Derin bir yurt sevgisi, tarih bilinci, bireysel ve toplumsal duyarlılık taşıyan güçlü bir şiir kitabı olarak çok katmanlı ve kapsamlı bir çalışmadır.
Kitap, yedi tematik bölümde toplanan şiirlerle Tü...
“O kadar dolu ki toprağın şanla, Bir değil, sanki bin vatan gibisin. Yüce dağlarına çöken dumanla Göklerde yazılı destan gibisin.” Halit Fahri Ozansoy * Yurt ve Doğa Sevgisi I. Bölüm *** Gölgeli Dağların Sedir Ağacı
Göklere değerdi mağrur ve dik başın Turnalardı, leyleklerdi yoldaşın Dört yana açılmış kolların Kabaran bulutları okşardın Gölgeli Dağların Sedir Ağacı!..
Gözcüsüydün bu tenha derelerin Geçit vermez sarp bellerin. Gövdende nice yılların izleri Dilin olsa neler, neler anlatırdın Gölgeleri Dağların Sedir Ağacı!..
Gelip geçen yorgun yolcular Yanık yüzlü yetim çobanlar Börtü böcek, cıvıldayan kuşlar Hepsi varlığına duacı Gölgeli Dağların Sedir Ağacı!..
Meşe, gürgen, ardıç, palamut Kar, fırtına, kara kışta bir umut Baharı sen muştulardın ilk başta Altında kıvrılan Dalaman Çayı Coşardı seninle her kışta Gölgeli Dağların Sedir Ağacı!..
Ne fırtınalar, yıldırımlar gördün Sapı senden olan hain balta Dayandı nice acılara göğsün Şimdi bir kıvılcım ateşle Kızıl alevler sardı dört yanını Nasıl katlanılır bu acı Gölgeli Dağların Sedir ağacı!..
Gelmez oldu hacı leylek Dallarını arar her kelebek Ağlar beşiği senden bebek Yok mu bu derdin ilacı Gölgeli Dağların Sedir ağacı? *** Sazak Çeşmesi
Tepsilli dağında bir koyakta Dinleyip kurdun kuşun sesini Bir tat ki içen dudakta Şırıl şırıl akardı Sazak çeşmesi.
Gece yıldızlar, gündüz yolcular Çobanlar, kuzular, oğlaklar Toprağa düşen kozalaklar Bir bir sayardı Sazak çeşmesi.
Susuzluktan yanmış çoban yüreği Bir tas soğuk su olmuş onun dileği Alınca kazma ile küreği İçin için kaynardı Sazak Çeşmesi...
Ardıçtan olmuş tası, oluğu Derelerde almış soluğu Bağ bostan, çayır çimen Düz ovayı sulardı Sazak Çeşmesi.
İnsanoğlu bozunca niyetini Kendi eliyle kesmiş nimetini Uçmaz kuşlar, dönmez değirmen Kahrından susardı Sazak çeşmesi! *** Dalaman Çayı
Toroslarda küçük bir pınar Dalaman’da deryaydın İnişlerde delicesine akkın Düzlerde süzgün ve baygın Çarşaf gibi akardın Dalaman Çayı… Şimdi nasıl bir avuç su kadar Dizlerimde kalakaldın?
Nerede girdaplı yarların Köpüklü, serin suların Nasıl da kirlenip, böyle morardın? Hani dibinde sazan, yayın Fıkır fıkır kaynardın Dalaman Çayı?
Söğüt, iğde, kavak, ılgın Dallarını okşardın Nerde koca gözlü mandalar Soyunmuş anadan üryan Kıç üstü suya atlayan Gün yanığı çocuklar Hani büklerini dolduran Çığlık çığlığa kuşlar Uluyan kurtlar, çakallar?
Nice telli duvaklı gelinleri Burma bıyıklı koç yiğitleri Sularında çalkar, yutardın Taş köprüleri, bentleri Önüne katıp kovardın “Kanlı Çaylara” çıkmıştı adın Şimdi kalmadı mı dermanın Böyle yorgun ve bitkin yatarsın Dalaman Çayı?
Ey garip ırmak! Güzel ırmak! Beslemez mi seni dağların Yağmurların, karların? Olur mu böyle naçar kalmak Yanındayım dön de bak Çocukluğumu ararım... Dalaman Çayı!..
*** Denizi Olmayan Denizli
Koynunda dizi dizi antik kentler Bin bir şekle girmiş mermer Şifalı sularda altın saçlı dilber Adını “Leodikya” demişler.
“Toprağın bereket, bolluk gizli Denizi olmayan memleketim Denizli…”
Çanak gibi bir ova bulmuşlar İçini oylum oylum oymuşlar Altı üstü sudur diye Adını “Denizli” koymuşlar.
“Sazında sözünde yarenlik gizli Denizi olmayan memleketim Denizli…”
Benzermiş büyükçe bir beldeye Her sokağında gür bir çeşme Asırlık çınarlar altında koyu gölge Mesken olmuş nice beye Server Gazi’ye yeşil türbe.
“Şarkısında, türküsünde tadı gizemli Denizli olmayan memleketim Denizli…”
Göz alabildiğince uzarmış yeşillik Konu komşusunda hep el birlik Bolluk, bereket sunmuş Beyaz altından çıkan iplik Allı güllü bez olmuşlar.
“Aşında, ekmeğinde bal, şerbet gizli Denizi olmayan memleketim Denizli…”
Alaca şafakta çil horozun sesi Parmak ısırtır cennet Pamukkale’si Çınar’da harlar Çatalçeşme’si Baldan tatlıymış yarenlik etmesi
“Cumbalı evlerde güzelleri gizli Denizi olmayan memleketim Denizli…”
Kocaman bir kent olmuş Denizli, Ne yabancı belli, ne yerli, Fabrikalar sıralanmış dizi dizi İşler mermeri, dokur bezi.
“İşinde gücünde alın teri, emek gizli Denizi olmayan memleketim Denizli…”
Uçup gitmiş o eski yeşillik Nerde kaldı dirlik, düzenlik Dağlara, ovalara sığmaz olmuş Ne tokları acıkmış, ne açları doymuş
“Ne ucu belli, ne bucağı belli Denizi olmayan memleketim Denizli…”
*** Kızıcabölük’te
Babadağı kucak kucak Davas ovası bucak bucak Kaşık helvası sıcak sıcak Tüter Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…
Yaren’iyle Özay Gönlüm Yankılanır benim türküm Çarpına’da kara üzüm Akar Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…
Her birinde sonsuz gayret Dilleri var bal şerbet Özüstü’nde tatlı sohbet Başlar Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…
Hanönü’nde tuttum dilek Sular akar bile bilek Tezgâhları ilmek ilmek İşler Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…
Herakliea’dan gelir görgü Koca Çınar tarih ördü Ataları kızıl börklü Yatar Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…
*** Ardıç Ağacım
Koyu gölgende yorgun yolcum dinlensin Yeşil örtünle güzel yurdum süslensin Eteklerin çayır çimen bezensin Süslesin dört yanını nergis ile sümbülün…
Pınarlar aksın hem yazında, hem kışında Beyaz karlar taç olsun güzel başında Balımsın, böreğimsin ekmeğimde, aşımda Bin bir böceği kucaklasın her gülün...
Kitabımda, defterimde sen varsın Evimsin, barkımsın, ocağımsın Yokluğunda Veli karaları bağlasın Ötmez ise dallarında bülbülün…
*** Sılam Acıpayam
Acıpayam’ın ortasında çarşısı Bir uçtan bir uca uzar gider ovası Toprak ana, nasırlı eller yazgısı Baharı pembe pembe açan Acıpayam…
Köylüleri tarlalarda öbek öbek Elde orak, balta, çapa, kürek Durmaz kollar, yorulmaz bilek Alın teri olmuş akan Acıpayam.
Yaylasında rüzgâr olup savruldum Çayırında pehlivan olup soyundum Mektebinde ilmin ile kavruldum Yediden yetmişe ilim, irfan Acıpayam.
Asırladır “Avşar Beyi” türküsü, Çayda yüzer “Ümmü Kızın” bürgüsü Gördün mü onu sen Geyik Köprüsü Taşı, toprağı destan Acıpayam.
Bozdağ’ında ormanlar fışır fışır Dalaman Çayı boynuna yapışır Cemile kız oynar şıkır şıkır Sevdası yürek yakan Acıpayam.
Serinhisar, Çameli, Yeşilova Andırırlar anadan ayrı kuzuya Hep biriz biz, bir uçtan bir uca Koskocaman bir vatan Acıpayam.
Gün olur aşarım seni Kazıkbeli Mekân tutsam da gurbet eli Orda doğdu, orda büyüdü Veli Burnumda tüten, sılam Acıpayam…
*** Karadeniz
Kayaları döverken azgın dalgalar Selâm durmuş yücelerden bakar Kol kola vermiş dumanlı dağlar Alı alına, moru moruna ormanlar Kıyılar boyunca uzar da uzar Zonguldak’tan Sinop’a kadar…
Erzurum’da anım var, şanım var Nazar boncuklu bir de Van’ım var Çanakkale’de dökülmüş kanım var Atalardan bize eşsiz hediye.
“Evimde oğlum kızım Hem kışım, hem yazım Altımda serili halım Türkiye…”
Karadeniz’e Sinop diye uzanmış Yaylaların duman duman puslanmış Deli gönül Denizli’de uslanmış Mesken olmuş öğretmen Veli’ye.
“Dağımda çiçek Soframda ekmek Boğazımda nefes Türkiye...”
*** İstanbul
İstanbul’da gözlerim kamaşır Köprülerin olmuş çifte gerdanlık Kız kulesi boynunda bir kolye Uzanırken şöyle Sirkeci’ye Kayıkçılar, balıkçılar, hamallar Martılar çığlık çığlık. Gülhane’de çınarlar asırlık Gövdeleri birbirine yapışır İstanbul’da gözlerim kamaşır…
Burç burç bakar surlar, hisarlar Tarihin içinden birer tanık Ayasofya, Sultan Ahmet, Süleymaniye İnce ince uzanır her minare Okundukça Ezan-ı Muhammedîye Gönlüm ilâhi huzura yaklaşır İstanbul’da medeniyetler barışır…
Topkapı’da çırpınan bayrak Der, tüm dünyaya haykırarak “Ne mutlu Türk’üm diyene!” Surlarına Ulubatlı Hasan çıkarak Bu cennet atalardan hediye İstanbul’da gözlerim yaşarır…
Bakarken Galata Kulesi’ne Şapkam düşer başımdan geriye Kapılmışım bir insan seline Aldanıp bir sosyete güzeline Yetmiş iki millet girmiş birbirine Cümle âlem İstanbul’a taşınır İstanbul’da aklım karışır…
Yedi değil, binlerce tepe bayır Eciş bücüş kondular uzanır Ormanlar çekilmiş geriye Mavi sular betonlardan utanır Her köşede başka başka tehlike Gözler tedirgin, eller tetikte İstanbul İstanbul’la savaşır…
Bir yanda bitmez, tükenmez eğlence Şişmiş göbekler, kat kat her ense Öte yanda çığlıklar yükselir her gece Çocuklar imbikten geçmiş gibi ince ince Açlık ve tokluk birbiriyle yarışır…
Ay, İstanbul senin derdin ne? Bir yanın benzer cennete Ötekine cehennem demek yaraşır Kalsaydın şarkılarda, türkülerde Bal, şerbet akan öykülerde İstanbul’da dilim dolaşır İstanbul’a İstanbul olmak yakışır…
*** Bursa
Bir tepe, bir düzlük arkam önüm Çarşaf gibi yatan Ulubat’ı gördüm Canlandı birden dünüm bugünüm Yorgun bedenim Uludağ’da dursa Cenneti aramam sen varken Bursa…
Gözüm dalmışken bin bir çeşit yeşile Koza Han dedi yorgunluğun geçsin hele Gözüm takıldı ipek şalvarlı bir güzele Ulucami’de Hakk’ı sevenler saf dursa Cenneti aramam sen varken Bursa…
Camiler, türbeler, şadırvanlar Şafak vakti okunan mübarek ezanlar Söğüt’ten gelip destan yazanlar Karagöz’üm Hacivat’ını bulursa Cenneti aramam sen varken Bursa
Gemlik’te başını eğmiş zeytin ağacı İznik’te göz nuru çiniye duacı Mudanya’da özgürlüğün ilacı Sineme bir ateş düşse kavrulsa Cenneti aramam sen varken Bursa…
*** Çoban Ateşi
Gün eğerken başını mor dağlara Bir efkâr çöker kararan sulara Tez akşamdan doğan ayla Bir yanık türküyle sarsılır yayla. Gece olur gündüzün kardeşi Isıtır gönlümü bir çoban ateşi Derin bir of çektirir çoban kavalı Çaldığı kim bilir hangi sevda masalı. Duyulur uzaktan çıngırak sesleri Gecenin içine gömülür hevesleri Toprak çömlekte pişen çorbayla Önümde yufka, elimde kaşıkla. Araman dünyada üçü, beşi Isıtır gönlümü çoban ateşi. Yıldızlar kayar gecenin köşkünde Bilmem ki yetim çoban hangi düşünde...
*** Küçük Badem Ağacı
Bıçak gibi yüzleri kesmede ayaz Mor dağların benzi bembeyaz Tam ortasındayız kara kışın Boğuk boğuk inler gecede rüzgâr Der, “Bahara daha çok var!”
“Karda kışta ne tez davrandın Gelin gibi böyle allanıp pullandın Küçük badem ağacım?”
Saçaklardan savrulur yağmur “Teknede hamur, tarlada çamur” Göz gözü görmez tipiden Daha neydi senin yaşın başın Kiminle böyle amansız yarışın?
“Titrer fırtınada elin ayağın Ocağımda taze gelin olaydın Küçük badem ağacım.”
Bak hâlâ sessiz elma, armut, kiraz Geçmedi üstünden leylek, turna, kaz Savrulur durmadan tipi, boran, kar Serçeler güzelliğine türkü yakar Yağmur damlaları olmuş gözyaşın…
“Sevdiceğim, sevdalım, baş tacım Sevincin neşem, derdin acım Benim küçük badem ağacım…”
*** Yeşilırmak ve Amasya
Amasya’da oturmuşum Yeşilırmak kıyısına Gözlerim dalmış konağına, yalısına Sularda ararken Şirin’in ay yüzünü Unutuverdim birden dünü bugünü Derken Yeşilırmak dile geldi konuştu Anlattı dağlardan nasıl doğmuştu…
Aklımda suların gizemli büyüsü Yol verdi bana sıra sıra köprüsü “Dinlen” dedi asırlık çınarlar İki dağ arasında yatar Amasya Gündüzü başka, gecesi başka rüya.
Sulardan bir balık uzattı başını “Dinle dedi şu mehter marşını Sorma şu gencik şehzadenin yaşını” Dedim “Kaç medeniyet gelip geçmiş Ferhat bu dağları nasıl delmiş? Dedi “Yürekteki şu sevgi var ya Olmazı olur yapmış Amasya!”
Irmak uzattı suya düşen bir al elmayı “Unut dedi gönlüne düşen sevdayı İster şarkı dinle, ister gazel Mihri Hatun’dan var mı daha güzel.”
Sonra koptu birden bir alkış Gözümün önünde masmavi bir bakış. Dün geçmiş buradan Mustafa Kemâl Genelgesinde “azim, karar ve istiklâl...” Olsaydım Yeşilırmak kıyısında bir akasya Bir de sen beni anlatsaydın beni Amasya!
*** Yurdum
Dayamış ayaklarını karlı dağlara Uzanmış Akdeniz'den su içersin. Sonra binip Marmara'nın mavi atına, Asya'dan Avrupa'ya doludizgin Tozu dumana katıp geçersin!
“Derdin tasam, varlığın övüncüm Dilimden düşmeyen türküm Benim güzel yurdum.”
Dalgalı saçlarını okşar Karadeniz, Ana gibi kucaklar seni Akdeniz Altı şehit, üstü bereket fışkıran memleket Neden başından eksik olmaz ki dert Akla karayı bilmem nasıl seçersin…
“Düğünde, bayramda sevincim, coşkum Gün ola inişim, gün ola yokuşum Benim güzel yurdum.”
Bir yanda bitmez servetin Bilinmemiş kadir, kıymetin Pençesinde yokluğun, cehaletin Acılar içinde yanıp tütersin...
“Sevgini içtim yudum yudum Öpüp başıma koyduğum Ekmek gibisin Benim güzel yurdum...”
*** Bir Bulut Kaynar
Tepsilli Dağı’nda bir bulut kaynar Eğilip köyümün ovasına bakar “Yaren Tepesi’nde” koyun koyuna Yüzyıllardır dedelerim yatar.
Direnir yıllara koca ardıç ağacı Kurt, kuş onun varlığına duacı Sazak’ta bir çeşme, doyulmaz suyuna İçenlerde ne acı kalır, ne sancı…
Gökpınar’da karpuz çatlatır su Güreşir tosunu, oynar kuzusu Gün yanığı çocuklar doymaz oyuna Şimdi hepsi geçmişte kaldı doğrusu…
Haşhaş olmuş ak duvaklı gelinimiz Tarhanada acı biberle yanar dilimiz Kocabuğday uzanır boylu boyuna Acı tütünle bükülmüş belimiz…
Dedesil idik, döndük Dedebağı’na Yakıştı mı şimdi mahalle olmak ocağına Gün olur Veli yatar sılanın koynuna Kavuşur anacığının kucağına…
*** Kimsesiz Köyüm
Yüzyıllar önce bu toprakları yurt edindik Kuraklıkta üzüldük, rahmetiyle sevindik Gün oldu gürül gürül çağladık Koca buğdayı deste deste bağladık.
Yaren tepesinde yatan dedeler Göz alımına ovayı seyreder Kimler gelip geçmiş, kimler Gün oldu güldük, gün oldu ağladık.
Dört kat nadasla mamurdu toprağımız Dillerde tat tarhanamız, çorbamız Dalaman Çayı bizim şah damarımız Kışın başka, yazın başka çağladık.
İğne atsan yere düşmezdi her sokaktan Akardı suyumuz her daim Sazak’tan Ne günler yaşamıştı şu Belen Meydanı Ovamız çınlardı alaca şafaktan.
Dört yanda ünlendi geleneğimiz, görgümüz Dam ardında, Cemile kızla çınlar türkümüz Biz bize yettik yıllardır kuşaktan kuşağa Mahalle denilince yenik düştük bu çağa...
Şimdi boşalmış sokaklar, evler Demişler büyük şehir neylerse neyler Sen bir mahallesin artık, ne köysün ne kasaba Suyunu selini kestiler, bunu da kat hesaba.
Öldün de öldüğün anlaşılmadı güzel köyüm Yıkıldı evlerin, damlarında kalmadı gücün Unutuldu geleneğin, göreneğin, örfün Benim üstümü köyümün toprağıyla örtün...
*** Delikli Çınar
Gökten iner kara kara bulutlar Eser bağrına hışımla deli rüzgâr Karşı dağlar duman duman Dayan koca çınarım, dayan Bu kaçıncı düşen yaprak Eğil de aşağı doğru bak…
“Denizli’de Delikli Çınar Bu gelen kaçıncı sonbahar?”
Bilmem hangi garip seni dikti Kolun kanadın kurda kuşa cennetti Turnalar geçerdi üstünden Varılmazdı yanına çalımından, süsünden Şimdi üstünü örtmüyorsa artık kar Yazın gölgene sığınsın birkaç ihtiyar…
“Kentimin süsü koca çınar Unutuldu mu o eski sevdalar?”
Birkaç fidan olmuş sana oğul, torun Şadırvanından akıyor bak hâlâ suyun Önünden akarken kum gibi şehir Yeni Cami’den yanık salalar yükselir Yanıp yıkılırken giden her şehidin ardından Dökülür ağıtlar yaprağından, dalından…
“Dayan koca çınarım, dayan Bu yıl da cam horoz anıtıyla oyalan…”
*** Karcı Dağı
Yalçın kayalar bıçak gibi yırtar ufku Derin vadiler, uçurumlar salar korku Mor bulutlar zirveni aştı Dereler doldu, bentler taştı. Öfkene cümle âlem şaştı.
“Karcı Dağı, Karcı Dağı Karın güzel mi? Sonbaharda eteklerin sarı yaprak, Savrulan bağın bostanın gazelin mi?”
Kara kışta gözün yaşlı, başın beyaz Üfürdün Denizli’ye keskin ayaz Geceden savrulur tipi, kar Ak duvaklı gelin gibi süzgün bakar.
Karcı Dağı, Karcı Dağı “Karın güzel mi? Derelerinden çağlayarak, Akan boz bulanık selin mi?”
Baharda eteklerinde yeşil örtü Bağrında eğlenir nice böcü börtü Giymişsin yeşil beyaz kürkü Çobanların dilinden düşmez türkü.
“Karcı Dağı, Karcı Dağı Karın güzel mi?” Taşın, toprağın cennete bedel mi?
Yaz güneşi gelip bizi kavurdu Server Gazi, “Çök İlyas! diye bağırdı “Ne güzel dağların var Denizli” demiş şair Önünde sütbeyaz Pamukkale serilir.
“Karcı Dağı, Karcı Dağı Karın güzel mi? Sarı sıcakta esen serin yelin mi?”
*** Akbük’te Mor Çiçek
Yürüdüm, ardım sıra yürüdü dağlar Biri eğilir öteki kalkar Çekmiş üstüne yeşil şalvar Ayaklarını denizde yıkar.
“Deli gönül bir hoş olmuş Akbük’te mor çiçek arar...”
Gün ışıldarken üstünde suyun Balıklar fıkır fıkır oynar oyun Maviliğine dalmışım şu koyun Böcekler susmuş, çiçekler bükmüş boyun.
“Deli gönül bir hoş olmuş Akbük’te mor çiçek arar.”.
Gün batar, sonrası dolunay Yakamozları ışıktan merdiven say Dilimde türkü, elimde çay Kirpikler ok olmuş, kaşlar yay.
“Deli gönül bir hoş olmuş Akbük’te mor çiçek arar...”
*** Toprak Sevgilimdi
Bu gece uyku tutmadı güzelim Sokakta sarhoş naraları Ve acı fren sesleri Bir baykuş öter karşı yamaçta Gece beni, ben geceyi dinlerim.
Ne bir sayfa okudum Ne bir satır yazabildim Arkam önüm, sağım, solum/da Hep adını sobeledim.
Sağa, sola yastık ata ata Köpek ulumaları derken Alaca şafakta horozlar öterken Sabahı zar zor getirdim. Dedim, “Böyle hasret çakılı gecenin İçine ederim!”
Fırlayıp çıkarak yataktan Sabah ezanını okurken müezzin Ben artık bende değilim Huşu içinde ruhum, bedenim Dudaklarımda tövbelerim.
Temmuz sabahı hafifçe serin Kuşlarda bir neşe, bir telaş Dönerler saçaktan saçağa Uyku mahmurluğunda doğa Kaynar bin bir çeşidi böceğin İçine sinmiş küçük bahçemin Kokar baygın baygın çiçeklerim.
“ Gel” dedi bana ilkin yasemin Itır kokusundan emin. “Gül memenin üstünde kokladın Hani bendim ilk göz ağrın” Diye yalvarır karanfilim.
Okşamaya kıyamadım zambağı Yeşil dil gibi uzar her yaprağı. “Kokumu duy” diye çırpınır fulya Al şalvarını çekmişti begonya. “Sevdalı olan bendim Yakmadı mı ellerini dikenlerim?” Der kucak kucak güllerim…
Atatürk çiçeği nazlı, kibirli “Ben olayım der, sana sevgili.” Bir köşede benim papatya Gönlümde yeri bir başka ya, Can evimden özlediğim.
Menekşe, şebboy, hanımeli Hepsi birden bağırır: “Muhtaç kaldık bir damlacık suya Köklerimizi sardı ayrık, çayır” Kaptım çapayı, küreği, beli Toprağın altını üstünü getirdim.
Yüzüm, gözüm görünmez terden Ark açtım, ayrık topladım, su saldım Sevişmiş gibi seninle Kan ter içinde kaldım. Usulca uzanıp, toprağın yumuşak göğsüne “Cananım” diye sarıldım…
*** Açın Pencereyi
Pencere camında tık, tık, tık! Açın der, pencereyi azıcık Güzel insanlar biz acıktık Bakın el ayak kesiyor soğuk Rüzgâr inler boğuk boğuk Merhamet edin bize çoluk çocuk.
Pencere camında tık, tık, tık! Açın, der pencereyi azıcık Güzel insanlar biz acıktık Yok mu sofranızda bir kırıntı, bir artık? İnsanın evi gibi yok doğrusu Hele kara kışsa söz konusu.
Pencere camında tık, tık, tık! Açın, der pencereyi azıcık Güzel insanlar biz acıktık Ayak tutmaz, kanat kırık Ne olur tıkmayın bizi kafese Bırakmayın nefes nefese.
Pencere camında tık, tık, tık! Açın der, pencereyi azıcık Güzel insanlar biz acıktık Bir ekmek parçası ufacık Baharda cik cik öteriz Borcumuzu kesin öderiz...
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.