Biz ancak bize hayran olanları can ve yürekten överiz. la rochefaucauld
Şiirin Gözü
Derin bir yurt sevgisi, tarih bilinci, bireysel ve toplumsal duyarlılık taşıyan güçlü bir şiir kitabı olarak çok katmanlı ve kapsamlı bir çalışmadır. Kitap, yedi tematik bölümde toplanan şiirlerle Tü...
2. Bölüm

Yurt ve Doğa Sevgisi

20 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
“O kadar dolu ki toprağın şanla,
Bir değil, sanki bin vatan gibisin.
Yüce dağlarına çöken dumanla
Göklerde yazılı destan gibisin.”
Halit Fahri Ozansoy
*
Yurt ve Doğa Sevgisi
I. Bölüm
***
Gölgeli Dağların Sedir Ağacı

Göklere değerdi mağrur ve dik başın
Turnalardı, leyleklerdi yoldaşın
Dört yana açılmış kolların
Kabaran bulutları okşardın
Gölgeli Dağların Sedir Ağacı!..

Gözcüsüydün bu tenha derelerin
Geçit vermez sarp bellerin.
Gövdende nice yılların izleri
Dilin olsa neler, neler anlatırdın
Gölgeleri Dağların Sedir Ağacı!..

Gelip geçen yorgun yolcular
Yanık yüzlü yetim çobanlar
Börtü böcek, cıvıldayan kuşlar
Hepsi varlığına duacı
Gölgeli Dağların Sedir Ağacı!..

Meşe, gürgen, ardıç, palamut
Kar, fırtına, kara kışta bir umut
Baharı sen muştulardın ilk başta
Altında kıvrılan Dalaman Çayı
Coşardı seninle her kışta
Gölgeli Dağların Sedir Ağacı!..

Ne fırtınalar, yıldırımlar gördün
Sapı senden olan hain balta
Dayandı nice acılara göğsün
Şimdi bir kıvılcım ateşle
Kızıl alevler sardı dört yanını
Nasıl katlanılır bu acı
Gölgeli Dağların Sedir ağacı!..

Gelmez oldu hacı leylek
Dallarını arar her kelebek
Ağlar beşiği senden bebek
Yok mu bu derdin ilacı
Gölgeli Dağların Sedir ağacı?
***
Sazak Çeşmesi

Tepsilli dağında bir koyakta
Dinleyip kurdun kuşun sesini
Bir tat ki içen dudakta
Şırıl şırıl akardı Sazak çeşmesi.

Gece yıldızlar, gündüz yolcular
Çobanlar, kuzular, oğlaklar
Toprağa düşen kozalaklar
Bir bir sayardı Sazak çeşmesi.

Susuzluktan yanmış çoban yüreği
Bir tas soğuk su olmuş onun dileği
Alınca kazma ile küreği
İçin için kaynardı Sazak Çeşmesi...

Ardıçtan olmuş tası, oluğu
Derelerde almış soluğu
Bağ bostan, çayır çimen
Düz ovayı sulardı Sazak Çeşmesi.

İnsanoğlu bozunca niyetini
Kendi eliyle kesmiş nimetini
Uçmaz kuşlar, dönmez değirmen
Kahrından susardı Sazak çeşmesi!
***
Dalaman Çayı

Toroslarda küçük bir pınar
Dalaman’da deryaydın
İnişlerde delicesine akkın
Düzlerde süzgün ve baygın
Çarşaf gibi akardın
Dalaman Çayı…
Şimdi nasıl bir avuç su kadar
Dizlerimde kalakaldın?

Nerede girdaplı yarların
Köpüklü, serin suların
Nasıl da kirlenip, böyle morardın?
Hani dibinde sazan, yayın
Fıkır fıkır kaynardın
Dalaman Çayı?

Söğüt, iğde, kavak, ılgın
Dallarını okşardın
Nerde koca gözlü mandalar
Soyunmuş anadan üryan
Kıç üstü suya atlayan
Gün yanığı çocuklar
Hani büklerini dolduran
Çığlık çığlığa kuşlar
Uluyan kurtlar, çakallar?

Nice telli duvaklı gelinleri
Burma bıyıklı koç yiğitleri
Sularında çalkar, yutardın
Taş köprüleri, bentleri
Önüne katıp kovardın
“Kanlı Çaylara” çıkmıştı adın
Şimdi kalmadı mı dermanın
Böyle yorgun ve bitkin yatarsın
Dalaman Çayı?

Ey garip ırmak! Güzel ırmak!
Beslemez mi seni dağların
Yağmurların, karların?
Olur mu böyle naçar kalmak
Yanındayım dön de bak
Çocukluğumu ararım...
Dalaman Çayı!..

***
Denizi Olmayan Denizli

Koynunda dizi dizi antik kentler
Bin bir şekle girmiş mermer
Şifalı sularda altın saçlı dilber
Adını “Leodikya” demişler.

“Toprağın bereket, bolluk gizli
Denizi olmayan memleketim Denizli…”

Çanak gibi bir ova bulmuşlar
İçini oylum oylum oymuşlar
Altı üstü sudur diye
Adını “Denizli” koymuşlar.

“Sazında sözünde yarenlik gizli
Denizi olmayan memleketim Denizli…”

Benzermiş büyükçe bir beldeye
Her sokağında gür bir çeşme
Asırlık çınarlar altında koyu gölge
Mesken olmuş nice beye
Server Gazi’ye yeşil türbe.

“Şarkısında, türküsünde tadı gizemli
Denizli olmayan memleketim Denizli…”

Göz alabildiğince uzarmış yeşillik
Konu komşusunda hep el birlik
Bolluk, bereket sunmuş
Beyaz altından çıkan iplik
Allı güllü bez olmuşlar.

“Aşında, ekmeğinde bal, şerbet gizli
Denizi olmayan memleketim Denizli…”

Alaca şafakta çil horozun sesi
Parmak ısırtır cennet Pamukkale’si
Çınar’da harlar Çatalçeşme’si
Baldan tatlıymış yarenlik etmesi

“Cumbalı evlerde güzelleri gizli
Denizi olmayan memleketim Denizli…”

Kocaman bir kent olmuş Denizli,
Ne yabancı belli, ne yerli,
Fabrikalar sıralanmış dizi dizi
İşler mermeri, dokur bezi.

“İşinde gücünde alın teri, emek gizli
Denizi olmayan memleketim Denizli…”

Uçup gitmiş o eski yeşillik
Nerde kaldı dirlik, düzenlik
Dağlara, ovalara sığmaz olmuş
Ne tokları acıkmış, ne açları doymuş

“Ne ucu belli, ne bucağı belli
Denizi olmayan memleketim Denizli…”

***
Kızıcabölük’te

Babadağı kucak kucak
Davas ovası bucak bucak
Kaşık helvası sıcak sıcak
Tüter Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…

Yaren’iyle Özay Gönlüm
Yankılanır benim türküm
Çarpına’da kara üzüm
Akar Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…

Her birinde sonsuz gayret
Dilleri var bal şerbet
Özüstü’nde tatlı sohbet
Başlar Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…

Hanönü’nde tuttum dilek
Sular akar bile bilek
Tezgâhları ilmek ilmek
İşler Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…

Tentenesi cicim cicim
Ak gerdanda dizim dizim
Müftüleri yaymış ilim
Okur Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…

Herakliea’dan gelir görgü
Koca Çınar tarih ördü
Ataları kızıl börklü
Yatar Kızılcabölük’te, Kızılcabölük’te…

***
Ardıç Ağacım

Koyu gölgende yorgun yolcum dinlensin
Yeşil örtünle güzel yurdum süslensin
Eteklerin çayır çimen bezensin
Süslesin dört yanını nergis ile sümbülün…

Pınarlar aksın hem yazında, hem kışında
Beyaz karlar taç olsun güzel başında
Balımsın, böreğimsin ekmeğimde, aşımda
Bin bir böceği kucaklasın her gülün...

Kitabımda, defterimde sen varsın
Evimsin, barkımsın, ocağımsın
Yokluğunda Veli karaları bağlasın
Ötmez ise dallarında bülbülün…

***
Sılam Acıpayam

Acıpayam’ın ortasında çarşısı
Bir uçtan bir uca uzar gider ovası
Toprak ana, nasırlı eller yazgısı
Baharı pembe pembe açan Acıpayam…

Köylüleri tarlalarda öbek öbek
Elde orak, balta, çapa, kürek
Durmaz kollar, yorulmaz bilek
Alın teri olmuş akan Acıpayam.

Yaylasında rüzgâr olup savruldum
Çayırında pehlivan olup soyundum
Mektebinde ilmin ile kavruldum
Yediden yetmişe ilim, irfan Acıpayam.

Asırladır “Avşar Beyi” türküsü,
Çayda yüzer “Ümmü Kızın” bürgüsü
Gördün mü onu sen Geyik Köprüsü
Taşı, toprağı destan Acıpayam.

Bozdağ’ında ormanlar fışır fışır
Dalaman Çayı boynuna yapışır
Cemile kız oynar şıkır şıkır
Sevdası yürek yakan Acıpayam.

Serinhisar, Çameli, Yeşilova
Andırırlar anadan ayrı kuzuya
Hep biriz biz, bir uçtan bir uca
Koskocaman bir vatan Acıpayam.

Gün olur aşarım seni Kazıkbeli
Mekân tutsam da gurbet eli
Orda doğdu, orda büyüdü Veli
Burnumda tüten, sılam Acıpayam…

***
Karadeniz

Kayaları döverken azgın dalgalar
Selâm durmuş yücelerden bakar
Kol kola vermiş dumanlı dağlar
Alı alına, moru moruna ormanlar
Kıyılar boyunca uzar da uzar
Zonguldak’tan Sinop’a kadar…

Şaha kalkarken azgın dalgalar
Kıyılar ağlar, sular ağlar
Enginde titreşen korkusuz takalar
Biri iner, öteki kalkar
Ardında çığlık çığlığa martılar
Sinop’tan Trabzon’a kadar…

Köpükler saçarken azgın dalgalar
Turnalar uçuşur katar katar
Kara bir bulut göğü kaplar
Bardaktan mı boşanır yağmurlar?
Taşar dereler, coşar çaylar
Trabzon’dan Hopa’ya kadar…

Taklalar atarken azgın dalgalar
Sırtında sepeti kadınlar, kızlar
Çay filizi toplar, fındık ayıklar
Bağrış çağrış deniz kokan adamlar
Hamsi sinmiş çarşılar pazarlar
Hopa’dan Zonguldak’a kadar…

***
Türkiyem

Bayrak bayrak olmuş Edirne
Selam verir Selimiye
Haykırır gelene geçene
“Bu güzel yurt Türkiye’dir, Türkiye!”

Tarih ve doğa bağrında sevişir
Asya Avrupa sende birleşir
İstanbul’u anlatmaya dilim dolaşır
İzmir’in benzer bir inciye.

“Alın yazım, gönül sızım
Elimde sazım
Dilimde türküm Türkiye…”

Ankara’da çarpar yüreğim
Toroslarla Kıbrıs’ı beklerim
Oynar dadaşlar, oynar zeybekler
Konya’da kucak açmış sevgiye.

Erzurum’da anım var, şanım var
Nazar boncuklu bir de Van’ım var
Çanakkale’de dökülmüş kanım var
Atalardan bize eşsiz hediye.

“Evimde oğlum kızım
Hem kışım, hem yazım
Altımda serili halım Türkiye…”

Karadeniz’e Sinop diye uzanmış
Yaylaların duman duman puslanmış
Deli gönül Denizli’de uslanmış
Mesken olmuş öğretmen Veli’ye.

“Dağımda çiçek
Soframda ekmek
Boğazımda nefes Türkiye...”

***
İstanbul

İstanbul’da gözlerim kamaşır
Köprülerin olmuş çifte gerdanlık
Kız kulesi boynunda bir kolye
Uzanırken şöyle Sirkeci’ye
Kayıkçılar, balıkçılar, hamallar
Martılar çığlık çığlık.
Gülhane’de çınarlar asırlık
Gövdeleri birbirine yapışır
İstanbul’da gözlerim kamaşır…

Burç burç bakar surlar, hisarlar
Tarihin içinden birer tanık
Ayasofya, Sultan Ahmet, Süleymaniye
İnce ince uzanır her minare
Okundukça Ezan-ı Muhammedîye
Gönlüm ilâhi huzura yaklaşır
İstanbul’da medeniyetler barışır…

Topkapı’da çırpınan bayrak
Der, tüm dünyaya haykırarak
“Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Surlarına Ulubatlı Hasan çıkarak
Bu cennet atalardan hediye
İstanbul’da gözlerim yaşarır…

Bakarken Galata Kulesi’ne
Şapkam düşer başımdan geriye
Kapılmışım bir insan seline
Aldanıp bir sosyete güzeline
Yetmiş iki millet girmiş birbirine
Cümle âlem İstanbul’a taşınır
İstanbul’da aklım karışır…

Yedi değil, binlerce tepe bayır
Eciş bücüş kondular uzanır
Ormanlar çekilmiş geriye
Mavi sular betonlardan utanır
Her köşede başka başka tehlike
Gözler tedirgin, eller tetikte
İstanbul İstanbul’la savaşır…

Bir yanda bitmez, tükenmez eğlence
Şişmiş göbekler, kat kat her ense
Öte yanda çığlıklar yükselir her gece
Çocuklar imbikten geçmiş gibi ince ince
Açlık ve tokluk birbiriyle yarışır…

Ay, İstanbul senin derdin ne?
Bir yanın benzer cennete
Ötekine cehennem demek yaraşır
Kalsaydın şarkılarda, türkülerde
Bal, şerbet akan öykülerde
İstanbul’da dilim dolaşır
İstanbul’a İstanbul olmak yakışır…

***
Bursa

Bir tepe, bir düzlük arkam önüm
Çarşaf gibi yatan Ulubat’ı gördüm
Canlandı birden dünüm bugünüm
Yorgun bedenim Uludağ’da dursa
Cenneti aramam sen varken Bursa…

Gözüm dalmışken bin bir çeşit yeşile
Koza Han dedi yorgunluğun geçsin hele
Gözüm takıldı ipek şalvarlı bir güzele
Ulucami’de Hakk’ı sevenler saf dursa
Cenneti aramam sen varken Bursa…

Camiler, türbeler, şadırvanlar
Şafak vakti okunan mübarek ezanlar
Söğüt’ten gelip destan yazanlar
Karagöz’üm Hacivat’ını bulursa
Cenneti aramam sen varken Bursa

Gemlik’te başını eğmiş zeytin ağacı
İznik’te göz nuru çiniye duacı
Mudanya’da özgürlüğün ilacı
Sineme bir ateş düşse kavrulsa
Cenneti aramam sen varken Bursa…

***
Çoban Ateşi

Gün eğerken başını mor dağlara
Bir efkâr çöker kararan sulara Tez akşamdan doğan ayla
Bir yanık türküyle sarsılır yayla.
Gece olur gündüzün kardeşi
Isıtır gönlümü bir çoban ateşi Derin bir of çektirir çoban kavalı Çaldığı kim bilir hangi sevda masalı.
Duyulur uzaktan çıngırak sesleri Gecenin içine gömülür hevesleri Toprak çömlekte pişen çorbayla Önümde yufka, elimde kaşıkla.
Araman dünyada üçü, beşi
Isıtır gönlümü çoban ateşi.
Yıldızlar kayar gecenin köşkünde
Bilmem ki yetim çoban hangi düşünde...

***
Küçük Badem Ağacı

Bıçak gibi yüzleri kesmede ayaz
Mor dağların benzi bembeyaz
Tam ortasındayız kara kışın
Boğuk boğuk inler gecede rüzgâr
Der, “Bahara daha çok var!”

“Karda kışta ne tez davrandın
Gelin gibi böyle allanıp pullandın
Küçük badem ağacım?”

Saçaklardan savrulur yağmur
“Teknede hamur, tarlada çamur”
Göz gözü görmez tipiden
Daha neydi senin yaşın başın
Kiminle böyle amansız yarışın?

“Titrer fırtınada elin ayağın
Ocağımda taze gelin olaydın
Küçük badem ağacım.”

Bak hâlâ sessiz elma, armut, kiraz
Geçmedi üstünden leylek, turna, kaz
Savrulur durmadan tipi, boran, kar
Serçeler güzelliğine türkü yakar
Yağmur damlaları olmuş gözyaşın…

“Sevdiceğim, sevdalım, baş tacım
Sevincin neşem, derdin acım
Benim küçük badem ağacım…”

***
Yeşilırmak ve Amasya

Amasya’da oturmuşum Yeşilırmak kıyısına
Gözlerim dalmış konağına, yalısına
Sularda ararken Şirin’in ay yüzünü
Unutuverdim birden dünü bugünü
Derken Yeşilırmak dile geldi konuştu
Anlattı dağlardan nasıl doğmuştu…

Aklımda suların gizemli büyüsü
Yol verdi bana sıra sıra köprüsü
“Dinlen” dedi asırlık çınarlar
İki dağ arasında yatar Amasya
Gündüzü başka, gecesi başka rüya.

Sulardan bir balık uzattı başını
“Dinle dedi şu mehter marşını
Sorma şu gencik şehzadenin yaşını”
Dedim “Kaç medeniyet gelip geçmiş
Ferhat bu dağları nasıl delmiş?
Dedi “Yürekteki şu sevgi var ya
Olmazı olur yapmış Amasya!”

Irmak uzattı suya düşen bir al elmayı
“Unut dedi gönlüne düşen sevdayı
İster şarkı dinle, ister gazel
Mihri Hatun’dan var mı daha güzel.”

Sonra koptu birden bir alkış
Gözümün önünde masmavi bir bakış.
Dün geçmiş buradan Mustafa Kemâl
Genelgesinde “azim, karar ve istiklâl...”
Olsaydım Yeşilırmak kıyısında bir akasya
Bir de sen beni anlatsaydın beni Amasya!

***
Yurdum

Dayamış ayaklarını karlı dağlara
Uzanmış Akdeniz'den su içersin.
Sonra binip Marmara'nın mavi atına,
Asya'dan Avrupa'ya doludizgin
Tozu dumana katıp geçersin!

“Derdin tasam, varlığın övüncüm
Dilimden düşmeyen türküm
Benim güzel yurdum.”

Dalgalı saçlarını okşar Karadeniz,
Ana gibi kucaklar seni Akdeniz
Altı şehit, üstü bereket fışkıran memleket
Neden başından eksik olmaz ki dert
Akla karayı bilmem nasıl seçersin…

“Düğünde, bayramda sevincim, coşkum
Gün ola inişim, gün ola yokuşum
Benim güzel yurdum.”

Bir yanda bitmez servetin
Bilinmemiş kadir, kıymetin
Pençesinde yokluğun, cehaletin
Acılar içinde yanıp tütersin...

“Sevgini içtim yudum yudum
Öpüp başıma koyduğum
Ekmek gibisin
Benim güzel yurdum...”

***
Bir Bulut Kaynar

Tepsilli Dağı’nda bir bulut kaynar
Eğilip köyümün ovasına bakar
“Yaren Tepesi’nde” koyun koyuna
Yüzyıllardır dedelerim yatar.

Direnir yıllara koca ardıç ağacı
Kurt, kuş onun varlığına duacı
Sazak’ta bir çeşme, doyulmaz suyuna
İçenlerde ne acı kalır, ne sancı…

Gökpınar’da karpuz çatlatır su
Güreşir tosunu, oynar kuzusu
Gün yanığı çocuklar doymaz oyuna
Şimdi hepsi geçmişte kaldı doğrusu…

Haşhaş olmuş ak duvaklı gelinimiz
Tarhanada acı biberle yanar dilimiz
Kocabuğday uzanır boylu boyuna
Acı tütünle bükülmüş belimiz…

Dedesil idik, döndük Dedebağı’na
Yakıştı mı şimdi mahalle olmak ocağına
Gün olur Veli yatar sılanın koynuna
Kavuşur anacığının kucağına…

***
Kimsesiz Köyüm

Yüzyıllar önce bu toprakları yurt edindik
Kuraklıkta üzüldük, rahmetiyle sevindik
Gün oldu gürül gürül çağladık
Koca buğdayı deste deste bağladık.

Yaren tepesinde yatan dedeler
Göz alımına ovayı seyreder
Kimler gelip geçmiş, kimler
Gün oldu güldük, gün oldu ağladık.

Dört kat nadasla mamurdu toprağımız
Dillerde tat tarhanamız, çorbamız
Dalaman Çayı bizim şah damarımız
Kışın başka, yazın başka çağladık.

İğne atsan yere düşmezdi her sokaktan
Akardı suyumuz her daim Sazak’tan
Ne günler yaşamıştı şu Belen Meydanı
Ovamız çınlardı alaca şafaktan.

Dört yanda ünlendi geleneğimiz, görgümüz
Dam ardında, Cemile kızla çınlar türkümüz
Biz bize yettik yıllardır kuşaktan kuşağa
Mahalle denilince yenik düştük bu çağa...

Şimdi boşalmış sokaklar, evler
Demişler büyük şehir neylerse neyler
Sen bir mahallesin artık, ne köysün ne kasaba
Suyunu selini kestiler, bunu da kat hesaba.

Öldün de öldüğün anlaşılmadı güzel köyüm
Yıkıldı evlerin, damlarında kalmadı gücün
Unutuldu geleneğin, göreneğin, örfün
Benim üstümü köyümün toprağıyla örtün...

***
Delikli Çınar

Gökten iner kara kara bulutlar
Eser bağrına hışımla deli rüzgâr
Karşı dağlar duman duman
Dayan koca çınarım, dayan
Bu kaçıncı düşen yaprak
Eğil de aşağı doğru bak…

“Denizli’de Delikli Çınar
Bu gelen kaçıncı sonbahar?”

Bilmem hangi garip seni dikti
Kolun kanadın kurda kuşa cennetti
Turnalar geçerdi üstünden
Varılmazdı yanına çalımından, süsünden
Şimdi üstünü örtmüyorsa artık kar
Yazın gölgene sığınsın birkaç ihtiyar…

“Kentimin süsü koca çınar
Unutuldu mu o eski sevdalar?”

Birkaç fidan olmuş sana oğul, torun
Şadırvanından akıyor bak hâlâ suyun
Önünden akarken kum gibi şehir
Yeni Cami’den yanık salalar yükselir
Yanıp yıkılırken giden her şehidin ardından
Dökülür ağıtlar yaprağından, dalından…

“Dayan koca çınarım, dayan
Bu yıl da cam horoz anıtıyla oyalan…”

***
Karcı Dağı

Yalçın kayalar bıçak gibi yırtar ufku
Derin vadiler, uçurumlar salar korku
Mor bulutlar zirveni aştı
Dereler doldu, bentler taştı.
Öfkene cümle âlem şaştı.

“Karcı Dağı, Karcı Dağı
Karın güzel mi?
Sonbaharda eteklerin sarı yaprak,
Savrulan bağın bostanın gazelin mi?”

Kara kışta gözün yaşlı, başın beyaz
Üfürdün Denizli’ye keskin ayaz
Geceden savrulur tipi, kar
Ak duvaklı gelin gibi süzgün bakar.

Karcı Dağı, Karcı Dağı
“Karın güzel mi?
Derelerinden çağlayarak,
Akan boz bulanık selin mi?”

Baharda eteklerinde yeşil örtü
Bağrında eğlenir nice böcü börtü
Giymişsin yeşil beyaz kürkü
Çobanların dilinden düşmez türkü.

“Karcı Dağı, Karcı Dağı
Karın güzel mi?”
Taşın, toprağın cennete bedel mi?

Yaz güneşi gelip bizi kavurdu
Server Gazi, “Çök İlyas! diye bağırdı
“Ne güzel dağların var Denizli” demiş şair
Önünde sütbeyaz Pamukkale serilir.

“Karcı Dağı, Karcı Dağı
Karın güzel mi?
Sarı sıcakta esen serin yelin mi?”

***
Akbük’te Mor Çiçek

Yürüdüm, ardım sıra yürüdü dağlar
Biri eğilir öteki kalkar
Çekmiş üstüne yeşil şalvar
Ayaklarını denizde yıkar.

“Deli gönül bir hoş olmuş
Akbük’te mor çiçek arar...”

Gün ışıldarken üstünde suyun
Balıklar fıkır fıkır oynar oyun
Maviliğine dalmışım şu koyun
Böcekler susmuş, çiçekler bükmüş boyun.

“Deli gönül bir hoş olmuş
Akbük’te mor çiçek arar.”.

Gün batar, sonrası dolunay
Yakamozları ışıktan merdiven say
Dilimde türkü, elimde çay
Kirpikler ok olmuş, kaşlar yay.

“Deli gönül bir hoş olmuş
Akbük’te mor çiçek arar...”

***
Toprak Sevgilimdi

Bu gece uyku tutmadı güzelim
Sokakta sarhoş naraları
Ve acı fren sesleri
Bir baykuş öter karşı yamaçta
Gece beni, ben geceyi dinlerim.

Ne bir sayfa okudum
Ne bir satır yazabildim
Arkam önüm, sağım, solum/da
Hep adını sobeledim.

Sağa, sola yastık ata ata
Köpek ulumaları derken
Alaca şafakta horozlar öterken
Sabahı zar zor getirdim.
Dedim, “Böyle hasret çakılı gecenin
İçine ederim!”

Fırlayıp çıkarak yataktan
Sabah ezanını okurken müezzin
Ben artık bende değilim
Huşu içinde ruhum, bedenim
Dudaklarımda tövbelerim.

Temmuz sabahı hafifçe serin
Kuşlarda bir neşe, bir telaş
Dönerler saçaktan saçağa
Uyku mahmurluğunda doğa
Kaynar bin bir çeşidi böceğin
İçine sinmiş küçük bahçemin
Kokar baygın baygın çiçeklerim.

“ Gel” dedi bana ilkin yasemin
Itır kokusundan emin.
“Gül memenin üstünde kokladın
Hani bendim ilk göz ağrın”
Diye yalvarır karanfilim.

Okşamaya kıyamadım zambağı
Yeşil dil gibi uzar her yaprağı.
“Kokumu duy” diye çırpınır fulya
Al şalvarını çekmişti begonya.
“Sevdalı olan bendim
Yakmadı mı ellerini dikenlerim?”
Der kucak kucak güllerim…

Atatürk çiçeği nazlı, kibirli
“Ben olayım der, sana sevgili.”
Bir köşede benim papatya
Gönlümde yeri bir başka ya,
Can evimden özlediğim.

Menekşe, şebboy, hanımeli
Hepsi birden bağırır:
“Muhtaç kaldık bir damlacık suya
Köklerimizi sardı ayrık, çayır”
Kaptım çapayı, küreği, beli
Toprağın altını üstünü getirdim.

Yüzüm, gözüm görünmez terden
Ark açtım, ayrık topladım, su saldım
Sevişmiş gibi seninle
Kan ter içinde kaldım.
Usulca uzanıp, toprağın yumuşak göğsüne
“Cananım” diye sarıldım…

***
Açın Pencereyi

Pencere camında tık, tık, tık!
Açın der, pencereyi azıcık
Güzel insanlar biz acıktık
Bakın el ayak kesiyor soğuk
Rüzgâr inler boğuk boğuk
Merhamet edin bize çoluk çocuk.

Pencere camında tık, tık, tık!
Açın, der pencereyi azıcık
Güzel insanlar biz acıktık
Yok mu sofranızda bir kırıntı, bir artık?
İnsanın evi gibi yok doğrusu
Hele kara kışsa söz konusu.

Pencere camında tık, tık, tık!
Açın, der pencereyi azıcık
Güzel insanlar biz acıktık
Ayak tutmaz, kanat kırık
Ne olur tıkmayın bizi kafese
Bırakmayın nefes nefese.

Pencere camında tık, tık, tık!
Açın der, pencereyi azıcık
Güzel insanlar biz acıktık
Bir ekmek parçası ufacık
Baharda cik cik öteriz
Borcumuzu kesin öderiz...



















Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL