Derin bir yurt sevgisi, tarih bilinci, bireysel ve toplumsal duyarlılık taşıyan güçlü bir şiir kitabı olarak çok katmanlı ve kapsamlı bir çalışmadır.
Kitap, yedi tematik bölümde toplanan şiirlerle Tü...
“Bu vatan toprağın kara bağrında, Sıra dağlar gibi duranlarındır. Bir tarih boyunca, onun uğrunda, Kendini tarihe verenlerindir.” Orhan Şaik Gökyay *** Tarih ve Kahramanlık II. Bölüm *** Üç Yiğitler Destanı
Üç yiğittiler, üçü de canciğer Üçü de bizim köyden Birlikte ağladılar, birlikte güldüler Su içtiler aynı çeşmeden…
Boyları bir, postları bir, kırkları bir Göğüsler kalkandı, parmaklar kerpeten Yan yana, omuz omuza gezerken “Ha maşallah!” derdi her gören…
Yapışarak karasabanın sapına Deli yürekleri sığmazdı kabına Gönülleri hoş, gözleri toktu. Sevdadan başka dertleri yoktu...
Biri evli ikisi yavuklu Bizim üç delifişek kızan Çalınca Seferberlik davulu Bırakıp yarım yamalak çifti çubuğu Gördüler ne büyükmüş vatan Ve uğruna can verecek kadar aziz Yanarken dağ, taş, gök ve deniz…
Ölüm kusar gemiler, toplar, tüfekler Fışkırır sular, yarılır yer Üç yiğitler “Biz hazırız!” dediler “Verilecekse can, akacaksa kan Yeter ki sağ olsun vatan...”
Kasımoğlu Arif kaldırarak gür kaşlarını “Ben” dedi, “İlk hatta en baştayım Burada şehitlik kesin Çıkarsa bedenden son nefesim Biriniz sağ kalırsanız eğer Altı aylık bebek bıraktım beşikte Benim yerime siz öpün Gelinliğinde duvağını siz örtün!”
Ve kucaklaşıp, koklaşıp son kere Usulca dualarla girdiler sipere Dişler kenetlendi, gözler çivilendi Yedi bela gibi gelen düşmana…
Emir gelince Mustafa Kemâl Beyden, Bir sıçrayışta çıktılar siperden Gün ışığında parlar her süngü Tarih böyle bir anı ne duydu, ne gördü...
Uçtu bizim Arif ardına bakmadan Can vermedi üçünü beşini haklamadan Döndü gözünde dağ taş, dere tepe Uzandı kara toprağa sere serpe…
Ardından fırladı Mehmetlerin Mehmet Gözleri alev alev yanarak Gelirken üstüne binlerce Anzak Tükenmedi çelik bileklerinde gücü Alınmadan Arif’in öcü Geniş göğsü delik deşik Çanakkale oldu koç yiğide beşik...
Camuzoğlu İbrahim geçerken hücuma Bir an şöyle baktı sağ yanına Al kalpaklı bir kumandan Uzatmış kartal başını Yönetiyordu bu ölüm kalım savaşını…
Kurdun sürüye daldığı gibi Camuzoğlu serip geçti önüne geleni Neden sonra ulu kavak gibi sallandı Görenler onu uçan bir kartal sandı...
Dediler “Denizde kum biter, Bizde Arifler, Mehmetler, İbrahimler bitmez. Yer yarılsa, gök delinse Çanakkale geçilmez!..”
*** Çanakkale’de Gök Mehmet
“Çanakkale önüne doldu gemiler, Suları yara yara, saçar köpükler Ağızları alevden birer devdiler Başımıza yağdırdı nice gülleler…”
Mavi gözleri çakmak çakmak Ve yüreği alev alev yanarak Topun namlusundan gemilere baktı Sıktı dişlerini, sıktı yumruğunu Tuttu soluğunu Tepeden, tırnağa titredi Gök Mehmet…
Savrulurken siperler allak bullak Yarıldı deniz, sarsıldı toprak Koparken kızılca kıyamet Nasıl oldu, nereden geldi bilinmez Damarlarına yayıldı ilahi bir kudret Ateş emrini bekledi Gök Mehmet!
Kaytan bıyıklı, elinde dürbün Genç zabit, taze baharında ömrün “Ateş! Ateş!” diye gürledi Tabyalar dalga dalga Çanakkale iki yaka Bu yiğit sesle inledi Ve bastı tetiğe dedi Gök Mehmet…
Gökten yağmur gibi yağarken şarapnel Can verdi yanı başında Onbaşı Zeynel! Ak ak döner gözleri, titrer dudakları Avuçlayıp aziz toprağı öptü Üstünde çayır, çimen örtü “Hakkını helal et” dedi Gök Mehmet…
Şahin bakışlı genç kumandan Vurulup düşerken alnından Kendinden geçmiş Gök Mehmet Mermi üstüne mermi sürdü Derken sevinçle haykırdı: “Yarım Dünya tam isabet!”
Kara bir duman yükseldi gemilerden Mavi sularda can pazarı Sevinç naraları yükseldi her siperden Kulaklardan bu ses hiç gitmez “Denizler köpürse, dağlar yürüse Çanakkale geçilmez,” Diye haykırdı Gök Mehmet!
“Çanakkale yasın biter mi senin Şehit kanlarıyla açar çiçeğin Anlar mısın dilinden garip Veli’nin Hatırası sendedir yiğit dedemin...”
*** Sarıkamış Yolu
Serde var delikanlılık çağları Geçtik ovaları, aştık dağları Dillerde Seferberlik türküleri Eritir yüreğimdeki yağları.
Bir akşam yeni doğan bir ayla Karşıdan göründü Erzurum yayla Zabitan atlı, nefer yaya Geçtik Paşa’nın önünde içtimaya.
Serildi önümüze Sarıkamış yolu Kar, fırtına keser eli, kolu Karlı dağlar dikildikçe dikildi Vadilerde aç kurtlar uluyordu.
Tırmandık dağları dolana dolana Can dayanmaz kar altında kalana Bulamadık yolları, aşamadık belleri Allahüekber’de buyan buyana.
Buzdan ağaç her Osmanlı neferi Yapışmış dipçiğe, ayrılmaz elleri. Pusuda yatarmış Rus’la, Ermeni “Bozulduk!” dediler çekildik geri.
Yerde buz, gökte ay parlak Düştük yollara karın aç, ayak çıplak Son kez anarak sıladaki gelini Gömüldük karlar altıda uzanarak.
Bit derdi bir yandan, başa bela açlık Can havliyle Erzurum’a zor vardık Herkes arar bölüğünü, birliğini Çırpınır kederinden teğmen Sadık.
Yüreğinde katmer katmer sabır Sabileri boynu bükük, aç kalır Her düşünden bir hayra uyanır Elleri koynunda analar ağlar…
Döndü gidenlerin pek azı geri Kiminin ayağı yok, kiminin eli Ağarmış saçları, bükülmüş beli Elleri koynunda analar ağlar…
*** Analar Ağlar
II.
Hapishane kapıları demirden İçinde yatar gözleri kömürden Mahkemeler neler neler alır ömürden Elleri koynunda analar ağlar…
Hastane bahçesinde çiçekler Kucağında inler hasta bebekler Gelenden geçenden medet bekler Elleri koynunda analar ağlar…
Eşkıyalar dağdan şehre indi Kimi mafya, kimi çete işi dedi Gencecik yavruyu toprağa verdi Elleri koynunda analar ağlar…
Elinde tüfek, başında mavi beresi Duvarda asılı kaldı resmi Mezarına al bayrak dikildi Elleri koynunda analar ağlar…
Biri yer, biri karşıdan bakarken Vur patlasın, çal oynasın derken Pazarda çürümüş domates toplar Elleri koynunda analar ağlar…
*** Delibozuk Destanı
Delibozuk derlerdi ona Samsun’da Gün doğmadan limana gelir Çelik bakışları arada bir Takılırdı Karadeniz’in azgın dalgalarına.
Karadeniz puslu Karadeniz yaslı “İnim inim iniler!” Gelip geçtikçe duman duman gemiler Delibozuk uzatarak tek kolunu Haykırırdı gün boyu.
“Duyduk duymadık demeyin Aydınlıktır sonu her karanlık gecenin! Geliyor işte bakın, bakın! Kurtuluş yakındır, yakın!”
Beyaz bir ölümdü Sarıkamış Çanakkale’de Delibozuk diye nam salmış Çöllerde aç, susuz kalmış Şimdi yaka paça yırtık pırtık Göğüs, bağır açık Ne tokluk bilir, ne açlık Kimi kimsesi kalmamış Bir gaziydi Delibozuk…
Balıkçılar, tayfalar Kir pas içinde işçiler Sarıklılar, cübbeliler, fesliler, Poturu yama yama köylüler Ve cümle âlem kentliler Yürekleri sızlayarak Delibozuk’a:
“Bu uşak seferberlikten döndü döneli Aklını da yitirdi besbelli “Uşağım söyle kim gelecek? Beklersin böyle akşama dek.” “Vatan mı kaldı elde avuçta, Başımıza çökmüş yedi düvel Dağda eşkıyadan geçilmez
19 Mayıs 1919 sabahı alaca şafakta Gümbür gümbür bir davul sesi Uyandırdı Samsun’da herkesi Tek kolu sımsıkı tokmakta Davul çalar “Güm! Güm! Güm!” “Ey ahali geldi işte o gün!” Delibozuk sevinçten uçmakta…
Açıldı perdeler, pencereler Açıldı avlular, kapılar Merak içinde Samsunlular Hep birden Karadeniz’e baktılar Karadeniz ışıl ışıl Karadeniz pırıl pırıl Enginde bir vapur Bandırası al bayraklı Çoluk çocuk tekmil Samsunlu Bir anda limana aktı Ellerinde bayraklar…
Gözleri mavi mavi umut saçan Kemâl Paşa’nın o mübarek Ellerinden öptüler. Yüreklerde bir güneş gibi parlayan O yüce kumandan Öyle bir an Delibozuk’la göz göze geldiler Delibozuk dimdik ayakta Bir heykel gibi selam durmakta Gözyaşları ıslak yanakta…
Paşa, okşadı Delibozuk’un başını “Sil evladım, dedi gözyaşını Kanımızla kurtulacak, Aziz vatan toprağı…”
19 Mayıs’ta silkindi milletim Dedi bu yurt, bu güzel yurt benim Toprağıma göz dikenin Başını ezerim…
Dalya dalga yurda yayıldı Mustafa Kemâl’in şanlı adı İnledi bu sesle kentim köyüm “Ya istiklâl, ya ölüm !”
*** Sakarya
Tuna, tarihte şanlı bir destandı Fırat’ın suları al kanla boyandı Hain düşman sana kadar dayandı Başında nice şimşekler çakar ya Ağla artık, inle artık Sakarya!..
İzmir’in, Antep’in yasını tuttuk Yemen’i, Hicaz’ı çoktan unuttuk Son vatan parçasını sende bulduk Suların neden böyle kırmızı akar ya Diren artık, dayan artık Sakarya!..
Yıllar yılı yoksullukla inledim Bozkırında kağnı sesi dinledim Hainler varmış içimde bilmedim Koynunda nice şehitler yatar ya Doğrul artık, silkin artık Sakarya!..
Samsun’dan umut yüklü bulutlar Erzurum’dan Sivas’a kadar uzar Ankara’da meclisin sana bakar Kemâl Paşa destanını yazar ya Kükre artık, şahlan artık Sakarya!..
Kocatepe’den sel olur akarsın Dumlupınar’da düşmanı boğarsın Gün olur cumhuriyeti kurarsın Kara kışın sonu taze bahar ya Gürle artık, çağla artık Sakarya!..
****
Mangal Dağı
Gelincik tarlası mı her yamacın Göklere değer mi mağrur başın Niçin dinmez yağmurun, yaşın? Süngü süngüye, dipçik dipçiğe Sürerken kıyasıya amansız savaşın…
Eteklerinde senin, Mangal Dağı Yağarken şarapnel sağnağı Çayır çimen, dağ taş barut koktu Yaz günüde fırtınan, kışın Bilir misin başında ne feryatlar koptu…
Şimşekler çakar, yıldırımlar düşer Susmaz topun, tüfeğin En önde Yüzbaşı Deli Zekeriya Yanarım gözleri açık giderse Varamadan nazlı Sakarya’ya…
Yumruk yumruğa, göğüs göğse Sürerken o çetin savaşın Savrulurken toprağın, taşın Yanardağlar gibi kudurdun Etle, kemikle yoğruldu çamurun…
Mangal Dağı, Mangal Dağı! Odumun, ocağımın son toprağı Bakma bize öyle yabancı! Açılan eller ki varlığına duacı Kucakla artık şu şanlı sancağı.
Mangal Dağı, Mangal Dağı! Gazi Paşa mıydı umudun? Kaynadın, kaynadın da duruldun. Ey! Çiğdem çiçek kokulu yurdum! İçerim şimdi özgürlüğü yudum yudum…
*** Şemsioğlu Süleyman Destanı
Eller tetikte, soluklar tutulmuş Gökte yıldızlar yanar kıpır kıpır Benzer semavi bir şamdana Her Mehmetçik bir alıcı kuş olmuş Bakışlar şimşek gibi, çakan çakana...
Düşler gelip geçer önünden Çok ıraklarda kalmış köyünden Ekini kim biçer, kim döver harmanı? Kim bekler bağı, bostanı Saçları örgülü, elleri kınalı Bağrında kavrulur bir sevda dumanı Ve yanık memleket türküleri yakan yakana...
Bir yıldız yumağı gökyüzü, İncecik bir hilâl daha üç günlük Kucağına almış parlak bir yıldızı Kısa bir an, bir görümlük, suskun Kızarırken dağlarda çizgisi ufkun Tüfeğini sımsıkı tutan tutana...
Karanlık gecede en başa Çıkar Kocatepe’ye Kemâl Paşa Omuzlarında onca yük Eğilmiş öne, hafifçe bükük Dağlar onu izler, onu bekler ovalar Ayağa kalkmış hep birden kayalar Al kalpaklı adama bakan bakana...
Birden gök gürler, yer sarsılır Şemsioğlu’nun kulakları sağır Artık Şemsioğlu’nu kim tutar! Haykırır, “Geldik sana Dumlupınar!” Düşmanı boğan boğana...
“İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri !” Aklında kalmaz ne köyü, ne şehri Yanmış, yıkılmış köyler, şehirler Barut kokar, savrulur toz duman Düşman peşinden koşan koşana...
Bir sel gibi akıp güzel İzmir’e Kucaklar bizi ak köpüklü Akdeniz Kurtararak ağlayıp inleyen vatanı Altında boylu boyunca yatan yatana...
Zafer sarhoşu olmadan, öylesine sessiz Kol sarılı, bacak kopuk, beden delik deşik Beklemeden bir lokma, bir metelik Kara sabanın sapından tutan tutana...
Unutma yavrum Şemsioğlu Süleyman’ı Onlar gökte yıldızlar kadar çoktu Ne sırtları pek, ne de karınları toktu Sayısız destanlar yazan yazana...
*** Anam
İstasyonda gördüm seni anam Sen çırpındıkça ağlardı vatan Tren düdükleri çığlık çığlık Ayaklarında yırtık bir çarık Bu kaçıncı ayrılık Döneni hiç olmayan! ...
Toprak damlı evlerin yıkık dökük Boy boy yetimlerin boynu bükük Ağıtları ninni sanan! Kol gezerdi köyünde açlık ve kıtlık Ekmeğin ahlat unundan Sofranda süpürge tohumu azık…
Tarlada gördüm seni anam Önünde iki öküz, bir saban Geceler zifiri karanlık Kör yılan gibi cehalet ve hayınlık Ne Hak bilir, ne de vicdan Dayan güzel anam dayan!..
Cephede gördüm seni anam Karlı dağları sabrınla aştın Cephane taşıdın sandık sandık Elde mavzer, sırtta bebek Sevgiyi aş yaptın, sabrı ekmek Bugünlere analığınla ulaştık Hakkını nasıl öderiz anam!..
*** İnebolu
Samsun’da özgürlük bulutu, Yumak yumak sardı yurdu. Bir bayram sabahı uyandı İnebolu Düşman geliyordu!
Kaymakamından çobanına, Çoluk çocuk, genç ihtiyar Yurt sevgisiyle bahtiyar, İskeleye akıyordu.
Sıvadılar hemen eli kolu Omuzlar, kucaklar cephane dolu Top niyetine birkaç boru Düşmanı oyalıyordu.
Gacur gucur kağnılar, Sabırla, inatla, ümitle Ver elini Kastamonu Göründü Ankara yolu.
Bu analar, bu çocuklar, nineler Kara kışı, eşkıyayı kim dinler! Kuşlar gibi uçuyordu Ilgazlardan Sakarya’ya doğru.
İlyas Kaptan has Türkoğlu, Parada pulda gözü tok, Mustafa Kemâl Paşa’nın o mübarek Ellerinden öpüyordu.
*** Nâzım Beyin Kır Atı
“Vatanından başka sevgilisi Ve milletinden başka derdi Olmayan kuşaktandı.”
İnce belli, kara gözlü kır atının üstünde Sanırsın Sakarya boylarında koç Köroğlu Cepheden cepheye Yel gibi esiyordu Zalime, haine, işgalciye başkaldırmış Anadolu Canla, kanla direniyordu…
İnce belli, kız perçemli kır atı Bir şahindi, bir şahbazdı Epil epil savrulur yeleleri…
Hain düşman yatmış pusuya Ve ölüm kustu makineliler Vatanından başka sevgilisi olmayan yiğitler! Kuşlar bastı feryadı, ormanlar yasını dinler…
Nâzım Bey’in başucunda Kır at köpürür, deli divane döner Kahrından, kederinden Kişnemesi dağları deler…
Alıp giderken şanlı şehidi trenler Her yanında ak köpükler Kır at trenle yarış eder Hastane avlusunda kara gözleri yaşlı Kulakları dimdik, kaygılı Tasasından toprağı döver…
Al bayrağa sarılmış Nâzım’ın naaşı Boğarken yasa, bahtı kara Ankara’yı Kır atta ümitler söner Kendini dağlara vurur Ne bir iz kalır, ne bir haber…
“Nâzım’ın destanını yazmak kolay Anlamak zordur Çünkü vatan canla, kanla, emekle yoğrulur…”
*** Akıncı Beyi
O bir kaymakamdı İnce, uzun parmakları Kalem tutar, yazı yazardı Biricik kaygısı, biricik tasası Canından aziz bildiği Bahtı kara vatandı.
Zalim düşman yurda ayak basmış Ve bıçak kemiğe dayanmış Aç, yorgun ve yaralı düşmüş millet Satılmışlar, eşkıyalar başka bir dert.
Düşünmeden ne mevki, ne makam Etrafında birkaç kahraman Silaha davrandı yiğit kaymakam Dedi “Kaymakam değil vezir olsam Düşman çizmesi altında yaşayamam.”
Göğsünde çapraz fişeği Unuttu sıcak aşı, unuttu yatağı, döşeği At üstünde uçan akıncı. Dumanlı dağlar başının tacı.
Pusularla, baskınlarla şaşkına döndü düşman Kıl çeker gibi tere yağdan Tuttu haini, kaçağı, satılmışı Mıhladı alnın ortasından Ne telgraf hattı kaldı kopmadık Ne trenler kaldı uçmadık. Demirci’den Ankara’ya kadar Kalmadı adını, sanını duymadık...”
Dile kolay, üç yıl dağlarda Ne yoruldular, ne uyudular Akıncılar düşman içinde Sakarya’da, Dumlupınar’da ordular Vatan aşkıyla vur babam vurdular.
Büyük zaferden sonra Akıncı Beyi, Topladı efradı, zeybeği Dedi, “İşimiz bitti yiğitlerim, Verdiğimiz söz gereği, Bir teşekkür bile beklemeden, Köylerinize dönün hemen.
Bilirim yanmış, yıkılmıştır eviniz, Tarumardır odunuz, ocağınız Zengin olmuştur korkaklar, kaçaklar Hanlar, hamamlar, konaklar.
“Kesik bacağınıza, kopuk kolunuza İzi silinmez derin yaranıza Ola ki size dudak büküp geçerler Siz onlara aldırmayın Her işi tevekkülle karşılayın.”
Ey ölüme meydan okuyan erler! Tadına doyum olmaz o hazzın Vatan aşkıyla yaşamanın!” Kara sabana, orağa sıkı yapışın! Adsız kahramanlara siz de karışın!..”
Dağlar yiğit bu sesle son kez inledi Kurt kuş, börtü böcek Akıncı’yı diledi.
“Demirci yolları bükülür gider Toprağın ağzı yok, söylemez diller Saban tutan, orak çalan bu eller Toprağında bitmiş gelincikler, güller…”
*** Gökçen Efe Destanı
Damarlarında mertlik ve yiğitlik Uçan turnayı gözünden, Koşan deveyi dizinden Vururdu hiç sektirmeden…
Dağ çiçekleriyle süslü fesi Gümüş kakmalıydı hançeri Dağlarda eşi, benzeri yoktu Mazlumların Hızır meleği Zalimin amansız korkusu Böyle nam saldı efeliği.
Düşman girince güzel İzmir’e Yanıp yıkılırken köyler, kentler Ona haram oldu yemek, içmek Öfkesi ve kahrı zehir zemberek.
Düşmanın önüne dağ gibi dikildi Pişman etti anasından doğduğuna Karavanada aş, ekmek yerine Yağlı kurşunlar yedirtti Uçuruldu köprüler, devrildi trenler Onunla bir çarptı yürekler.
Gökçen Dağı’nda rüzgâr boğuk boğuk Kurt, çakal ulumaları yırtar karanlığı Bıçak gibi el ayak keser soğuk Çam dallarını yolar fırtına.
Öter baykuşlar hep bir ağızdan Der gibi, bir tümenle geliyor düşman Topu var, makinelisi var Bastırır yağmur öte yandan Davran Gökçen Efem davran.
Mor cepkenden sarkan pulları Işıldar karanlık gecede Bir avuç korkusuz zeybek Yoktu ne uyku, ne tünek.
Düşman bir örümcek ağı Karınca sürüsü gibi kalabalık Ve alev kusan topları Biçer ağaçları, savurur toprağı.
Gökçen, son kertesinde hıncının “Ah, bizim de bir topumuz olsa! Gözün kör olsun!” der yoksulluğa Çörü çöpü yanarken dağların.
Düşman vur Allah vur bitmez Savaşırım sanır koca bir orduyla Cephanesi biterken zeybeklerin Al kana boyanır dağları çiçeklerin.
Gökçen Efe var gücüyle haykırır “Üç beş kurşunla yere düşmem ben Topunuzu gebertmeden!” Arına gider boylu boyunca Uzanıp kalmak sere serpe “Vurulduğumu sakın duyurmayın,” Der efelik töresince Yiğit başı düşerken yere...
“Sen dağlarda can verirken Al kan içinde mor cepken Geçerken candan ve serden Destanın dillerde efem!..”
“Menderes yasınla çağlar Ödemiş’te bozulmuş bağlar Anam ağlar, bacım ağlar Gözüm yaşı dinmez efem!..”
*** Kazıkbeli Kartalı
Bilenmiş kılıçlarımız, gerilmiş yaylarımız Hedefini şaşırmaz oklarımız, mızraklarımız Bir avuç serdengeçti dağları sardık Yüz binlere Haçlıyı gözümüzde hiç saydık…
Yavuklun günlerdir yolunu gözledi Yarenlerin seni çok, pek çok özledi Yüreğimde göz göz oldu hasret Cayır cayır yanarken aziz memleket…
Davullarla zurnalarla uğurladık askere Hani anam geldi demiştin teskere Dostlar bu nasıl kader, nasıl bir öykü? Boğazımda düğümlenir acı bir türkü:
“Urbaların sandıkta basılı kaldı Resimlerin duvarda asılı kaldı…”
Gidiyorsun işte peşinde maşeri kalabalık Bir yanda tekbirler, bir yanda hıçkırık “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!” dediler Vatan bendim anam, bak kolum kanadım kırık!..
Ankara’da kaynıyor koltuk pazarı Sus pus olmuş okuru, yazarı Ensesi kalınların başka hesabı Millet koyun olmuş, onlar kasabı…
“Dostlar bu nasıl kader, nasıl bir öykü? Boğazımda düğümlenir acı bir türkü:” “Açın kapıları Doğan geliyor Gerneşe gerneşe aslan geliyor...”
*** Unutulanlar
Seferberlik deyip yola çıktınız, Üstünüzde parlar ay-yıldız Buz kesti dağlar, kavurdu çöller Gidip geri gelmediniz Yaslı kaldı türküleriniz Unutulmak mıydı kaderiniz?
Çanakkale’de, Sakarya’da, Yatarsınız kara toprakta Adı, sanı unutulan yiğitler “İlk hedefiniz Akdeniz !” Hakkınızı helâl ediniz Unutulmak mıydı kaderiniz?
Uzak diyar Kore’ye Şanlı asker gider niye? Köye geldi acı haber Ağlar anamız, ağlar gelinimiz Şimdi gurbet eldesiniz Unutulmak mıydı kaderiniz?
Kıbrıs dedik, yavru vatan Dursun orda akan kan Sıra sıra gemiler Bir hamlede Girne’deyiz Muştu oldu zaferiniz Unutulmak mıydı kaderiniz?
“Asala” denen hain iti Onca elçiyi şehit etti Sabır sabır dediler Bayrağa sarılı indiniz Uzanıp yattınız tertemiz! Unutulmak mıydı kaderiniz?
Boynu kravatlı öğretmen Arşa değer senin meşalen Elinde kitap, elinde defter Mürekkep kokar elleriniz Kalem tutan şehitlerimiz Unutulmak mıydı kaderiniz?
Yıllar var ki bu savaş durmuyor Bu savaşa bir ad konmuyor “En büyük asker, bizim asker!” Şen gidip, şehit geldiniz. Yakalara takıldı resminiz Unutulmak mıydı kaderiniz?
Düşman kurmuş hain pusu Vurulmuş yatıyor ana kuzusu İster subay, ister er, Ağlar size Türkiye’miz. Şehide doymaz milletimiz!.. Unutulmak mıydı kaderiniz?
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.