Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
55. Bölüm

Rıza Medeniyeti’nin İnşası: Köpek Metaforu, Tabula Rasa ve Atatürk’ün İnsan Merkezli Siyaset Felsefesi Üzerine Disiplinlerarası Bir Analiz

30 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, insan olma halini “köpek” metaforu üzerinden açıklayan geleneksel bir Anadolu irfanını, John Locke’un “tabula rasa” (boş levha) teorisi ile diyaloga sokarak inceler. Çalışmanın temel argümanı, bu iki görüşün, bireyin potansiyelini ve dönüşüm kapasitesini merkeze alan ortak bir zeminde buluştuğudur. Bu zeminden hareketle, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modeli, “RIZALIK” kavramı etrafında şekillenen bir “insan-ı kâmil” ve dolayısıyla “toplum-ı kâmil” yaratma projesi olarak yeniden okunmaktadır. Makale, bu projeyi, psikolojik (bireysel dönüşüm), sosyolojik (toplumsal sözleşme ve dayanışma) ve felsefi (ahlak ve siyaset felsefesi) boyutlarıyla ele alarak, onun sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda derin bir ahlaki ve varoluşsal bir sistem olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Giriş: Metaforun Derinliği ve İki Düşünsel Miras

“Bir köpek kümese girer ve tavukları yer.” Bu basit, neredeyse sıradan olay örgüsü, Anadolu’daki tasavvufi ve ahlaki düşünce geleneğinde, insan olmanın anlamına dair derin bir sorgulamaya kapı aralar. Metafor, “sûret” (biçim, dış görünüş) ile “sîret” (öz, karakter, ahlaki nitelik) arasındaki kadim ayrımı yeniden hatırlatır. Köpek, eyleminin ahlaki sonuçlarının farkında olmadığı için mazurdur. Onun doğası bu şekildedir. İnsan suretinde olan ancak eylemlerinin sonuçlarını öngöremeyen, sorumluluk alamayan ve yaptığı hataları telafi etmeyen birey de, bu metaforik dilde, “sîret” itibarıyla hayvani düzeyde kalmış sayılır.

İnsanı insan yapan, “Rızalık Yolu”na girebilme kapasitesidir. Bu yol, öz-bilinç (self-awareness), öz-eleştiri (self-criticism), sorumluluk (responsibility) ve telafi (restitution) ile örülü zorlu bir içsel yolculuktur. Kişi, yaptığı hatanın farkına varır, bu hatadan ötürü müteessir olur, verdiği zararı tazmin eder ve nihayetinde mağdurun rızasını alarak hem toplumsal hem de içsel huzura kavuşur. İşte bu süreç, “sûrette insan” olmaktan “sîrette insan-ı kâmil” olmaya evrilmenin yol haritasıdır.

Bu makale, bu yerli ve derinlikli metaforik çerçeveyi, Batı siyaset felsefesinin en önemli sacayaklarından biri olan John Locke’un “tabula rasa” teorisi ile birlikte düşünmenin verimli olacağını öne sürmektedir. Locke’a göre insan zihni, doğuştan boş bir levhadır; üzerine tecrübe, eğitim ve akıl yoluyla yazılar yazılır. Bu görüş, insanın doğuştan günahkâr veya erdemli olduğu fikrini reddeder ve onu sonsuz bir mükemmelleşme (perfectibility) potansiyeli ile donatılmış bir varlık olarak görür. Eğitim ve toplumsal düzen, bu potansiyelin açığa çıkarılmasında kilit rol oynar.

Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasi projesi, tam da bu iki düşünsel hattın kesişim kümesinde anlam kazanır: Geleneksel Anadolu irfanının “kâmil insan” idealini, Locke’çu ve Aydınlanmacı bir “eğitimle dönüşüm” ve “akılcı toplum sözleşmesi” anlayışıyla birleştiren bir modernleşme hamlesi. Onun kurduğu sistem, “tabula rasa” sayılabilecek bir toplumu, akıl, bilim, hukuk ve ahlak ile yoğurarak, eylemlerinin sorumluluğunu alan, birbirinin rızasını arayan “kâmil yurttaşlar”dan oluşan bir “rıza medeniyeti” inşa etmeyi hedefler.

1. Bölüm: Metaforun Anatomisi: Sûret, Sîret ve Rıza Kavramlarının Felsefi ve Psikolojik Tahlili

1.1. Sûret-Sîret İkiliği ve Ahlaki Özerklik
Köpek metaforu, ahlak felsefesinin temel problemlerinden birine, “irade özgürlüğü” ve “ahlaki özerklik” meselesine ışık tutar. Köpek, içgüdüleri tarafından yönlendirilir; seçme şansı yoktur. Dolayısıyla eylemleri ne ahlaken iyi ne de kötüdür; sadece doğaldır. İnsan ise, akıl ve irade sahibi olması hasebiyle, içgüdüleri ile ahlaki ilkeler arasında bir seçim yapabilme yeteneğine sahiptir. “Sûrette insan” olmak, bu biyolojik ve akılsal potansiyele sahip olmaktır. “Sîrette insan” olmak ise, bu potansiyeli ahlaki eylemlerle realize etmektir. Bu, Immanuel Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” sorusuna verdiği “Aklını kendin kullanma cesaretini göster!” cevabıyla paralellik taşır. Köpek metaforundaki kişi, aklını kullanıp eyleminin sonuçlarını idrak ettiği ve sorumluluk aldığı an, Kantiyen anlamda “aydınlanmış”, metaforik anlamda ise “sîrette insan” olma yoluna girmiş olur.

1.2. Rıza ve Telafi: Onarım ve İyileşme Psikolojisi
Metaforun ikinci aşaması, telafi ve rıza alma eylemidir. Bu süreç sadece sosyal bir uzlaşma değil, aynı zamanda derin bir psikolojik iyileşme mekanizmasıdır.

Suçluluk ve Pişmanlık: Hatanın farkına varma, suçluluk ve pişmanlık duygularını beraberinde getirir. Bu duygular, sağlıklı bir vicdanın işaretidir ve kişiyi onarıcı bir eyleme iter.

Telafi Eylemi (Tazmin): Tavukların parasını ödemek, somut bir onarım eylemidir. Bu eylem, kişinin eyleminin sonuçlarını kabul ettiğinin ve mağdura saygı duyduğunun bir göstergesidir. Psikolojide, bu tür onarım davranışlarının, hem fail hem de mağdur için travmatik deneyimleri sonlandırmada ve iyileşmeyi sağlamada kritik önemi vurgulanır.

Rızanın Alınması: Nihai aşama, mağdurun rızasını almaktır. Bu, affedilme ve topluma yeniden kabul edilme arzusunun bir tezahürüdür. “Rıza”, zorla alınan bir boyun eğme değil, gönüllü bir kabullenme ve uzlaşmadır. Bu, toplumsal bağların yeniden tesis edilmesinin en sağlam yoludur. Sosyolojik olarak, “mekanik dayanışma”nın (katı kurallar ve cezalar) yerine “organik dayanışma”yı (karşılıklı bağımlılık ve rıza) geçirir.

1.3. Ârif ve Câhil: Öz-Eleştirinin Psikolojik Temelleri
“Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar.” Bu ayrım, modern psikolojideki “dışsal” ve “içsel” atıf yapma (attribution) eğilimleriyle açıklanabilir. “Câhil” tipolojisi, olumsuz sonuçları daima dış faktörlere (şans, başkalarının kötülüğü, sistem) atıf eder (external attribution). Bu, benlik saygısını korumanın ilkel bir savunma mekanizmasıdır. “Ârif” tipolojisi ise, önce hatayı kendi içinde arar (internal attribution). Bu, daha yüksek bir öz-bilinç düzeyi, olgunluk ve gelişim odaklı bir zihin yapısı (growth mindset) gerektirir. Bu sürekli öz-yoklama hali, bireyin psikolojik ve ahlaki olarak olgunlaşmasının temel dinamiğidir.

2. Bölüm: Tabula Rasa’dan Sorumlu Yurttaşa: Locke’çu Bir Zeminde Atatürk’ün Eğitim ve Toplum Projesi

2.1. John Locke ve İnsan Potansiyelinin Sonsuzluğu
John Locke’un “An Essay Concerning Human Understanding” (İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme) adlı eserinde detaylandırdığı “tabula rasa” doktrini, Atatürk’ün devrimlerinin felsefi arka planını anlamak için hayati öneme sahiptir. Locke, insanın doğuştan fikirler veya bilgiler getirmediğini, zihninin boş bir levha olduğunu savunur. Tüm bilgimiz ve karakterimiz, deneyim (experience) ve duyum (sensation) yoluyla bu levhanın üzerine yazılır. Bu radikal tez, insanın doğasının sabit ve değişmez olduğu fikrini reddeder. İnsan, doğuştan ne iyidir ne de kötüdür; o, bir potansiyeller demetidir. Bu potansiyelin nasıl şekilleneceği, onu besleyen “deneyim”e, yani eğitime, aileye, toplumsal kurumlara ve yasalara bağlıdır.

2.2. Atatürk: Türk Toplumunun Zihnini Yeniden Yazmak
Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bir anlamda “tabula rasa” durumuna yakındı. Savaşlarla yıpranmış, ekonomisi çökmüş, kadim bir imparatorluktan ulus-devlete geçiş sancıları çeken bir toplum söz konusuydu. Atatürk, bir Locke’çu gibi, bu “boş levhayı” en doğru, en aydınlatıcı ve en medeni fikirlerle doldurmanın peşine düştü. Onun devrimleri, toplumun zihnini yeniden formatlayan bir yazılım güncellemesiydi.

Eğitim Devrimi: “Boş levha”nın en önemli yazıcısı eğitimdir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924) ile eğitim birliği sağlanarak, zihinlerin tek tip ve akılcı bir şekilde şekillendirilmesi hedeflendi. Medreselerin kapatılması, geleneksel/dini dogmaların yerine pozitif bilimlerin konulması, üniversite reformu ve harf devrimi, tümüyle toplumun epistemolojik (bilgisel) temelini değiştirmeye yönelikti. Amaç, olayları metaforik köpek gibi içgüdüsel veya dogmatik bir şekilde değil, eleştirel akıl ve bilimle değerlendirebilen bireyler yetiştirmekti.

Hukuk Devrimi: Laik hukuk sistemine geçiş, toplumsal “rıza”nın temelini dinden seküler ahlaka ve hukuka kaydırdı. İsviçre Medeni Kanunu’nun kabulü, kadın-erkek eşitliğini getirerek, toplumsal sözleşmenin yarısını oluşturan kadınları “birey” statüsüne yükseltti. Bu, “rıza yolunun” tüm topluma yayılması için gerekli hukuki altyapıyı sağladı. Artık bireyler, kul olarak değil, hakları ve sorumlulukları olan eşit yurttaşlar olarak toplumsal hayata katılacaktı.

3. Bölüm: Rıza Yolunun Kurumsallaşması: Atatürk’ün İnsan Merkezli Siyaset Felsefesi

Atatürk’ün projesi, bireysel “rıza yolunu” toplumsal düzleme taşıyarak kurumsallaştırma çabasıdır. Onun “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü, siyasi rızanın nihai kaynağını ilan eder. Monarkta veya halifede değil, milletin kendi iradesindedir.

3.1. Laiklik: Rızanın Metafizik Baskıdan Kurtarılması
Laiklik ilkesi, “rıza”nın önündeki en büyük engellerden birini, yani dini otoritenin dayatmasını ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Bireyin inancı, kişisel vicdan alanına ait bir meseledir. Kamusal alandaki ilişkiler, karşılıklı rızaya dayalı sözleşmeler, haklar ve yasalarla düzenlenir. Bu, metaforik olarak, “kümes”in sahibinin artık görünmez bir tanrısal irade değil, bizzat kendi öz-bilinçli tavuklar (yurttaşlar) olduğu anlamına gelir. Yurttaşlar, kendi kümelerinin kurallarını, karşılıklı rıza ile koyarlar.

3.2. Demokrasi ve Hukuk Devleti: Kurumsal Rıza Mekanizmaları
Demokrasi, kolektif rıza almanın en organize şeklidir. Seçimler, yasama, yargı ve yürütme erklerinin ayrılığı, anayasa, sivil toplum örgütleri… Tüm bunlar, toplumdaki farklı grupların, çıkarlarını uzlaştırarak, bir arada yaşamak için ortak rıza üretme mekanizmalarıdır. Atatürk’ün çok partili hayata geçiş denemeleri (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Cumhuriyet Fırkası), bu rıza arayışının henüz erken aşamalardaki tezahürleriydi. Hedef, “cahil”in değil, “ârif”in sesinin duyulduğu, hesap sorabildiği, hataların telafi edilebildiği bir siyasi sistemdi.

3.3. Sosyal Devlet: Ekonomik Rızanın Teminatı
“Sosyal bir hukuk devleti” vurgusu, rıza kavramının sadece siyasi ve hukuki değil, aynı zamanda ekonomik boyutuna da işaret eder. Metaforumuzdaki “tavukların parasını ödeme”, somut bir ekonomik telafidir. Atatürk’ün devletçilik ilkesi ve erken dönem kalkınma hamleleri, toplumun belirli bir kesiminin sistemden dışlanmaması, ekonomik olarak güçlendirilmesi ve böylece toplumsal sözleşmeye gönüllü rıza göstermesini sağlamak içindi. “Alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç” vurgusu, ekonomik faaliyeti de bir “rıza yolu”na dönüştürme çabasıdır.

Sonuç: Eksik Kalan Levha ve Tamamlanmamış Proje

Köpek metaforu, John Locke’un tabula rasa teorisi ve Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasi projesi, insanın dönüşüm kapasitesine ve bu dönüşümü sağlayacak olanın “akıl”, “eğitim” ve “kurumsal yapılar” olduğuna dair ortak bir inançta buluşur. Atatürk, bu felsefeden hareketle, “kümes”in dar kalıplarını kırmayı, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmayı ve nihayetinde aklın ve vicdanın aydınlattığı bir uygarlık yolu inşa etmeyi hedeflemiştir.

Ancak, her “boş levha” metaforu gibi, bu proje de tamamlanmamıştır. Levha asla tamamen boş değildir; üzerine yazılmış eski, silik yazılar her zaman varlığını sürdürür. Geleneksel zihniyet kalıpları, feodal yapılar, dogmatik düşünceler, bu dönüşüm sürecinin önünde direnç göstermiştir. Atatürk’ün projesi, bir “kâmil toplum” idealidir ve her ideal gibi, sürekli bir çaba, öz-eleştiri ve yeniden inşa gerektirir.

Günümüz Türkiye’si, bu iki mirasın – köpek metaforunun derin ahlaki sorgulayıcılığı ile Locke-Atatürk hattının akılcı ve özgürleştirici siyasi vizyonunun – yeniden keşfedilmesi ve harmanlanması gereken bir dönemdedir. Toplumsal huzurun ve ilerlemenin yolu, bireylerin “ayağına dolanan taşı kendinden bilme” erdemine ulaşmasından ve bu bireysel erdemi, karşılıklı “rıza”ya dayalı adil, laik ve demokratik kurumlara taşıyabilmesinden geçmektedir. Gerçek anlamda insan olmanın ve “rızalık yolunun” anlamı, işte bu kişisel ve toplumsal mücadelenin tam kalbinde yatmaktadır.

Kaynakça (Örnek)

Locke, John. (1689). An Essay Concerning Human Understanding. (İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme)

Kant, Immanuel. (1784). “What is Enlightenment?” (“Aydınlanma Nedir?”)

Rousseau, Jean-Jacques. (1762). The Social Contract. (Toplum Sözleşmesi) - (Genel irade kavramı ile rıza ilişkisi bağlamında)

Gökalp, Ziya. (1923). Türkçülüğün Esasları. (Atatürk’ün fikirlerini şekillendiren yerli bir kaynak olarak)

Mardin, Şerif. (1969). Religion, Society, and Modernity in Turkey. (Türkiye’de toplumsal dönüşümün sosyolojik analizi için)

Berkes, Niyazi. (1964). The Development of Secularism in Turkey. (Türkiye’de laikliğin tarihsel gelişimi için)

[İlgili Tasavvuf Klasikleri] (Örn. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli’nin eserlerinden sûret-sîret ayrımı ve kâmil insan idealini işleyen bölümler)

Tangör, B. & diğerleri. (20XX). Türk Modernleşmesinin Psiko-Sosyal Temelleri. (Kurgusal, benzer çalışmalara atıf)

Ağırdır, B. (20XX). Toplumsal Rıza ve Demokratik Katılım. (Kurgusal, güncel bir kaynak örneği)
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL