Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
75. Bölüm

Rızalık Yolunda Bir Medeniyet İnşası: Atatürk'ün Projesinin Köpek Metaforu ve İskandinav Felsefesi Işığında Psiko-Sosyal ve Felsefi Bir Analizi

34 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:

Bu makale, insan olma halinin ontolojik bir sorgulaması olarak sunulan "köpek metaforu"ndan yola çıkarak, bireysel "rızalık" arayışı ile toplumsal bir sözleşme modeli arasındaki diyalektiği incelemeyi amaçlamaktadır. Metnin merkezine, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir tezahürü olarak yerleştirilmektedir. Çalışma, Atatürk'ün "insan merkezli" projesini, metaforik çerçeve ile paralel olarak, psikolojik, sosyolojik, tarihsel ve felsefi boyutlarıyla eleştirel bir bakışla analiz etmekte ve senteze tabi tutmaktadır. Ayrıca, İskandinav düşünce geleneğinin—özellikle Søren Kierkegaard'ın varoluşçuluğu ve Uppsala Okulu'nun meta-etik analizlerinin—bu analize nasıl bir perspektif ve karşılaştırmalı zemin sunabileceği sorgulanmaktadır. Sonuç olarak, makale, bireysel kemale erme (insan-ı kâmil) ile kolektif bir medeniyet projesi arasındaki simbiyotik ilişkiyi vurgulayarak, "rızalık yolunun" sadece bir ahlak felsefesi değil, aynı zamanda bir siyaset felsefesi olduğu tezini ortaya koymaktadır.

Giriş: Sûretten Sîrete, Bireyden Topluma Uzanan Bir Yol

İnsanı tanımlamak, tarih boyunca felsefenin en temel uğraşlarından biri olagelmiştir. Onu diğer varlıklardan ayıran nedir? Akıl, dil, alet kullanımı, dini inanç gibi pek çok yanıt verilmişse de, metnimizin çıkış noktası olan metafor, bu soruya daha derinlikli ve ahlaki bir cevap önermektedir: İnsan, eylemlerinin ahlaki sonuçlarının bilincinde olan, bu bilinçle hatalarını telafi eden ve nihayetinde "rıza"yı arayan varlıktır. "Köpek metaforu", bu süreci anlamak için güçlü bir araç sunar. Bir köpek, içgüdüsel olarak tavukları yer ve bu eyleminin etik boyutundan habersizdir. Onun sûreti (görünüşü) ve sîreti (özü) bu hayvani düzlemde örtüşür. Oysa sûreten insan olan bir varlık, aynı eylemi gerçekleştirdiğinde, sîreti itibarıyla hâlâ o hayvani düzlemde kalabilir. İnsan olma yolculuğu, işte bu noktada, eyleminin sonucunu idrak etmesi, pişmanlık duyması, telafi etmesi ve en nihayetinde mağdurunun "rızasını" almasıyla başlar. Bu, bireyin kendini aklamak yerine, kusurunu arayıp özünü yoklamasıyla mümkün olur.

Ancak bu metafor, salt bireysel bir ahlak dersi olmanın ötesine geçer. Toplumsal düzene ışık tutan sosyolojik ve siyasi bir çerçeve de sunar. İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün modern Türkiye'yi inşa ederken kurduğu sistem, bu "rızalık felsefesinin" kolektif bir tezahürü olarak karşımıza çıkar. Atatürk'ün projesi, bireyi özgür iradeli, sorumluluk sahibi, hukukun üstünlüğüne inanan, emeğiyle helal kazanan ve nihayetinde birbirinin rızasını gözeten "kâmil insanlar"dan oluşan bir toplum yaratmayı hedefliyordu. Bu makale, Atatürk'ün bu insan merkezli medeniyet tasavvurunu, köpek metaforu ile temellendirilen "rızalık" kavramı üzerinden derinlemesine inceleyecek ve bu analizi, İskandinav felsefe geleneğinin sağladığı araçlarla zenginleştirerek daha evrensel bir perspektife taşıyacaktır.

I. Bölüm: Metaforun Anatomisi: Sûret, Sîret ve Rızanın Fenomenolojisi

1.1. Hayvani İçgüdüden İnsani Sorumluluğa: Bilinç Sıçraması
Köpek metaforu, insan olma halinin temelinde yatan en kritik kavramı ortaya kser: Bilinç. Köpek, eylemini gerçekleştirirken ne bir ahlaki yargıya ne de bir gelecek tasavvuruna sahiptir. Eylem, anlık bir dürtünün tatminidir. İnsan ise, –ideal olarak– eyleminin zincirleme sonuçlarını öngörebilme, bu sonuçları iyi-kötü, doğru-yanlış şeklinde ahlaki bir kategoriye oturtabilme ve nihayetinde bu yargıya göre hareket etme kapasitesine sahiptir. Bu, Immanuel Kant'ın deyimiyle "aklın pratik kullanımıdır." Metafor, "sûrette insan" olanın, bu kapasitesini kullan(a)madığında, özü (sîreti) itibarıyla hayvani düzlemde kalmaya mahkum olduğunu söyler. İnsan olmanın ilk adımı, bu bilinç sıçramasını gerçekleştirmek, yani "Ben ne yapıyorum?" sorusunu sormaktır.

1.2. Pişmanlık, Telafi ve Rıza: Etik Döngünün Tamamlanışı
Bilinç, tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, bilincin yol açtığı pişmanlık duygusu ve bunu takip eden telafi eyleminde yatar. Metafor, telafiyi somut bir şekilde "yenilen tavukların parasını ödemek" olarak resmeder. Bu, maddi bir tazminatten çok daha fazlasıdır; sembolik bir eylemdir. Fail, bu eylemle mağdura şunu söyler: "Varlığını, haklarını ve seni incittiğim gerçeğini tanıyorum. Bu tanıma, benim sorumluluğumdur." İşte bu tanıma eylemi, rızanın zeminini hazırlar. Rıza, mağdurun faili affetmesi, aralarındaki kopan sosyal ve etik bağı onarmasıdır. Bu, Hegelci diyalektiğin etik alandaki tezahürüdür: Tez (ezilen), antitez (ezen) arasındaki çatışma, sentez (rıza ve uzlaşma) ile aşılır.

1.3. Kusuru Kendinde Aramak: Arif ile Cahilin Psikolojik Ayrımı
Metafor, bu yolda ilerleyenleri ikiye ayırır: Ârifler/Kâmiller ve Cahiller. Bu ayrım entelektüel bir birikimden ziyade, özeleştiri kapasitesine işaret eder. Ârif, Sokrates'in "Kendini bil!" emrince, daima kusuru kendinde arar. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." düsturu, olgunlaşmış bir benliğin dışsallaştırma ve suçu başkasına atma eğiliminden sıyrıldığının göstergesidir. Bu, psikolojideki "içsel kontrol odağı" (internal locus of control) kavramıyla paralellik gösterir. Cahil ise, daima kendini aklar, suçu dış faktörlere ve diğer insanlara yükler ("dışsal kontrol odağı"). Bu davranış, bireyi olgunlaşmaktan alıkoyduğu gibi, toplumsal düzeyde kutuplaşma ve çatışmanın da tohumlarını atar.

II. Bölüm: Bireysel Rızadan Kolektif Sözleşmeye: Atatürk'ün İnsan Merkezli Medeniyet Projesi

2.1. Tez: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e – Küllenen bir İmparatorluk ve "Kul"dan "Yurttaş"a Dönüşüm
Atatürk'ün projesini anlamak için, onun zıddı olan durumu anlamak gerekir. Osmanlı'nın son dönemlerindeki toplum yapısı, metaforik diliyle, bireylerin "sûreten Müslüman/osmanlı ama sîreten kulluk düzleminde kaldığı" bir yapı olarak tasvir edilebilir. Padişahın kulları olan bireyler, özgür iradeleriyle tercih yapan, haklarının bilincinde olan, devletle etik bir sözleşme ilişkisi kuran özneler değillerdi. Atatürk'ün devrimleri, en temelde, bu "kul" psikolojisini yıkarak, "yurttaş" kimliğini inşa etmeyi hedefliyordu. Yurttaş, eylemlerinin sorumluluğunu alan, haklarını bilen ve hukuk önünde eşit olan bireydir. Bu, metaforun "sorumluluk bilincine varan insan" modeliyle birebir örtüşür.

2.2. Antitez: Laik, Demokratik, Sosyal Hukuk Devleti – Rızanın Kurumsal Çerçevesi
Atatürk, bireyi dönüştürmeyi hedeflerken, aynı zamanda onun içinde yaşayacağı kurumsal çerçeveyi de inşa etti. Bu çerçeve, "rıza yolunun" toplumsal düzeydeki karşılığıdır.

Laiklik: Aklı ve vicdanı dogmalardan özgürleştirerek, bireyin eylemlerini dini otoritelerin değil, kendi ahlaki yargılarının rehberliğinde değerlendirmesinin yolunu açar. Bu, Kant'ın "Aklını kendin kullanma cesaretini göster!" sözünün kurumsal garantisidir.

Demokrasi: Toplumun kendi kendini yönetme iradesidir. Seçimler, muhalefet ve çoğulculuk, kolektif rızanın sürekli olarak yeniden üretildiği ve test edildiği mekanizmalardır. Yöneten ile yönetilen arasındaki rıza ilişkisinin en somut ifadesidir.

Sosyal Hukuk Devleti: Metaforun "telafi" aşamasının devlet eliyle garanti altına alınmasıdır. Sadece cezai değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik adaleti de gözetir. Toplumdaki mağduriyetleri (işsizlik, yoksulluk, hastalık) tazmin etmeyi, bireylere onurlu bir yaşam sürme fırsatı vererek "rıza"yı toplumun geniş kesimleri için mümkün kılmayı amaçlar.

2.3. Sentez: İnsan-ı Kâmilin Toplumu – Hedeflenen Ideal
Atatürk'ün nihai hedefi, bu kurumsal çerçevenin içini, metaforun "insan-ı kâmil"leriyle doldurmaktı. Yani, kendi özünü yoklayan, hakkını arayan ama başkasının hakkına da saygı gösteren, üreten, aklı ve bilimi rehber edinen, "döktüğünü dolduran" bireylerden oluşan bir topluluk. Bu proje, bir "kümes"in dar, kapalı ve içgüdüsel kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı açık, özgür ve sürekli ilerleyen bir "uygarlık" inşasıdır. Bu, topyekün bir "kültür"den "medeniyet"e geçiş hamlesidir.

III. Bölüm: İskandinav Bakışıyla Bir Karşılaştırma: Kierkegaard, Uppsala Okulu ve Rıza Felsefesi

3.1. Kierkegaard'ın Varoluşçu Bireyi ve "Özünü Seçme" Sorumluluğu
Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard, modern varoluşçuluğun babası olarak, analizimize son derece derinlikli bir perspektif sunar. Kierkegaard için gerçek anlamda var olmak, "estetik" (haz peşinde koşan) ve "etik" (evrensel kurallara uyan) yaşam evrelerini aşarak, "dini" evreye ulaşmaktır. Buradaki "dini" vurgu, dogmatik bir inançtan ziyade, bireyin kendi özünü, en derin varlığını seçmesi ve bu seçiminin tüm sorumluluğunu üstlenmesidir. Bu, metaforumuzdaki "sûreten insan"ın, kendi iradesiyle "sîreten insan" olmayı seçmesi sürecine çok benzer. Kierkegaard'ın "kaygı" (angst) ve "umutsuzluk" kavramları, bireyin bu seçimle yüzleşirken hissettiği varoluşsal sancıyı anlatır; tıpkı pişmanlık duyan ve telafi yoluna giren bireyin yaşadığı sancı gibi. Atatürk'ün hedeflediği "özgür iradeli birey", Kierkegaard'ın "kendi özünü seçen, otantik birey"i ile paralellikler taşır. Her ikisi de kendi eylemlerinin kaynağını ve sorumluluğunu dışarıda değil, içlerinde ararlar.

3.2. Uppsala Okulu ve Meta-Etik: "İyi" ve "Kötü"nün Nesnel Temeli Var mıdır?
İsveç'te Axel Hägerström ile başlayan Uppsala Okulu, analizimize farklı bir boyut katar. Bu okul, metafizikten arındırılmış, değerlerin nesnel bir temeli olup olmadığını sorgulayan bir yaklaşım geliştirmiştir. Onlara göre, "iyi" ve "kötü" gibi etik yargılar, nesnel gerçekliği olan şeyler değil, duygusal tepkiler veya toplumsal uzlaşımlardır (emotivism ve non-kognitivizm). Bu radikal bakış, metaforumuzu ve dolayısıyla Atatürk'ün projesini sorgulatabilir: Eğer "iyi" ve "kötü" mutlak değilse, köpeğin eylemi ile insanın eylemi arasındaki ahlaki fark nedir? Rıza arayışı neden bir erdem olsun?

Ancak bu sorgulama, projeyi geçersiz kılmaz; aksine, onun dayanağını daha da güçlendirir. Atatürk'ün laik hukuk devleti modeli, tam da metafizik mutlaklıklara dayanmayan, insan aklının ve toplumsal uzlaşımın (rızanın) ürünü olan bir etik ve hukuk sistemini işaret eder. "İyi"nin tanımı, dini bir otorite tarafından dayatılmaz; akıl, bilim, toplumsal fayda ve nihayetinde bireylerin özgür rızalarıyla oluşturulan bir hukuk sistemi tarafından şekillenir. Uppsala Okulu'nun eleştirisi, Atatürk'ün projesini, dini/metafizik temellere dayanmak yerine, seküler ve insani temeller üzerine inşa etmiş olması bakımından haklı çıkarır. Rıza, mutlak bir hakikate değil, insani bir uzlaşıma işaret eder ve bu onu daha değerli kılar.

3.3. Kuzey Ülkelerinin Sosyal Devlet Modeli: Toplumsal Rızanın Somut Örneği
İskandinav ülkelerinin refah devleti modeli, Atatürk'ün "sosyal hukuk devleti" vurgusunun somut, güncel bir örneğidir. Bu model, yüksek vergiler karşılığında vatandaşlarına eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında kapsamlı bir güvence sunar. Bu, kolektif bir rıza sözleşmesidir: Bireyler, kazançlarının önemli bir kısmını devlete (yani topluma) vermeye razı olurlar, karşılığında ise yaşam boyu süren bir güvence ve toplumsal barış (rıza) alırlar. Bu, metaforun "tazminat" aşamasının tüm topluma yayılmış, kurumsallaşmış halidir. Toplumdaki ekonomik ve sosyal "mağduriyetler" sistematik olarak telafi edilerek, geniş bir toplumsal rıza zemini oluşturulur.

Sonuç: Rıza Yolunda Sürekli Bir Yürüyüş

Köpek metaforu, insan olmanın statik bir tanımını değil, dinamik ve sürekli bir yolculuğunu sunar. Bu yolculuk, bireyin kendi benliğini aşmasını, sorumluluk almasını ve diğeriyle etik bir ilişki kurmasını gerektirir. Mustafa Kemal Atatürk'ün büyük başarısı, bu bireysel etik yolculuğu, kolektif bir medeniyet projesine dönüştürmüş olmasıdır. Laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti, bu projenin "rıza"yı kurumsallaştıran çerçevesidir.

İskandinav felsefe geleneği—Kierkegaard'ın otantik birey vurgusu, Uppsala Okulu'nun seküler etik eleştirisi ve Nordik refah modelinin somut başarısı—bu projeyi anlamak ve analiz etmek için değerli bir karşılaştırmalı zemin sunar. Kierkegaard, projenin psikolojik ve varoluşsal derinliğine; Uppsala Okulu, seküler ve insani temellerinin sağlamlığına; İskandinav sosyal modeli ise, toplumsal rızanın nasıl inşa edilebileceğine dair pratik bir örneğe işaret eder.

Son tahlilde, hem bireyin "insan-ı kâmil" olma yolculuğu hem de Atatürk'ün medeniyet inşası, bitmiş bir ürün değil, sürekli bir çabadır. "Kümes"in içgüdüsel, dogmatik ve dar kalıplarına karşı verilen bir mücadeledir. Rıza yolunda yürümek, hem bireyin hem de toplumun kendini sürekli yoklamasını, eksiğini ve kusurunu bulmasını ve onu telafi etmek için çaba göstermesini gerektirir. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu, onurlu ve asla bitmeyen yürüyüşün ta kendisidir.

Kaynakça:

Atatürk, M. K. (Nutuk, Çeşitli Söylev ve Demeçler)

Hançerlioğlu, O. (Düşünce Tarihi)

Kierkegaard, S. (1843). Ya/Ya Da (Enten-Eller).

Kierkegaard, S. (1844). Kaygı Kavramı (Begrebet Angest).

Hägerström, A. (Inquiries into the Nature of Law and Morals).

Von Wright, G. H. (Norm and Action: A Logical Enquiry).

Kant, I. (1784). "Aydınlanma Nedir?" (Beantwortung der Frage: Was ist Aufklärung?).

Hegel, G. W. F. (Tinin Görüngübilimi - Phänomenologie des Geistes).

(Türkiye'de Laiklik, Demokrasi ve Hukuk Devleti üzerine akademik makaleler ve kitaplar)

(İskandinav Refah Modeli ve Siyaset Felsefesi üzerine çalışmalar)
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL