Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
66. Bölüm

Varoluşun Sınavından Rızanın Toplumuna: Köpek Metaforu, İnsan-ı Kâmil ve Atatürk'ün Varoluşçu Projesi Üzerine Bir İnceleme

41 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Öz:
Bu makale, "köpek metaforu" üzerinden anlatılan "Rızalık Yolu" felsefesini, varoluşçu felsefenin (egzistansiyalizm) temel kavramları olan özgürlük, sorumluluk, otantiklik ve kaygı bağlamında yeniden okumayı amaçlamaktadır. Metinde tarif edilen, sûretten sîrete, basit insan olmaktan insan-ı kâmil mertebesine yükseliş yolculuğu, bireyin varoluşsal bir proje olarak ele alınacaktır. Ardından, bu bireysel ve ahlaki dönüşümün, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis etmeye çalıştığı laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelinde nasıl bir toplumsal ve siyasi karşılık bulduğu analiz edilecektir. Atatürk'ün "akıl ve vicdan" ile aydınlanmış bir toplum inşa etme hedefi, bireyi "kümes"in dar, içgüdüsel kalıplarından kurtararak onu özgür, sorumlu ve otantik bir varlık (insan-ı kâmil) haline getirmeyi amaçlayan kolektif bir varoluşçu proje olarak yorumlanacaktır. Çalışma, felsefi metin analizi ve tarihsel-siyasal yorumlamayı bir arada kullanarak, Türkiye'nin modernleşme deneyimine derinlikli bir perspektif sunmayı hedeflemektedir.

Anahtar Kelimeler: Varoluşçuluk, Egzistansiyalizm, Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Sûret-Sîret, Özgürlük ve Sorumluluk, Atatürk İlkeleri, Laik Demokratik Hukuk Devleti, Toplum Sözleşmesi, Otantiklik.

Giriş: Bir Metaforun Varoluşsal Katmanları
"Bir Metafor Olarak Köpek" metni, göründüğünden çok daha derin felsefi soruları barındırır. Metnin merkezine yerleştirilen köpek, tavukları yiyen ve bu eyleminin ahlaki sonuçlarından bihaber olan varlıktır. Onun durumu, insan olma halinin tam zıddı olarak sunulur: bilinçsizlik, içgüdüsellik ve sorumsuzluk. İnsanı insan yapan ise, tam da bu bilinçtir: eylemlerinin anlamını, sonuçlarını ve başkaları üzerindeki etkisini kavrama yetisi. İşte buradan hareketle metin, "Rızalık Yolu" olarak adlandırılan bir olgunlaşma ve kemale erme sürecini tarif eder.

Bu çalışma, söz konusu metni varoluşçu felsefenin ışığında inceleyerek, "Rızalık Yolu"nu bireyin otantik varoluşuna ulaşma çabası olarak yorumlayacaktır. Jean-Paul Sartre'ın "insan, kendini ne yaparsa odur" ve "insan özgürlüğe mahkumdur" sözleri, bu yolculuğun temel dayanakları olacaktır. Köpek metaforu, varoluşçulukta sıklıkla vurgulanan "kötü niyet" (bad faith) kavramına, yani insanın kendi özgürlüğünden ve sorumluluğundan kaçma eğilimine mükemmel bir örnektir.

Ardından, bu bireysel düzlemden toplumsal düzleme geçilecek ve Atatürk'ün modern Türkiye projesi, bu varoluşçu ve ahlaki çerçeve içinde analiz edilecektir. Atatürk'ün hedeflediği "akıl ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolu", bireyleri içgüdüsel (hayvani) varoluştan çıkarıp, özgür iradeleriyle seçim yapan, bu seçimlerin sorumluluğunu alan ve nihayetinde birbirlerinin "rızasını" arayan "kâmil" bireylerden oluşan bir toplum inşa etme projesi olarak görülecektir. Bu, sadece siyasi veya ekonomik bir dönüşüm değil, aynı zamanda derin bir varoluşsal ve ahlaki dönüşümdür.

1. Bölüm: Varoluşçu Mercekten Köpek Metaforu ve Rızalık Yolu
1.1. Sûret ve Sîret: Özün Seçimi Olarak İnsan Olmak
Varoluşçu felsefenin, özellikle de Sartre'cı geleneğin en temel argümanı, "varoluşun özden önce geldiği"dir. Bir masa, önce bir özü, bir ideası, bir amacı olduğu için vardır. Oysa insan, önce dünyaya fırlatılır ( thrownness), var olur ve daha sonra yaptığı seçimlerle kendi özünü, kendi anlamını yaratır. Metindeki "sûret" (biçim, görünüş) ve "sîret" (öz, karakter) ayrımı, bu felsefi zemine oturmaktadır.

İnsan suretinde doğmak, varoluşsal bir potansiyeldir. Bu, Sartre'ın deyimiyle "kendinde varlık" (being-in-itself) olmaktır. Bir masa veya bir köpek nasıl ki sadece "kendisi" ise, sîretten yoksun, sadece sûrette kalan bir insan da sadece biyolojik bir varlıktır. Onun eylemleri, köpeğin eylemleri gibi, içgüdüsel, refleksif ve ahlaki bir bilinçten yoksundur. "İnsan olma yolculuğu" ise, "kendi-için-varlık" (being-for-itself) olma sürecidir. Bu, bilinç, niyet ve özgür seçim sahibi olma halidir. Kişi, bir eylemi gerçekleştirirken onun iyi mi kötü mü olduğunun bilincine vararak, kendi özünü inşa etmeye başlar. Bu, varoluşun öze üstün gelme anıdır.

1.2. Sorumluluk ve Kaygı: Özgürlüğün Ağır Yükü
Varoluşçuluk, özgürlüğü bir lütuf değil, bir yük, hatta bir mahkumiyet olarak görür. İnsan seçim yapmak zorundadır ve her seçim, dünyayı şekillendirir, başkalarını etkiler. İşte bu etkinin farkına varma hali, metinde tarif edilen "ahlaki sonuçlarının bilincine varma"dır. Bu bilinç, beraberinde derin bir kaygı (angst) getirir. Søren Kierkegaard'ın tanımladığı bu kaygı, özgürlüğün ve sonsuz olasılıkların yarattığı baş dönmesidir.

Köpek metaforundaki kişi, tavukları yediğinde (veya herhangi bir hata yaptığında) bu kaygıyı hissetmez. O, "kötü niyet" içindedir; kendini bir "köpek" olarak, yani seçimleri olmayan, sadece içgüdüleriyle hareket eden bir varlık olarak görerek özgürlüğünün yükünden kaçar. Oysa insan-ı kâmil olma yolundaki birey, bu kaygıyı kabullenir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim" sözü, bu kaygının ve radikal sorumluluğun en üst ifadesidir. Kişi, başına gelen her şeyin, kendi özgür seçimlerinin bir sonucu olduğunu kabul eder. Bu, varoluşçu anlamda otantik (authentic) olmanın, yani kendi özgürlüğünün ve sorumluluğunun tam bilincinde olmanın ta kendisidir.

1.3. Rıza ve Öteki: Etik Varoluşun Zemini
Sartre, "Cehennem başkalarıdır" der. Bu, başkalarının bizi sürekli yargılayan bakışlarıyla özgürlüğümüzü kısıtladığı anlamına gelir. Ancak metindeki "rızalık" kavramı, bu ilişkiyi daha diyalektik ve olumlu bir zemine taşır. Evet, ötekinin bakışı bizi nesneleştirebilir, ancak aynı zamanda etik varoluşumuzun da vazgeçilmez koşuludur.

Bir hatayı telafi etmek ve rızasını almak, ötekini bir engel olarak değil, bir diyalog ortağı, hatta kendi insanlığımızın aynası olarak görmektir. Martin Buber'in "Ben-Sen" ilişkisine benzer şekilde, burada öteki, bir "şey" (It) değil, kendi dünyası, duyguları ve hakkı olan bir "Sen"dir. Zararı tazmin etmek, bu "Sen"i tekrar tanıma, onun varlığını ve haklarını onaylama eylemidir. Bu, bireysel kemalin toplumsal boyutudur. İnsan, yalnızca kendi içinde değil, ancak ötekiyle olan etik ilişkisinde tam anlamıyla "insan-ı kâmil" olabilir. Rızalık yolu, bu nedenle, toplumsal bir varoluş projesidir.

2. Bölüm: Kolektif Bir Varoluş Projesi Olarak Atatürk'ün İnsan Merkezli Devleti
2.1. "Kümes"in Kalıplarını Kırmak: Özgür İradenin İnşası
Metinde, köpeğin içinde hareket ettiği dar alan "kümes" olarak metaforlaştırılır. Bu kümes, geleneğin, dogmatizmin, cehaletin ve içgüdüsel sürü davranışının simgesidir. Atatürk'ün devrimlerinin varoluşçu bir yorumu, bu "kümes"in kalıplarını kırarak bireyi özgürleştirme çabası olarak okunabilir.

Laiklik: Bireyi, dini otoritenin mutlak belirleyiciliğinden (kümesin bir kuralı) kurtararak, aklı ve vicdanıyla kendi inanç ve yaşam biçimini seçebileceği özgür bir alan yaratır. Bu, kişinin kendi özünü kendisinin inşa etmesi için gerekli olan entelektüel özgürlüğü sağlar.

Halkçılık ve Cumhuriyetçilik: Kul olmayı değil, yurttaş olmayı öğütler. Kul, efendisinin iradesine tabidir; özünü değil, sûretini yaşar. Yurttaş ise, seçme ve seçilme hakkıyla, kanunlar önünde eşitliğiyle, kendi kaderini tayin hakkıyla özgür iradesini ortaya koyan aktördür. Bu, kolektif özgürlük projesidir.

Devrimcilik: Statik, değişmez bir öz dayatmaz. Tam aksine, toplumu sürekli bir ilerleme, yenilenme ve kendini aşma haline, yani sürekli bir "oluş" haline davet eder. Bu, varoluşçu "proje" kavramının toplumsal düzeydeki yansımasıdır.

Atatürk'ün "akıl ve bilimi" rehber edinme vurgusu, bireyi, içgüdülerle veya batıl inançlarla değil, bilinçli tercihlerle hareket eden bir varlık haline getirmeyi amaçlar. Bu, onu köpek metaforundaki bilinçsiz durumdan çıkarıp, sorumluluk sahibi bir özne haline getirmenin ilk adımıdır.

2.2. Hukuk Devleti: Rızanın Kurumsal Çerçevesi
Bireysel düzeyde "zararın tazmini ve rızanın alınması" nasıl ahlaki bir zorunluluksa, toplumsal düzeyde de bunun kurumsal karşılığı "hukuk devleti"dir. Hukuk devleti, toplum sözleşmesinin yazılı halidir. Bireyler, özgürlüklerinin bir kısmını, kolektif güvenlik ve adalet için devlete devrederler. Devletin görevi ise, her bir bireyin can, mal, namus ve özgürlük güvenliğini sağlamak, birinin diğerine verdiği zararı tazmin etmek ve toplumsal rızanın temelini oluşturan adaleti dağıtmaktır.

Atatürk'ün "sosyal bir hukuk devleti" modeli, bu anlamda metaforik "rızalık yolunun" devlet düzeyindeki tezahürüdür. Yargı bağımsızlığı, kanun önünde eşitlik, mülkiyet hakkı, sosyal adalet ilkeleri, "tavuk yiyen"in (haksızlık yapanın) mutlaka hesap vermesini ve "tavukların sahibi"nin (mağdurun) hakkının iade edilmesini garanti altına alan mekanizmalardır. Bu sistem, bireyleri "cahiller" gibi daima kendini aklamaya çalışmak yerine, "ârifler ve kâmiller" gibi hakkaniyetli olmaya ve hatayı kabul edip telafi etmeye teşvik eder. Devlet, bu erdemi yasalar ve kurumlarla destekleyerek toplumsal barışı (ruza) inşa eder.

2.3. Mazlumun Zararını Tazmin: Sosyal Devlet ve Toplumsal Sözleşme
Metafor, sadece bireysel hatalardan değil, toplumsal düzeydeki "mazlumlar"dan da bahseder. Tarihsel süreçte yaşanmış haksızlıklar, ekonomik eşitsizlikler ve sosyal adaletsizlikler, kolektif bir "zarar" olarak karşımıza çıkar. Atatürk'ün devlet modelindeki "sosyal" vurgusu, bu noktada devreye girer.

Sosyal devlet anlayışı, sadece bugünün değil, geçmişin ve geleceğin "rızasını" almayı hedefler. Eğitimde fırsat eşitliği, sağlık hizmetleri, emeklilik ve sosyal güvenlik ağı gibi uygulamalar, toplumun belirli kesimlerinin maruz kaldığı yapısal eşitsizlikleri ve "zararları" telafi etmeye yönelik araçlardır. Bu, devletin, toplum sözleşmesinin bir gereği olarak, vatandaşlarına karşı olan sorumluluğunun bir parçasıdır. Amacı, her bireyin, onurlu ve özgür bir şekilde kendi varoluş projesini gerçekleştirebileceği asgari koşulları yaratmaktır. Bu, nihai toplumsal rızanın, yani sosyal barışın temelidir.

3. Bölüm: Eleştirel Bir Sorgulama: Proje, Tıkanıklıklar ve Günümüze Yansımalar
Hiçbir proje teoride tasarlandığı gibi mükemmel işlemez. Atatürk'ün bu varoluşçu ve insan merkezli projesi, tarihsel süreç içinde çeşitli sınavlardan geçmiş, tıkanıklıklarla karşılaşmış ve zaman zaman özünden sapmalar göstermiştir.

Özgürlük-Güvenlik İkilemi: Tek parti dönemi uygulamaları, bazen özgür iradenin inşası ile otoriter devlet yapılanması arasında gerilimler yaratmıştır. Bireyi özgürleştirmek isterken, onu devletin katı kalıpları içinde tanımlama riski her zaman var olmuştur.

Sîretin Sûrete Yenik Düşme Tehlikesi: Devrimler, bazen şekilsel (sûret) değişiklikler olarak algılanmış, derinlikli bir zihniyet (sîret) dönüşümü gerçekleşmekte zorlanmıştır. Örneğin, kılık kıyafet devrimi, çağdaş görünmenin özünü anlamadan benimsendiği durumlarda metnin uyardığı "sûrette insan" tehlikesine işaret eder.

Çoğulculuk ve Rıza: Erken Cumhuriyet'in homojenleştirici milliyetçilik anlayışı, toplumsal çeşitliliği (etnik, dini, kültürel) tam anlamıyla "öteki"yi tanıyıp onunla diyalog kurma ve onun rızasını alma bağlamında yeterince kucaklayamamış olabilir. Gerçek bir rıza toplumu, farklılıkların tanındığı ve saygı gördüğü bir zeminde mümkündür.

Günümüzde Rıza Krizi: Günümüz Türkiye'sinde yaşanan kutuplaşma, nefret söylemi ve adalet sistemine duyulan güvensizlik, toplumsal rıza bağlarının zayıfladığını göstermektedir. "Cahil"in tavrı olan "daima kendini aklama" eğilimi, "ârif"in tavrı olan "kusuru arama"nın önüne geçmiş gibi görünmektedir. Bu durum, Atatürk'ün hedeflediği "akıl ve vicdan" ile çözülmesi gereken bir varoluşsal kriz olarak okunabilir.

Sonuç: Zorlu ve Onurlu Yol
"Köpek metaforu" ve onun üzerine inşa edilen "Rızalık Yolu" felsefesi, insan olmayı pasif bir durum değil, aktif bir çaba, sürekli bir seçim ve zorlu bir varoluş projesi olarak tanımlar. Bu proje, bireyin kendi özgürlüğünü ve sorumluluğunu kabullenmesi, hataları karşısında otantik bir tavır takınarak telafi yoluna gitmesi ve nihayetinde "öteki"nin varlığını onaylayarak onunla etik bir ilişki (rıza) kurmasıyla tamamlanır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün kurmaya çalıştığı laik, demokratik, sosyal hukuk devleti, bu bireysel varoluşsal projenin kolektif düzeydeki yansımasıdır. Bu model, bireyleri "kümes"in dar, içgüdüsel kalıplarından çıkarıp, aklın, bilimin ve vicdanın ışığında özgür iradeleriyle seçim yapan, bu seçimlerin hem bireysel hem de toplumsal sorumluluğunu alan "kâmil" yurttaşlar haline getirmeyi amaçlayan bir uygarlık projesidir. Hukuk devleti, bu projenin güvencesi; sosyal devlet, adalet arayışı; laiklik ve cumhuriyet ise özgür iradenin zeminidir.

Bu proje, tarihsel akış içinde sınavlardan geçmiş ve kusurları olmuştur. Ancak özü, bugün hala geçerliliğini korumaktadır. Türkiye'nin içinden geçtiği bu kutuplaşma ve nefret döneminde, "Rızalık Yolu"na geri dönmek, yani hatayı kabullenme, zararı telafi etme ve ötekinin rızasını arama erdemini hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yeniden keşfetmek, gerçek anlamda insan olma ve "kâmil" bir toplum inşa etme yolundaki en önemli adım olacaktır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda, hem kendimizle hem de birbirimizle olan varoluşsal yüzleşmemizde gizlidir.

Kaynakça:

Sartre, Jean-Paul. (1943). Varlık ve Hiçlik. (Türkçe çeviri: Turhan Ilgaz, Gaye Çankaya Eksen). İthaki Yayınları.

Sartre, Jean-Paul. (1946). Varoluşçuluk Bir İnsancılık mıdır? (Türkçe çeviri: Asım Bezirci). Say Yayınları.

Kierkegaard, Søren. (1844). Kaygı Kavramı. (Türkçe çeviri: Nurettin Elhüseyni). Doğu Batı Yayınları.

Nietzsche, Friedrich. (1883). Böyle Buyurdu Zerdüşt. (Türkçe çeviri: Mustafa Bahar). İş Bankası Kültür Yayınları.

Buber, Martin. (1923). Ben ve Sen. (Türkçe çeviri: İnci Palak). İz Yayıncılık.

Zürcher, Erik Jan. (2004). Modernleşen Türkiye'nin Tarihi. (Türkçe çeviri: Yasemin Saner Gönen). İletişim Yayınları.

Mardin, Şerif. (1969). Türk Modernleşmesi. İletişim Yayınları.

Atatürk, Mustafa Kemal. Nutuk. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Sönmez, A. (2020). Türkiye'de Laiklik ve Demokrasi: Bir Sözleşme Olarak Hukuk Devleti. (Kuramsal bir makale örneği olarak).

"Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı" (İncelenen ana metin).
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL