri, Rumları, Romanları vb.) ya ‘potansiyel hain’ ya da ‘Türklüğe asimile olması gereken unsurlar’ olarak görmüştür. ‘Vatandaş Türkçe Konuş!’ kampanyaları, isim değiştirme yasaları, azınlık vakıflarının mallarına el konulması ve özellikle Kürt kimliğinin inkarı (Dağ Türkleri söylemi), bu hegemonik inşanın tipik örnekleridir. Buradaki mantık, Hegelci ‘tin’in tekilliği ve homojenliği fikridir. Çok-etnililik, ulusal tinin saf bilincine ulaşmasının önünde bir engel, bir ‘kaos’ unsuru olarak görülmüş ve akıl yoluyla düzeltilmesi gereken bir anomali olarak kodlanmıştır.

2.2. Dini Hegemonya: Sünni-İslam’ın Sessiz Norm Oluşu

Kemalizm, resmi olarak laik bir ideolojidir ancak bu laiklik, dini tamamen özel alana hapsetmekten ziyade, onu devletin kontrolü altında standartlaştırmak ve yönetmek anlamına gelmiştir (Din İşleri Başkanlığı aracılığıyla). Bu süreçte, Sünni-Hanefi mezhebi, normatif ve ‘makul’ İslam olarak kurulurken, Alevilik bir ‘öteki’, hatta bir ‘sapma’ olarak işaretlenmiştir. Alevi köyleri için cami yapım zorunluluğu, cemevlerinin tanınmaması ve Dersim Tertelesi, bu dışlayıcı hegemonyanın en acımasız tezahürleridir. Bu durum, Kantçı bir okumayla, ‘aklın dini’ (rasyonel, devlet kontrolünde, sınırları çizilmiş Sünnilik) ile ‘geleneklerin/göreneklerin dini’ (Alevilik, halk İslamı) arasındaki bir çatışma olarak da görülebilir.

2.3. Sosyo-Kültürel Hegemonya: Seküler Yaşam Tarzının Dayatılması

‘Beyaz Türklük’, bir yaşam tarzı projesidir. Şapka ve kıyafet devrimleri, alkol tüketiminin teşviki, çağdaş müziğin ve batılı sanat formlarının desteklenmesi, modern edebiyatın özendirilmesi, ‘çağdaş aile’ modelleri… Tüm bunlar, yeni seküler ulusal seçkinin habitus’unu oluşturmuştur. Bu habitus, Pierre Bourdieu’nun teorize ettiği anlamda sembolik şiddetin bir aracı haline gelmiştir. Geleneksel, dindar veya farklı etnik kökenden gelen bireyler, bu yaşam tarzını benimsemedikleri sürece ‘kaba’, ‘cahil’ veya ‘yobaz’ olarak damgalanmış, kamusal alanda ve devlet kademelerinde ikinci sınıf muamelesi görmüşlerdir. Bu, Descartes’ın bedeni ve geleneği aşağılayan rasyonalizminin sosyolojik bir tezahürüdür.

3. Bölüm: Psikolojik ve Sosyolojik Sonuçlar: Travma, Yabancılaşma ve İçselleştirilmiş Ötekilik

Hegemonik projeler, yalnızca kurumları değil, zihinleri ve ruhları da şekillendirir.

3.1. Kolektif Travma ve Psikolojik Bölünme:

Dışlanan, asimile edilmeye çalışılan veya şiddete maruz kalan gruplar derin bir kolektif travma yaşamışlardır. Bu travma, kuşaklar boyu aktarılan bir güvensizlik, öfke ve kimlik karmaşası olarak tezahür etmiştir. Diğer yandan, ‘Beyaz Türk’ olarak kodlanan kesimlerde de bir ‘üst-benlik’ (super-ego) inşası görülür: Sürekli ‘çağdaş’, ‘medeni’ ve ‘ilerici’ olma baskısı, kendi içlerindeki ‘geleneksel’ veya ‘Doğulu’ olarak kodladıkları yanları bastırmalarına, bir içsel bölünmeye yol açmıştır. Bu, Freudyen anlamda, bir uygarlık huzursuzluğudur (civilization and its discontents).

3.2. Yabancılaşma ve Simgesel Şiddet:

Pierre Bourdieu’nun kavramlarıyla, ‘Beyaz Türk’ habitus’u, kamusal alanda tek meşru sembolik sermaye biçimi haline getirilmiştir. Farklı habitus’a sahip bireyler, kendi değerlerinin, dilinin ve yaşam tarzlarının aşağılandığını görerek derin bir yabancılaşma yaşamış, kendilerini ‘evlerinde hissetmeyen’ vatandaşlar haline gelmişlerdir. Bu, fiziksel olmasa da son derece etkili bir sembolik şiddet biçimidir.

3.3. İçselleştirilmiş Aşağılık ve Üstünlük Kompleksi:

Süreç, iki tarafta da çarpık bir benlik algısı yaratmıştır. Marjinalleştirilmiş gruplar, hegemonyanın bakış açısını içselleştirerek kendi kültürlerine karşı bir aşağılık duygusu geliştirebilmişlerdir (‘Köylülükten kurtulmak’). Hegemonik grup ise, kendi konumunu ‘doğal’ ve ‘üstün’ gören bir üstünlük kompleksine kapılma eğiliminde olmuştur. Bu, Frantz Fanon’un sömürgecilik psikolojisi analizlerini anımsatan bir dinamiktir.

4. Bölüm: Eleştiri, Antitez ve Sentez Arayışları

Kemalist proje ve onun ‘Beyaz Türk’ normu, modern felsefenin totalize edici aklına içkin sorunları taşır.

4.1. Modern Aklın Totaliter Potansiyeli:

Theodor Adorno ve Max Horkheimer’ın ‘Aydınlanmanın Diyalektiği’nde (1947) savunduğu gibi, doğaya hükmetmek için geliştirilen araçsal akıl, kaçınılmaz olarak insana ve topluma da hükmetmek için kullanılmıştır. Kemalist modernleşme, bu eleştirinin mükemmel bir örneğidir. Akıl ve ilerleme adına, insanların kimlikleri ve yaşam tarzları üzerinde despotça bir mühendislik faaliyeti yürütülmüştür.

4.2. Çoğulculuk ve Farklılık Felsefelerinden alternatif Okumalar:

20. yüzyılın ikinci yarısında postmodern ve postyapısalcı düşünürler (Lyotard, Foucault, Derrida), modernitenin ‘büyük anlatılar’ının (meta-narratives) totaliterliğine isyan etmişlerdir. Onların yerine çoğulculuğu, farklılığı, yerelliği ve ötekinin sesini duymayı önermişlerdir. Türkiye bağlamı, ancak Kemalist ‘büyük anlatı’nın (tek millet, tek dil, tek bayrak, tek kültür) eleştirisi üzerinden sağlıklı bir demokratikleşme ve çoğulculuk zemini yaratabilir. Alevi kimliğinin tanınması, Kürtçe’nin kamusal alandaki statüsü, laikliğin katı ve dışlayıcı bir versiyondan tarafsız ve özgürlükçü bir versiyona evrilmesi, bu alternatif okumanın gereğidir.

Sentez: Travmayla Yüzleşme ve Yeni Bir Toplumsal Sözleşme:

Türkiye’nin önünde iki seçenek vardır: Travmayı inkâr etmek ve hegemonyayı sürdürmekte ısrar etmek ya da tarihle yüzleşerek, farklılıklarıyla barışık, çoğulcu ve gerçekten demokratik yeni bir toplumsal sözleşme inşa etmek. İkinci yol, modern aklın evrenselci iddialarından vazgeçmek değil, onu çoğulcu bir perspektifle yeniden yorumlamaktır. Bu, Kant’ın evrenselciliğini, farklılıkların eşitliği ilkesiyle harmanlamak; Hegel’in diyalektiğini, ötekinin yok edilmesi üzerine değil, diyaloğu ve karşılıklı tanınma (reciprocal recognition) üzerine kurmaktır. Psikolojik olarak, bu, kolektif bir yas sürecini ve özeleştiriyi gerektirir. Sosyolojik olarak ise, kamusal alanın tüm habitus’lara eşit derecede açık olduğu, sembolik şiddetin son bulduğu bir düzeni inşa etmek anlamına gelir.

Sonuç

Türkiye’deki ‘Beyaz Türklük’ olgusu, basit bir sosyolojik kategori veya elitist bir tavırdan çok daha derin, felsefi kökenlere sahiptir. Bu olgu, Descartes, Kant ve Hegel’in düşüncelerinde ifadesini bulan modern Batı rasyonalizminin ve onun totalize edici epistemolojik iddialarının, Anadolu coğrafyasındaki tepkisel ve yoğunlaştırılmış bir yansımasıdır. Kemalist proje, ‘akıl’, ‘ilerleme’ ve ‘medeniyet’ söylemleriyle meşrulaştırılan bu hegemonik inşayla, homojen bir ulusal kimlik yaratma hedefine ulaşamadığı gibi, derin sosyolojik bölünmeler, kolektif travmalar ve süregiden siyasi gerilimler üretmiştir.

Bu çalışma, Türkiye’nin modernleşme deneyimini, modern felsefenin içkin çelişkileri ve sınırları bağlamında okuyarak, güncel siyasi ve toplumsal tartışmalara felsefi bir derinlik kazandırmayı amaçlamıştır. Çözüm, modern projeyi tümüyle reddetmekte değil, onun dışlayıcı, ikilikçi ve totaliter potansiyelini fark ederek, aklı daha mütevazı, çoğulcu ve diyalojik bir temelde yeniden düşünmektedir. Ancak bu şekilde, tüm vatandaşların kendilerini ‘eşit ve özgür’ hissedebileceği, travmaların üstünün örtülmek yerine iyileştirilmeye çalışıldığı, ‘beyaz’ın artık bir norm değil, yalnızca renklerden biri olduğu bir gelecek tahayyül edilebilir.

Kaynakça

Adorno, T. W., & Horkheimer, M. (1947). Dialectic of Enlightenment. Stanford University Press.

Bourdieu, P. (1977). Outline of a Theory of Practice. Cambridge University Press.

Descartes, R. (1637). Discourse on the Method.

Fanon, F. (1952). Black Skin, White Masks. Grove Press.

Hegel, G. W. F. (1807). Phenomenology of Spirit.

Kant, I. (1784). "An Answer to the Question: What is Enlightenment?".

Keyman, E. F. (2007). Türkiye'de Sivil Toplum, Laiklik ve Demokrasi: Modernlik ve Batılılaşma Üzerine Yeni bir Soruşturma. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Kadıoğlu, A. (2008). Vatandaşlığın Dönüşümü: Üyelikten Haklara. Metis Yayınları.

Mardin, Ş. (1973). "Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics?". Daedalus, 102(1), 169-190.

Üstel, F. (2004). "Makbul Vatandaş"ın Peşinde: II. Meşrutiyet'ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi. İletişim Yayınları.

Young, R. J. C. (1990). White Mythologies: Writing History and the West. Routledge.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL