Biz ancak bize hayran olanları can ve yürekten överiz. la rochefaucauld
Şiirin Gözü
Derin bir yurt sevgisi, tarih bilinci, bireysel ve toplumsal duyarlılık taşıyan güçlü bir şiir kitabı olarak çok katmanlı ve kapsamlı bir çalışmadır. Kitap, yedi tematik bölümde toplanan şiirlerle Tü...
3. Bölüm

Tarih ve Kahraamanlık

20 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum

“Bu vatan toprağın kara bağrında,
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca, onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir.”
Orhan Şaik Gökyay
***
Tarih ve Kahramanlık
II. Bölüm
***
Üç Yiğitler Destanı

Üç yiğittiler, üçü de canciğer
Üçü de bizim köyden
Birlikte ağladılar, birlikte güldüler
Su içtiler aynı çeşmeden…

Boyları bir, postları bir, kırkları bir
Göğüsler kalkandı, parmaklar kerpeten
Yan yana, omuz omuza gezerken
“Ha maşallah!” derdi her gören…

Yapışarak karasabanın sapına
Deli yürekleri sığmazdı kabına
Gönülleri hoş, gözleri toktu.
Sevdadan başka dertleri yoktu...

Biri evli ikisi yavuklu
Bizim üç delifişek kızan
Çalınca Seferberlik davulu
Bırakıp yarım yamalak çifti çubuğu
Gördüler ne büyükmüş vatan
Ve uğruna can verecek kadar aziz
Yanarken dağ, taş, gök ve deniz…

Ölüm kusar gemiler, toplar, tüfekler
Fışkırır sular, yarılır yer
Üç yiğitler “Biz hazırız!” dediler
“Verilecekse can, akacaksa kan
Yeter ki sağ olsun vatan...”

Kasımoğlu Arif kaldırarak gür kaşlarını
“Ben” dedi, “İlk hatta en baştayım
Burada şehitlik kesin
Çıkarsa bedenden son nefesim
Biriniz sağ kalırsanız eğer
Altı aylık bebek bıraktım beşikte
Benim yerime siz öpün
Gelinliğinde duvağını siz örtün!”

Ve kucaklaşıp, koklaşıp son kere
Usulca dualarla girdiler sipere
Dişler kenetlendi, gözler çivilendi
Yedi bela gibi gelen düşmana…

Emir gelince Mustafa Kemâl Beyden,
Bir sıçrayışta çıktılar siperden
Gün ışığında parlar her süngü
Tarih böyle bir anı ne duydu, ne gördü...

Uçtu bizim Arif ardına bakmadan
Can vermedi üçünü beşini haklamadan
Döndü gözünde dağ taş, dere tepe
Uzandı kara toprağa sere serpe…

Ardından fırladı Mehmetlerin Mehmet
Gözleri alev alev yanarak
Gelirken üstüne binlerce Anzak
Tükenmedi çelik bileklerinde gücü
Alınmadan Arif’in öcü
Geniş göğsü delik deşik
Çanakkale oldu koç yiğide beşik...

Camuzoğlu İbrahim geçerken hücuma
Bir an şöyle baktı sağ yanına
Al kalpaklı bir kumandan
Uzatmış kartal başını
Yönetiyordu bu ölüm kalım savaşını…

Kurdun sürüye daldığı gibi
Camuzoğlu serip geçti önüne geleni
Neden sonra ulu kavak gibi sallandı
Görenler onu uçan bir kartal sandı...

Dediler “Denizde kum biter,
Bizde Arifler, Mehmetler, İbrahimler bitmez.
Yer yarılsa, gök delinse
Çanakkale geçilmez!..”

***
Çanakkale’de Gök Mehmet

“Çanakkale önüne doldu gemiler,
Suları yara yara, saçar köpükler
Ağızları alevden birer devdiler
Başımıza yağdırdı nice gülleler…”

Mavi gözleri çakmak çakmak
Ve yüreği alev alev yanarak
Topun namlusundan gemilere baktı
Sıktı dişlerini, sıktı yumruğunu
Tuttu soluğunu
Tepeden, tırnağa titredi Gök Mehmet…

Savrulurken siperler allak bullak
Yarıldı deniz, sarsıldı toprak
Koparken kızılca kıyamet
Nasıl oldu, nereden geldi bilinmez
Damarlarına yayıldı ilahi bir kudret
Ateş emrini bekledi Gök Mehmet!

Kaytan bıyıklı, elinde dürbün
Genç zabit, taze baharında ömrün
“Ateş! Ateş!” diye gürledi
Tabyalar dalga dalga
Çanakkale iki yaka
Bu yiğit sesle inledi
Ve bastı tetiğe dedi Gök Mehmet…

Gökten yağmur gibi yağarken şarapnel
Can verdi yanı başında Onbaşı Zeynel!
Ak ak döner gözleri, titrer dudakları
Avuçlayıp aziz toprağı öptü
Üstünde çayır, çimen örtü
“Hakkını helal et” dedi Gök Mehmet…

Şahin bakışlı genç kumandan
Vurulup düşerken alnından
Kendinden geçmiş Gök Mehmet
Mermi üstüne mermi sürdü
Derken sevinçle haykırdı:
“Yarım Dünya tam isabet!”

Kara bir duman yükseldi gemilerden
Mavi sularda can pazarı
Sevinç naraları yükseldi her siperden
Kulaklardan bu ses hiç gitmez
“Denizler köpürse, dağlar yürüse
Çanakkale geçilmez,”
Diye haykırdı Gök Mehmet!

“Çanakkale yasın biter mi senin
Şehit kanlarıyla açar çiçeğin
Anlar mısın dilinden garip Veli’nin
Hatırası sendedir yiğit dedemin...”

***
Sarıkamış Yolu

Serde var delikanlılık çağları
Geçtik ovaları, aştık dağları
Dillerde Seferberlik türküleri
Eritir yüreğimdeki yağları.

Bir akşam yeni doğan bir ayla
Karşıdan göründü Erzurum yayla
Zabitan atlı, nefer yaya
Geçtik Paşa’nın önünde içtimaya.

Serildi önümüze Sarıkamış yolu
Kar, fırtına keser eli, kolu
Karlı dağlar dikildikçe dikildi
Vadilerde aç kurtlar uluyordu.

Tırmandık dağları dolana dolana
Can dayanmaz kar altında kalana
Bulamadık yolları, aşamadık belleri
Allahüekber’de buyan buyana.

Buzdan ağaç her Osmanlı neferi
Yapışmış dipçiğe, ayrılmaz elleri.
Pusuda yatarmış Rus’la, Ermeni
“Bozulduk!” dediler çekildik geri.

Yerde buz, gökte ay parlak
Düştük yollara karın aç, ayak çıplak
Son kez anarak sıladaki gelini
Gömüldük karlar altıda uzanarak.

Bit derdi bir yandan, başa bela açlık
Can havliyle Erzurum’a zor vardık
Herkes arar bölüğünü, birliğini
Çırpınır kederinden teğmen Sadık.

Ah, sılaya bir vasıl olsaydım!
Önüme acılı tarhanayı koyaydım
Derken gözlerim karardı, bayıldım
Merzifon şifa yurdunda ayıldım.

Odalarda inler nice körpe canlar
Kimi anam der, kimi nazlı yâr
Boş boş bakarlar, sanırsın deli
Gözlerden süzülür kanlı yaşlar…

“Ah Seferberlik büktün belimi
Saramadım ince belli gelini, gelini...”

***
Analar Ağlar
I.
Kara trenler akıp gider
Salkım saçak dolu asker
Ya Rab bu giden kaçıncı sefer
Elleri koynunda analar ağlar…

Sarıkamış ayazında kalana
Yemen çöllerinde yanıp kavrulana
Sorar yavrusunu dolana dolana
Elleri koynunda analar ağlar…

Çanakkale’nin aynalıdır çarşısı
İçinde bitmez ayrılık acısı
Dul kalmış gelini, bacısı
Elleri koynunda analar ağlar…

Tam harp bitti diye avunur
Güzel yurdum can evinden vurulur
Ocağımıza dayanmış gâvur
Elleri koynunda analar ağlar…

Ilgaz dağlarında inler kağnılar
Uzanır Sakarya’ya kadar
Ahlat unuyla beslenir torunlar
Elleri koynunda analar ağlar…

Yüreğinde katmer katmer sabır
Sabileri boynu bükük, aç kalır
Her düşünden bir hayra uyanır
Elleri koynunda analar ağlar…

Döndü gidenlerin pek azı geri
Kiminin ayağı yok, kiminin eli
Ağarmış saçları, bükülmüş beli
Elleri koynunda analar ağlar…

***
Analar Ağlar

II.

Hapishane kapıları demirden
İçinde yatar gözleri kömürden
Mahkemeler neler neler alır ömürden
Elleri koynunda analar ağlar…

Hastane bahçesinde çiçekler
Kucağında inler hasta bebekler
Gelenden geçenden medet bekler
Elleri koynunda analar ağlar…

Eşkıyalar dağdan şehre indi
Kimi mafya, kimi çete işi dedi
Gencecik yavruyu toprağa verdi
Elleri koynunda analar ağlar…

Elinde tüfek, başında mavi beresi
Duvarda asılı kaldı resmi
Mezarına al bayrak dikildi
Elleri koynunda analar ağlar…

Biri yer, biri karşıdan bakarken
Vur patlasın, çal oynasın derken
Pazarda çürümüş domates toplar
Elleri koynunda analar ağlar…

***
Delibozuk Destanı

Delibozuk derlerdi ona Samsun’da
Gün doğmadan limana gelir
Çelik bakışları arada bir
Takılırdı Karadeniz’in azgın dalgalarına.

Karadeniz puslu
Karadeniz yaslı
“İnim inim iniler!”
Gelip geçtikçe duman duman gemiler
Delibozuk uzatarak tek kolunu
Haykırırdı gün boyu.

“Duyduk duymadık demeyin
Aydınlıktır sonu her karanlık gecenin!
Geliyor işte bakın, bakın!
Kurtuluş yakındır, yakın!”

Beyaz bir ölümdü Sarıkamış
Çanakkale’de Delibozuk diye nam salmış
Çöllerde aç, susuz kalmış
Şimdi yaka paça yırtık pırtık
Göğüs, bağır açık
Ne tokluk bilir, ne açlık
Kimi kimsesi kalmamış
Bir gaziydi Delibozuk…

Balıkçılar, tayfalar
Kir pas içinde işçiler
Sarıklılar, cübbeliler, fesliler,
Poturu yama yama köylüler
Ve cümle âlem kentliler
Yürekleri sızlayarak Delibozuk’a:

“Bu uşak seferberlikten döndü döneli
Aklını da yitirdi besbelli
“Uşağım söyle kim gelecek?
Beklersin böyle akşama dek.”
“Vatan mı kaldı elde avuçta,
Başımıza çökmüş yedi düvel
Dağda eşkıyadan geçilmez

Tarlalar ekilip biçilmez
Hainlerden, satılmışlardan
Ortalıkta gezilmez
Vazgeç bu sevdadan derlerdi.”

19 Mayıs 1919 sabahı alaca şafakta
Gümbür gümbür bir davul sesi
Uyandırdı Samsun’da herkesi
Tek kolu sımsıkı tokmakta
Davul çalar “Güm! Güm! Güm!”
“Ey ahali geldi işte o gün!”
Delibozuk sevinçten uçmakta…

Açıldı perdeler, pencereler
Açıldı avlular, kapılar
Merak içinde Samsunlular
Hep birden Karadeniz’e baktılar
Karadeniz ışıl ışıl
Karadeniz pırıl pırıl
Enginde bir vapur
Bandırası al bayraklı
Çoluk çocuk tekmil Samsunlu
Bir anda limana aktı
Ellerinde bayraklar…

Gözleri mavi mavi umut saçan
Kemâl Paşa’nın o mübarek
Ellerinden öptüler.
Yüreklerde bir güneş gibi parlayan
O yüce kumandan
Öyle bir an
Delibozuk’la göz göze geldiler
Delibozuk dimdik ayakta
Bir heykel gibi selam durmakta
Gözyaşları ıslak yanakta…

Paşa, okşadı Delibozuk’un başını
“Sil evladım, dedi gözyaşını
Kanımızla kurtulacak,
Aziz vatan toprağı…”

19 Mayıs’ta silkindi milletim
Dedi bu yurt, bu güzel yurt benim
Toprağıma göz dikenin
Başını ezerim…

Dalya dalga yurda yayıldı
Mustafa Kemâl’in şanlı adı
İnledi bu sesle kentim köyüm
“Ya istiklâl, ya ölüm !”

***
Sakarya

Tuna, tarihte şanlı bir destandı
Fırat’ın suları al kanla boyandı
Hain düşman sana kadar dayandı
Başında nice şimşekler çakar ya
Ağla artık, inle artık Sakarya!..

İzmir’in, Antep’in yasını tuttuk
Yemen’i, Hicaz’ı çoktan unuttuk
Son vatan parçasını sende bulduk
Suların neden böyle kırmızı akar ya
Diren artık, dayan artık Sakarya!..

Yıllar yılı yoksullukla inledim
Bozkırında kağnı sesi dinledim
Hainler varmış içimde bilmedim
Koynunda nice şehitler yatar ya
Doğrul artık, silkin artık Sakarya!..

Samsun’dan umut yüklü bulutlar
Erzurum’dan Sivas’a kadar uzar
Ankara’da meclisin sana bakar
Kemâl Paşa destanını yazar ya
Kükre artık, şahlan artık Sakarya!..

Kocatepe’den sel olur akarsın
Dumlupınar’da düşmanı boğarsın
Gün olur cumhuriyeti kurarsın
Kara kışın sonu taze bahar ya
Gürle artık, çağla artık Sakarya!..

****

Mangal Dağı

Gelincik tarlası mı her yamacın
Göklere değer mi mağrur başın
Niçin dinmez yağmurun, yaşın?
Süngü süngüye, dipçik dipçiğe
Sürerken kıyasıya amansız savaşın…

Eteklerinde senin, Mangal Dağı
Yağarken şarapnel sağnağı
Çayır çimen, dağ taş barut koktu
Yaz günüde fırtınan, kışın
Bilir misin başında ne feryatlar koptu…

Şimşekler çakar, yıldırımlar düşer
Susmaz topun, tüfeğin
En önde Yüzbaşı Deli Zekeriya
Yanarım gözleri açık giderse
Varamadan nazlı Sakarya’ya…

Yumruk yumruğa, göğüs göğse
Sürerken o çetin savaşın
Savrulurken toprağın, taşın
Yanardağlar gibi kudurdun
Etle, kemikle yoğruldu çamurun…

Mangal Dağı, Mangal Dağı!
Odumun, ocağımın son toprağı
Bakma bize öyle yabancı!
Açılan eller ki varlığına duacı
Kucakla artık şu şanlı sancağı.

Mangal Dağı, Mangal Dağı!
Gazi Paşa mıydı umudun?
Kaynadın, kaynadın da duruldun.
Ey! Çiğdem çiçek kokulu yurdum!
İçerim şimdi özgürlüğü yudum yudum…

***
Şemsioğlu Süleyman Destanı

Eller tetikte, soluklar tutulmuş
Gökte yıldızlar yanar kıpır kıpır
Benzer semavi bir şamdana
Her Mehmetçik bir alıcı kuş olmuş
Bakışlar şimşek gibi, çakan çakana...

Düşler gelip geçer önünden
Çok ıraklarda kalmış köyünden
Ekini kim biçer, kim döver harmanı?
Kim bekler bağı, bostanı
Saçları örgülü, elleri kınalı
Bağrında kavrulur bir sevda dumanı
Ve yanık memleket türküleri yakan yakana...

Bir yıldız yumağı gökyüzü,
İncecik bir hilâl daha üç günlük
Kucağına almış parlak bir yıldızı
Kısa bir an, bir görümlük, suskun
Kızarırken dağlarda çizgisi ufkun
Tüfeğini sımsıkı tutan tutana...

Karanlık gecede en başa
Çıkar Kocatepe’ye Kemâl Paşa
Omuzlarında onca yük
Eğilmiş öne, hafifçe bükük
Dağlar onu izler, onu bekler ovalar
Ayağa kalkmış hep birden kayalar
Al kalpaklı adama bakan bakana...

Birden gök gürler, yer sarsılır
Şemsioğlu’nun kulakları sağır
Artık Şemsioğlu’nu kim tutar!
Haykırır, “Geldik sana Dumlupınar!”
Düşmanı boğan boğana...

“İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri !”
Aklında kalmaz ne köyü, ne şehri
Yanmış, yıkılmış köyler, şehirler
Barut kokar, savrulur toz duman
Düşman peşinden koşan koşana...

Bir sel gibi akıp güzel İzmir’e
Kucaklar bizi ak köpüklü Akdeniz
Kurtararak ağlayıp inleyen vatanı
Altında boylu boyunca yatan yatana...

Zafer sarhoşu olmadan, öylesine sessiz
Kol sarılı, bacak kopuk, beden delik deşik
Beklemeden bir lokma, bir metelik
Kara sabanın sapından tutan tutana...

Unutma yavrum Şemsioğlu Süleyman’ı
Onlar gökte yıldızlar kadar çoktu
Ne sırtları pek, ne de karınları toktu
Sayısız destanlar yazan yazana...

***
Anam

İstasyonda gördüm seni anam
Sen çırpındıkça ağlardı vatan
Tren düdükleri çığlık çığlık
Ayaklarında yırtık bir çarık
Bu kaçıncı ayrılık
Döneni hiç olmayan! ...

Toprak damlı evlerin yıkık dökük
Boy boy yetimlerin boynu bükük
Ağıtları ninni sanan!
Kol gezerdi köyünde açlık ve kıtlık
Ekmeğin ahlat unundan
Sofranda süpürge tohumu azık…

Tarlada gördüm seni anam
Önünde iki öküz, bir saban
Geceler zifiri karanlık
Kör yılan gibi cehalet ve hayınlık
Ne Hak bilir, ne de vicdan
Dayan güzel anam dayan!..

Cephede gördüm seni anam
Karlı dağları sabrınla aştın
Cephane taşıdın sandık sandık
Elde mavzer, sırtta bebek
Sevgiyi aş yaptın, sabrı ekmek
Bugünlere analığınla ulaştık
Hakkını nasıl öderiz anam!..

***
İnebolu

Samsun’da özgürlük bulutu,
Yumak yumak sardı yurdu.
Bir bayram sabahı uyandı İnebolu
Düşman geliyordu!

Kaymakamından çobanına,
Çoluk çocuk, genç ihtiyar
Yurt sevgisiyle bahtiyar,
İskeleye akıyordu.

Sıvadılar hemen eli kolu
Omuzlar, kucaklar cephane dolu
Top niyetine birkaç boru
Düşmanı oyalıyordu.

Gacur gucur kağnılar,
Sabırla, inatla, ümitle
Ver elini Kastamonu
Göründü Ankara yolu.

Bu analar, bu çocuklar, nineler
Kara kışı, eşkıyayı kim dinler!
Kuşlar gibi uçuyordu
Ilgazlardan Sakarya’ya doğru.

İlyas Kaptan has Türkoğlu,
Parada pulda gözü tok,
Mustafa Kemâl Paşa’nın o mübarek
Ellerinden öpüyordu.

***
Nâzım Beyin Kır Atı

“Vatanından başka sevgilisi
Ve milletinden başka derdi
Olmayan kuşaktandı.”

İnce belli, kara gözlü kır atının üstünde
Sanırsın Sakarya boylarında koç Köroğlu
Cepheden cepheye
Yel gibi esiyordu
Zalime, haine, işgalciye başkaldırmış Anadolu
Canla, kanla direniyordu…

İnce belli, kız perçemli kır atı
Bir şahindi, bir şahbazdı
Epil epil savrulur yeleleri…

Hain düşman yatmış pusuya
Ve ölüm kustu makineliler
Vatanından başka sevgilisi olmayan yiğitler!
Kuşlar bastı feryadı, ormanlar yasını dinler…

Nâzım Bey’in başucunda
Kır at köpürür, deli divane döner
Kahrından, kederinden
Kişnemesi dağları deler…

Alıp giderken şanlı şehidi trenler
Her yanında ak köpükler
Kır at trenle yarış eder
Hastane avlusunda kara gözleri yaşlı
Kulakları dimdik, kaygılı
Tasasından toprağı döver…

Al bayrağa sarılmış Nâzım’ın naaşı
Boğarken yasa, bahtı kara Ankara’yı
Kır atta ümitler söner
Kendini dağlara vurur
Ne bir iz kalır, ne bir haber…

“Nâzım’ın destanını yazmak kolay
Anlamak zordur
Çünkü vatan canla, kanla, emekle yoğrulur…”

***
Akıncı Beyi

O bir kaymakamdı
İnce, uzun parmakları
Kalem tutar, yazı yazardı
Biricik kaygısı, biricik tasası
Canından aziz bildiği
Bahtı kara vatandı.

Zalim düşman yurda ayak basmış
Ve bıçak kemiğe dayanmış
Aç, yorgun ve yaralı düşmüş millet
Satılmışlar, eşkıyalar başka bir dert.

Düşünmeden ne mevki, ne makam
Etrafında birkaç kahraman
Silaha davrandı yiğit kaymakam
Dedi “Kaymakam değil vezir olsam
Düşman çizmesi altında yaşayamam.”

Göğsünde çapraz fişeği
Unuttu sıcak aşı, unuttu yatağı, döşeği
At üstünde uçan akıncı.
Dumanlı dağlar başının tacı.

Pusularla, baskınlarla şaşkına döndü düşman
Kıl çeker gibi tere yağdan
Tuttu haini, kaçağı, satılmışı
Mıhladı alnın ortasından
Ne telgraf hattı kaldı kopmadık
Ne trenler kaldı uçmadık.
Demirci’den Ankara’ya kadar
Kalmadı adını, sanını duymadık...”

Dile kolay, üç yıl dağlarda
Ne yoruldular, ne uyudular
Akıncılar düşman içinde
Sakarya’da, Dumlupınar’da ordular
Vatan aşkıyla vur babam vurdular.

Büyük zaferden sonra Akıncı Beyi,
Topladı efradı, zeybeği
Dedi, “İşimiz bitti yiğitlerim,
Verdiğimiz söz gereği,
Bir teşekkür bile beklemeden,
Köylerinize dönün hemen.

Bilirim yanmış, yıkılmıştır eviniz,
Tarumardır odunuz, ocağınız
Zengin olmuştur korkaklar, kaçaklar
Hanlar, hamamlar, konaklar.

“Kesik bacağınıza, kopuk kolunuza
İzi silinmez derin yaranıza
Ola ki size dudak büküp geçerler
Siz onlara aldırmayın
Her işi tevekkülle karşılayın.”

Ey ölüme meydan okuyan erler!
Tadına doyum olmaz o hazzın
Vatan aşkıyla yaşamanın!”
Kara sabana, orağa sıkı yapışın!
Adsız kahramanlara siz de karışın!..”

Dağlar yiğit bu sesle son kez inledi
Kurt kuş, börtü böcek Akıncı’yı diledi.

“Demirci yolları bükülür gider
Toprağın ağzı yok, söylemez diller
Saban tutan, orak çalan bu eller
Toprağında bitmiş gelincikler, güller…”

***
Gökçen Efe Destanı

Damarlarında mertlik ve yiğitlik
Uçan turnayı gözünden,
Koşan deveyi dizinden
Vururdu hiç sektirmeden…

Dağ çiçekleriyle süslü fesi
Gümüş kakmalıydı hançeri
Dağlarda eşi, benzeri yoktu
Mazlumların Hızır meleği
Zalimin amansız korkusu
Böyle nam saldı efeliği.

Düşman girince güzel İzmir’e
Yanıp yıkılırken köyler, kentler
Ona haram oldu yemek, içmek
Öfkesi ve kahrı zehir zemberek.

Düşmanın önüne dağ gibi dikildi
Pişman etti anasından doğduğuna
Karavanada aş, ekmek yerine
Yağlı kurşunlar yedirtti
Uçuruldu köprüler, devrildi trenler
Onunla bir çarptı yürekler.

Gökçen Dağı’nda rüzgâr boğuk boğuk
Kurt, çakal ulumaları yırtar karanlığı
Bıçak gibi el ayak keser soğuk
Çam dallarını yolar fırtına.

Öter baykuşlar hep bir ağızdan
Der gibi, bir tümenle geliyor düşman
Topu var, makinelisi var
Bastırır yağmur öte yandan
Davran Gökçen Efem davran.

Mor cepkenden sarkan pulları
Işıldar karanlık gecede
Bir avuç korkusuz zeybek
Yoktu ne uyku, ne tünek.

Düşman bir örümcek ağı
Karınca sürüsü gibi kalabalık
Ve alev kusan topları
Biçer ağaçları, savurur toprağı.

Gökçen, son kertesinde hıncının
“Ah, bizim de bir topumuz olsa!
Gözün kör olsun!” der yoksulluğa
Çörü çöpü yanarken dağların.

Düşman vur Allah vur bitmez
Savaşırım sanır koca bir orduyla
Cephanesi biterken zeybeklerin
Al kana boyanır dağları çiçeklerin.

Gökçen Efe var gücüyle haykırır
“Üç beş kurşunla yere düşmem ben
Topunuzu gebertmeden!”
Arına gider boylu boyunca
Uzanıp kalmak sere serpe
“Vurulduğumu sakın duyurmayın,”
Der efelik töresince
Yiğit başı düşerken yere...

“Sen dağlarda can verirken
Al kan içinde mor cepken
Geçerken candan ve serden
Destanın dillerde efem!..”

“Menderes yasınla çağlar
Ödemiş’te bozulmuş bağlar
Anam ağlar, bacım ağlar
Gözüm yaşı dinmez efem!..”

***
Kazıkbeli Kartalı

Bilenmiş kılıçlarımız, gerilmiş yaylarımız
Hedefini şaşırmaz oklarımız, mızraklarımız
Bir avuç serdengeçti dağları sardık
Yüz binlere Haçlıyı gözümüzde hiç saydık…

Kartallar, kurtlar tanıktır zaferimize
Nice krallar, dükler, kontlar geldi dize.

Kır atlarımız kişnedi, dağlar bizi dinledi
Vadiler, sırtlar naralarımızla inledi
Karşımızda darmaduman mağrur Alman
Frenk gülleri soldu gitti, Şam’a varmadan…

Kazıkbeli, Kazıkbeli senin dilin var mı?
Kan rengi açan çiçeğin, gülün var mı?

***
"Şehit Doğan Acar’a"

Açın Kapıları

Yere göğe sığmadı sevincim, neşem
Dünyaya geldiğin günde Doğan Efem
Evlere şenliktin, soframa bereket
Nur topu gibi yağan ilahi rahmet…

Şimdi al bayrağa sarındın geldin
Al kanlar içinde gencecik bedenin
Dostlar bu nasıl kader, nasıl bir öykü?
Boğazımda düğümlenir acı bir türkü:

“Doğan’ımın başında mavi beresi
Çırpınır dostları, ağlar kirvesi…”

Gövetinde dağıtmıştım naneli lokum
Ak sütümle besledim yudum yudum
Ninniler söyledim sedir beşikte
Gelir diye gözlerim hâlâ eşikte.

Şimdi uzanmış yatarsın boylu boyunca
Gidersin öpmeden koklamadan doyunca
Dostlar bu nasıl kader, nasıl bir öykü?
Boğazımda düğümlenir acı bir türkü.

“Doğan’ımın göğsünde çapraz fişeği
Bastığı dağların açmış çiçeği…”

Yavuklun günlerdir yolunu gözledi
Yarenlerin seni çok, pek çok özledi
Yüreğimde göz göz oldu hasret
Cayır cayır yanarken aziz memleket…

Davullarla zurnalarla uğurladık askere
Hani anam geldi demiştin teskere
Dostlar bu nasıl kader, nasıl bir öykü?
Boğazımda düğümlenir acı bir türkü:

“Urbaların sandıkta basılı kaldı
Resimlerin duvarda asılı kaldı…”

Gidiyorsun işte peşinde maşeri kalabalık
Bir yanda tekbirler, bir yanda hıçkırık
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez!” dediler
Vatan bendim anam, bak kolum kanadım kırık!..

Ankara’da kaynıyor koltuk pazarı
Sus pus olmuş okuru, yazarı
Ensesi kalınların başka hesabı
Millet koyun olmuş, onlar kasabı…

“Dostlar bu nasıl kader, nasıl bir öykü?
Boğazımda düğümlenir acı bir türkü:”
“Açın kapıları Doğan geliyor
Gerneşe gerneşe aslan geliyor...”

***
Unutulanlar

Seferberlik deyip yola çıktınız,
Üstünüzde parlar ay-yıldız
Buz kesti dağlar, kavurdu çöller
Gidip geri gelmediniz
Yaslı kaldı türküleriniz
Unutulmak mıydı kaderiniz?

Çanakkale’de, Sakarya’da,
Yatarsınız kara toprakta
Adı, sanı unutulan yiğitler
“İlk hedefiniz Akdeniz !”
Hakkınızı helâl ediniz
Unutulmak mıydı kaderiniz?

Uzak diyar Kore’ye
Şanlı asker gider niye?
Köye geldi acı haber
Ağlar anamız, ağlar gelinimiz
Şimdi gurbet eldesiniz
Unutulmak mıydı kaderiniz?

Kıbrıs dedik, yavru vatan
Dursun orda akan kan
Sıra sıra gemiler
Bir hamlede Girne’deyiz
Muştu oldu zaferiniz
Unutulmak mıydı kaderiniz?

“Asala” denen hain iti
Onca elçiyi şehit etti
Sabır sabır dediler
Bayrağa sarılı indiniz
Uzanıp yattınız tertemiz!
Unutulmak mıydı kaderiniz?

Boynu kravatlı öğretmen
Arşa değer senin meşalen
Elinde kitap, elinde defter
Mürekkep kokar elleriniz
Kalem tutan şehitlerimiz
Unutulmak mıydı kaderiniz?

Yıllar var ki bu savaş durmuyor
Bu savaşa bir ad konmuyor
“En büyük asker, bizim asker!”
Şen gidip, şehit geldiniz.
Yakalara takıldı resminiz
Unutulmak mıydı kaderiniz?

Düşman kurmuş hain pusu
Vurulmuş yatıyor ana kuzusu
İster subay, ister er,
Ağlar size Türkiye’miz.
Şehide doymaz milletimiz!..
Unutulmak mıydı kaderiniz?

***


















Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL