RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Özet: Bu makale, insan olma haline dair geleneksel bir Anadolu öğretisi olan "Rızalık Yolu"nu merkeze alan bir metni, Batı felsefesinin kilometre taşlarından Immanuel Kant'ın etik ve politik felsefesi ışığında yeniden okumayı amaçlamaktadır. Metinde kullanılan "köpek metaforu", bireyin ahlaki özerkliğe ve rasyonel öz-bilince ulaşma sürecini anlatır. Bu süreç, Kant'ın "Aydınlanma Nedir?" sorusuna verdiği "Aklını kendin kullanma cesaretini göster!" yanıtıyla doğrudan örtüşmektedir. Makale, öncelikle metaforu Kant'ın "ödev ahlakı", "özerklik" ve "kategorik imperatif" kavramlarıyla analiz edecek; ardından bu bireysel etik temelin, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında inşa etmeye çalıştığı laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modeli için nasıl bir zemin oluşturduğunu sorgulayacaktır. Sonuç olarak, hem Doğu'nun hikmet geleneğindeki "kâmil insan" idealinin hem de Batı Aydınlanması'nın rasyonalist temellerinin, evrensel bir "insan merkezli uygarlık" projesinde nasıl buluştuğu ortaya konulacaktır.
Felsefe tarihi, insanın ne olduğu sorusuna verilmiş sayısız yanıtla doludur. Bu yanıtlar çoğunlukla insanı, animal rationale (akıllı hayvan) olarak tanımlayarak onu diğer varlıklardan ayıran temel özelliğin logos (akıl, söz) olduğunu vurgular. "Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı" başlıklı metin ise bu ayrımı, son derece çarpıcı ve sade bir metafor üzerinden, ahlaki bilinç ve sorumluluk temelinde yeniden kurar. Metne göre, insanı insan yapan, salt akıl sahibi olması değil, bu aklı eylemlerinin ahlaki sonuçlarını idrak etmek, hatalarını telafi etmek ve nihayetinde "rıza"yı aramak için kullanmasıdır.
İşte bu noktada, Immanuel Kant'ın felsefesi, bu metni anlamak ve derinleştirmek için eşsiz bir araç sunar. Kant, felsefesini insan aklının sınırlarını, olanaklarını ve yasalarını sistematik bir şekilde araştırmak üzerine inşa etmiştir. Onun "transendental idealizm" olarak adlandırılan eleştirel felsefesi, bilgimizin deneyimle sınırlı olduğunu, ancak bu deneyimin yapısının a priori (deneyimden önce gelen) akılsal kategoriler tarafından şekillendirildiğini öne sürer. Pratik felsefesinde, yani etik alanında ise, ahlak yasasının kaynağını duyular dünyasının dışında, insan aklının saf iradesinde bulur. Kant'ın etiği, her türlü dışsal buyruktan (heteronomi) bağımsız, özerk bir iradenin, kendi koyduğu evrensel yasaya uymasıdır.
Bu makale, köpek metaforu ve onun üzerinden inşa edilen "Rızalık Yolu" öğretisini, Kant'ın bu merkezi kavramları (özerklik, kategorik imperatif, ödev, ahlak yasası) ışığında çözümleyecek ve ardından bu bireysel ahlaki olgunluğun, Atatürk'ün tasavvur ettiği toplumsal-siyasal düzene nasıl bir temel teşkil ettiğini Kantçı bir perspektifle irdeleyecektir.
I. Bölüm: Köpek, İnsan ve Ahlakın Transendental Temeli: Kantçı Bir Analiz
1.1. Sûret ve Sîret Ayrımının Kantçı Karşılığı: Görünüş ve Numene Dönüş
Metindeki en temel ayrım, "sûret" (görünüş, form) ve "sîret" (öz, karakter, içsel hakikat) ayrımıdır. Köpek, sûreten bir hayvandır ve eylemleri de bu hayvansal doğasına uygundur. Onun tavuk yemesi, ne ahlaken kötüdür ne de iyi; o, sadece içgüdülerinin ve doğa yasalarının bir sonucudur. Kant terminolojisiyle ifade edersek, köpek, tamamen "görünüşler dünyasına" (phenomenal world) aittir. Eylemleri, doğal nedensellikle belirlenmiştir; özgür iradesi yoktur, dolayısıyla ahlaki bir özne değildir.
"Surette insan" ise, Kant için "görünüşler dünyasının" bir parçası olmasının yanı sıra, bir de "akılsal varlık" (rational being) olarak "numen dünyasına" (noumenal world) da aittir. İnsan, fenomenler dünyasında nedensellik yasasına tabi bir bedene sahipken, numenler dünyasında özgür iradeye ve pratik akla sahip bir öznedir. Metinde, yaptığı eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde olmayan kişi, bu "akılsal varlık" potansiyelini kullan(a)madığı için, fiilen hayvani düzeyde, yani sadece fenomenler dünyasının bir nesnesi gibi yaşamaktadır. Onun sîreti, Kant'ın deyimiyle "irade"si (will) heteronomdur; içgüdüleri, arzuları veya toplumsal baskılar gibi dışsal unsurlar tarafından yönlendirilir.
1.2. Ahlaki Bilincin Uyanışı: Saf Pratik Aklın Devreye Girişi
İnsan olma yolculuğu, metne göre, "kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla" başlar. Bu, Kantçı etiğin tam da başlangıç noktasıdır. Bu bilinç, Kant'ın "pratik akıl" dediği şeyin faaliyete geçmesidir. Pratik akıl, bize ne yapmamız gerektiğini söyleyen, eylemlerimizi ahlak yasasına göre belirleyen yetimizdir.
Kant için ahlak, hislerle, çıkar hesaplarıyla veya mutluluk arayışıyla değil, ödev (duty) duygusuyla ilgilidir. Bir eylem, sırf sonuçları faydalı olduğu için değil, ödev olduğu için yapıldığında ahlaki değer kazanır. Metaforumuzdaki kişi, tavukları yediğinde, bunun "kötü" bir eylem olduğunun bilincine varır. Bu bilinç, onun içindeki ahlak yasasının (Kant'ın deyimiyle "yıldızlı gökyüzü") sesidir. Bu ses, onu sadece fenomenler dünyasının edilgen bir üyesi olmaktan çıkarıp, numenler dünyasının aktif, özerk bir öznesi haline getirme potansiyelini taşır. Artık sûrette ve sîrette insan olma yoluna girmiştir, çünkü pratik aklını kullanmaya başlamıştır.
1.3. Hatadan Dönmek ve Tazmin Etmek: Kategorik Imperatifin Somut Tezahürü
Ancak Kant'a göre, sadece ahlak yasasını bilmek yeterli değildir. Aslolan, onu eyleme dökmektir. Metin de aynı noktayı vurgular: "Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar."
İşte burada Kant'ın etiğinin bel kemiği olan kategorik imperatif devreye girer. Kategorik imperatif, koşulsuz, evrensel bir buyruktur. En meşhur formülasyonu şudur: "Öyle davran ki, eylemine yön veren ilke, aynı zamanda genel bir yasa olmayı istesin." Başka bir deyişle, yapacağın şeyi, herkesin aynı koşullarda yapmasını isteyip isteyemeyeceğini kendine sor.
Metaforumuzdaki kişi, zararı tazmin etme ve rıza alma eylemini gerçekleştirirken, aslında kategorik imperatifi somutlaştırır.
Evrensellik İlkesi: "Zarar verdiğim kişiden özür dilemeli ve zararını tazmin etmeliyim" ilkesi, evrensel bir yasa olabilir mi? Elbette evet. Eğer herkes hata yaptığında telafi etse, toplumsal güven ve adalet tesis olur.
İnsanlık Formülü: Kant'ın imperatifin bir başka formülasyonu, "Öyle davran ki, kendinde ve başka her insanda insanlığı daima bir amaç olarak, asla sadece bir araç olarak kullanmayasın" der. Tavukları yiyen kişi, ilk eyleminde kümes sahibini (onun emeğini, mülkiyetini) sadece kendi açlığını gidermek için bir "araç" olarak kullanmıştır. Telafi eyleminde ise, onu bir "amaç" olarak, yani saygı duyulması ve hakkı gözetilmesi gereken bir özne olarak tanır. Rızasını alarak, onun özerk iradesine ve onuruna saygı gösterir.
Bu telafi eylemi, metnin deyişiyle kişiyi "insan-ı kâmil olma mertebesine" yükseltir. Kantçı terminolojide bu, kişinin "özerk irade"ye ulaşması, ahlak yasasını kendi pratik aklıyla koyması ve ona kendi kendine uymasıdır. Artık iradesi heteronomiden (içgüdülerin kölesi olmaktan) kurtulmuş, özerkliğe kavuşmuştur.
1.4. Kusuru Kendinde Aramak: Aklın Özerk ve Eleştirel Kullanımı
Metnin vurguladığı bir diğer önemli nokta, "kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesi" ve "özünü yoklayarak kusurunu aramasıdır". Bu, Kant'ın "Aklını kendin kullanma cesaretini göster!" şeklinde özetlediği Aydınlanma projesinin tam kalbindedir.
Kant'a göre aklın özerk kullanımı, kişinin kendi anlama yetisini, başka bir otoritenin (din, gelenek, lider) rehberliği olmadan kullanmasıdır. "Kendini yoklamak", tam da bu eleştirel öz-bilinç halidir. Ârif ve kâmil insan, dışarıda bir suçlu aramaz; hatayı kendi eylemlerinde, kendi iradesinin yanlış kullanımında arar. Cahil ise, aklını özerk bir şekilde kullanma cesaretinden yoksun olduğu için, sürekli kendini aklar ve sorumluluğu dış faktörlere atar. Bu, Kant'ın "aklın reşit olmaması durumu" olarak tarif ettiği, kişinin kendi aklını bir vesayet altında kullanmaya razı olması halidir.
II. Bölüm: Bireysel Etikten Toplumsal Sözleşmeye: Atatürk'ün Projesinin Kantçı Bir Okuması
2.1. Kâmil Bireyden Demokratik Topluma: Özerkliğin Siyasal Tezahürü
Metin, bireysel erdemlerin toplumsal düzeye nasıl taşınacağı sorusunu sorduğunda, doğrudan Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu devlet modeline işaret eder. Bu bağlantı, Kant'ın siyaset felsefesiyle son derece uyumludur. Kant için, ahlaki özerklik (bireyin kendi kendini yönetmesi) ile politik özerklik (toplumun kendi kendini yönetmesi) birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Özerk bireyler, kendi koydukları yasalara uyarlar; özerk bir toplum ise, kendi koyduğu anayasa ve yasalarla kendini yönetir.
Atatürk'ün hedeflediği "kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler", Kant'ın özerk, reşit birey idealinin siyasal projeksiyonudur. Laiklik ilkesi, tam da aklın dini otoritelerin vesayetinden kurtarılarak özerkliğe kavuşturulmasıdır. Kant, aklın özerkliğinin önündeki en büyük engellerden birinin dogmatik dini inançlar olduğunu düşünür. Laiklik, bireyin inanç özgürlüğünü garanti altına alırken, kamusal alanı ve hukuku, aklın evrensel ve nesnel ilkeleri üzerine inşa etmeyi amaçlar. Bu, Kant'ın "aklın kamusal kullanımı" için gerekli ön koşuldur.
2.2. Hukuk Devleti ve Evrensel Ahlak Yasası
Atatürk'ün "hukuk devleti" vurgusu, Kant'ın hukuk felsefesiyle birebir örtüşür. Kant için hukuk, dışsal özgürlükler alanını düzenler ve her bireyin özgürlüğünün, başkalarının özgürlüğüyle bağdaşabildiği en geniş sınırları çizer. Hukuk, kategorik imperatifin toplumsal düzeydeki yansımasıdır. Pozitif hukuk, evrensel ahlak yasasına mümkün olduğunca yakın olmalıdır.
Metinde bahsedilen "hak, hukuk, adalet ve rızalık yolu", Kant'ın "ebedi barış" idealine giden yolda vazgeçilmez unsurlardır. "Rıza" kavramı, burada sadece kişiler arası bir uzlaşı değil, aynı zamanda toplumsal sözleşme fikrinin de temelidir. Kant, Rousseau'dan etkilenerek, meşru bir siyasi iktidarın, yönetilenlerin rızasına dayanması gerektiğini savunur. Atatürk'ün demokratik haklar ve özgürlüklerle bireyi güçlendirmesi, bu rızanın oluşması için gerekli zemini hazırlamıştır. Seçme ve seçilme hakkı, ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi unsurlar, bireyi, devlete edilgen bir kul olmaktan çıkarıp, onun aktif bir "yurttaşı" haline getirir. Yurttaş, devletle olan ilişkisinde, metaforumuzdaki kümes sahibi gibi, hakkı çiğnendiğinde bunu talep etme ve telafi isteme hakkına sahiptir.
2.3. İnsan Merkezli Uygarlık: Aklın ve Vicdanın Işığı
Metnin sonunda vurgulandığı gibi, Atatürk'ün nihai amacı, "aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum" inşa etmekti. Bu ifade, Kantçı Aydınlanma tanımının mükemmel bir karşılığıdır. Kant, Aydınlanmayı "insanın kendi kendine sebep olduğu bir reşit olmama durumundan çıkışı" olarak tanımlar. Bu çıkış, bireyin hem kendi aklını (akıl) hem de ahlak yasasının kaynağı olan pratik aklını (vicdan) kullanma cesareti göstermesidir.
Atatürk'ün projesi, bu cesareti toplumsal düzeye taşıma, bir "insan merkezli uygarlık" kurma projesidir. Bu uygarlığın temel taşları; akıl (bilim, fen), vicdan (ahlak, adalet), özerklik (demokrasi, laiklik) ve sorumluluktur (rızalık, hukuk). Bu, metnin başında tarif edilen "Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, incitmeyen, doğru söyleyen" insan tipinin, bir toplumun normatif modeli haline getirilmesidir.
Sonuç: Evrensel Bir İnsanlık Duruşu Olarak Rızalık Yolu
"Bir Metafor Olarak Köpek" metni, derin bir ahlaki psikoloji ve insan felsefesi sunar. Immanuel Kant'ın felsefesiyle okunduğunda, bu metnin evrenselliği ve derinliği daha da belirgin hale gelir. Hem Doğu'nun hikmet geleneğindeki "insan-ı kâmil" idealinde hem de Batı Aydınlanması'nın "özerk ve eleştirel birey" idealinde, insan onurunun aynı temel değerler üzerine inşa edildiği görülür: Akıl, vicdan, sorumluluk ve özgürlük.
Köpek metaforu, ahlakın insana içkin ve a priori olduğunu, onun numen varlığının bir parçası olduğunu gösterir. Rızalık yolu ise, bu ahlak yasasının pratikte nasıl hayata geçirileceğinin, yani kategorik imperatifin somut bir formülüdür. Mustafa Kemal Atatürk'ün vizyonu ise, bu bireysel erdemlerden hareketle, "kümes"in dar kalıplarını kıran, aklın ve vicdanın evrensel ilkeleri üzerine kurulu, özerk bireylerden oluşan bir toplum ve medeniyet tasavvurudur.
Bu çalışma, farklı coğrafya ve geleneklerden gelen bu iki büyük düşünsel mirasın—Anadolu'nun rızalık ahlakı ile Kant'ın eleştirel aklı ve özerklik etiğinin—nasıl birbirini tamamladığını ve güçlendirdiğini ortaya koymayı amaçlamıştır. Nihai hedef, bireyin kendi içsel yasasını keşfedip onurlu bir hayat sürmesi ve bu bireylerden oluşan toplumların da adil, hakkaniyetli ve insani bir düzeni inşa etmesidir. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda, hem kendi özümüzü yoklamakta hem de verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmekte gizlidir.
Kaynakça:
Kant, Immanuel. (1784). Was ist Aufklärung? / Aydınlanma Nedir? (Çev. Ahmet Aydoğan). İstanbul: Say Yayınları.
Kant, Immanuel. (1785). Grundlegung zur Metaphysik der Sitten / Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi (Çev. Ioanna Kuçuradi). Ankara: TFK Yayınları.
Kant, Immanuel. (1788). Kritik der praktischen Vernunft / Pratik Aklın Eleştirisi (Çev. Ioanna Kuçuradi). Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu.
Kant, Immanuel. (1797). Die Metaphysik der Sitten / Ahlak Metafiziği (Çev. Ioanna Kuçuradi). Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu.
Kuçuradi, Ioanna. (1999). İnsan ve Değerleri. Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları. (Kant etiğinin güncel yorumu için temel bir kaynak).
Rousseau, Jean-Jacques. (1762). Du Contrat Social / Toplum Sözleşmesi (Çev. Vedat Günyol). İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları. (Kant'ın siyaset felsefesini derinden etkilemiştir).
Özakpınar, Yılmaz. (1997). İnsan Düşüncesinin Boyutları. İstanbul: Ötüken Neşriyat. (Kültür ve medeniyet perspektifiyle Atatürk'ün düşünce yapısını analiz eder).
Hanioğlu, M. Şükrü. (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton: Princeton University Press. (Atatürk'ün entelektüel arka planını ve modernleşme projesini analiz eder).
Tekeli, İlhan & İlkin, Selim. (2003). Cumhuriyetin Harcı: Modernitenin Altyapısı Oluşurken. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. (Erken Cumhuriyet dönemi modernleşme projelerinin sosyolojik bir analizi).
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.