Rızalık Yolu İnsan-ı Kâmil’e Seyrü Sülûk Ve Mârifettulaha Erme
İnsanın içsel dönüşümünü bir köpek metaforu üzerinden anlatan tasavvufî bir seyrü sülûk risalesidir. Kümese girip tavukları yiyen köpeğin hikâyesi, bilinçsizlikten farkındalığa, suçtan telafiye uzanan...
Anadolu Kızılbaşlığının İnşasında Akrabalık, Siyaset ve İnanç Dinamiklerine Eleştirel Bir Bakış Özet: Bu makale, Anadolu Kızılbaş/Alevi geleneğinin iki önemli figürü olan Hubyar Sultan ile Safevi Devleti'nin kurucusu Şah İsmail arasında varsayılan akrabalık ilişkisini, Marksist, psikolojik, sosyolojik, felsefi ve tarihsel perspektifler ışığında eleştirel bir şekilde incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma, bu ilişkinin sadece bir soy meselesi olmadığını, aksine 16. yüzyıl Anadolu'sunda dini, siyasi, ekonomik ve toplumsal bir mücadelenin sembolik bir temsili olduğunu savunmaktadır. Makale, bu ilişki mitinin Anadolu Kızılbaşlığının inşasında nasıl bir işleve sahip olduğunu, toplumsal hafızayı nasıl şekillendirdiğini ve günümüz Alevi kimliğinin oluşumundaki yerini analiz edecektir. Antitez olarak, resmi Sünni-Osmanlı tarihyazımı ve modern ulus-devlet söylemleriyle olan karşıtlık sorgulanacak, sentezde ise bu mitosun kolektif bir varoluş stratejisi olarak değeri vurgulanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Hubyar Sultan, Şah İsmail, Kızılbaşlık, Alevilik, Tarihsel Sosyoloji, Marksist Analiz, Kolektif Bellek, Heterodoksi, Osmanlı-Safevi Çatışması.
Giriş: Problemin Teşkili ve Metodolojik Çerçeve Anadolu’nun dini ve sosyal tarihi, resmi tarihyazımının katmanları altında kalmış, sözlü gelenek ve kolektif hafıza ile beslenmiş sayısız anlatıyla doludur. Bu anlatılar, tarihsel “gerçeklik”ten ziyade, toplulukların kendilerini nasıl anlamlandırdıklarının, geçmişle nasıl bir ilişki kurduklarının ve mevcut iktidar yapılarına karşı nasıl bir kimlik inşa ettiklerinin kodlarını taşır. İşte Hubyar Sultan ile Şah İsmail arasındaki akrabalık iddiası da, bu perspektiften okunması gereken, son derece karmaşık ve çok katmanlı bir tarihsel-sosyolojik olgudur.
Problem Tanımı: Tokat yöresinde etkin bir Alevi ocağının piri olan Hubyar Sultan’ın, Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail’in “ocakzadesi” (ailesinden) hatta oğlu olduğu yönündeki inanç, sözlü gelenek ve velayetnamelerde sıkça karşımıza çıkar. Ancak, Osmanlı arşiv belgeleri ve dönemin resmi kronikleri bu doğrudan akrabalığı kanıtlamaktan uzaktır; hatta Hubyar’dan bahsetmezler bile. Buradaki asıl akademik mesele, “Bu akrabalık tarihsel olarak doğru mu?” sorusunun ötesine geçerek, “Böyle bir mitos neden ve nasıl üretilmiştir?”, “Hangi toplumsal, psikolojik ve siyasi ihtiyaçlara cevap vermiştir?” ve “Anadolu Kızılbaşlığının inşasında nasıl bir işlev görmüştür?” sorularını sormaktır.
Araştırma Soruları:
Hubyar-Şah İsmail akrabalık iddiasının tarihsel temelleri nelerdir? Tarih yazımı ve halk belleği arasındaki bu uçurum nasıl açıklanabilir?
Bu ilişki, Anadolu Kızılbaş toplulukları için psikolojik ve sosyolojik açıdan ne ifade etmiştir? Meşruiyet, aidiyet ve direniş bağlamında nasıl bir işlev görmüştür?
Bu söylem, Marksist bir perspektifle sınıfsal ve ekonomik bir mücadelenin (göçebe/yarı-göçebe Türkmenler ile merkezi Osmanlı devleti arasındaki) bir parçası olarak nasıl okunabilir?
Bu mit, Anadolu Kızılbaşlığının felsefi ve teolojik dokusunu nasıl etkilemiş ve ondan nasıl etkilenmiştir?
Metodoloji: Bu çalışma, disiplinlerarası bir yaklaşımı benimsemektedir. Tarihsel analiz (birincil kaynaklar olarak Osmanlı kronikleri, Şah İsmail’in şiirleri, Hubyar Velayetnamesi; ikincil kaynaklar olarak modern tarih çalışmaları), sözlü tarih çalışmaları, sosyolojik değerlendirme (Durkheim’ın kolektif temsiller, Weber’in meşruiyet kavramları), Marksist eleştiri (Gramsci’nin hegemonya, James Scott’un “gizli senaryo” (hidden trans cript) kavramları) ve psikanalitik teori (Jung’un arketipler ve kolektif bilinçdışı kavramları) bir arada kullanılacaktır.
I. Tarihsel Arka Plan: 16. Yüzyıl Anadolu'sunda Kriz, Heterodoksi ve Siyaset Hubyar-Şah İsmail ilişkisini anlamak, onu doğuran tarihsel bağlamı anlamaktan geçer. 16. yüzyıl, Anadolu için bir kırılma, dönüşüm ve şiddet çağıdır.
Osmanlı'nın Merkezileşme ve Sünnileşme Politikaları: Fatih Sultan Mehmed ile hız kazanan merkezileşme, II. Bayezid ve özellikle I. Selim (Yavuz) döneminde katı bir mutlakıyetçiliğe evrildi. Bu süreç, uç beyliklerinin tasfiyesi, tımar sisteminin genişletilmesi ve devletin tüm kurumlarının İstanbul’a bağlanması anlamına geliyordu. Ekonomik olarak, göçebe Türkmen aşiretleri üzerindeki kontrol artıyor, yerleşik hayata geçmeye zorlanıyor, ağır vergilere tabi tutuluyor ve geleneksel yaylak-kışlak yolları ellerinden alınıyordu. Dini olarak ise, Sünni-Hanefi İslam devletin resmi ideolojisi haline getiriliyor, medreseler ve tarikatlar aracılığıyla bu ideoloji topluma yayılmaya çalışılıyordu. Bu, heterodoks inançlara, özellikle de Şii-İmami ve Sufi eğilimlerle harmanlanmış Türkmen Kızılbaş zümrelerine yönelik bir tehditti.
Safevi Tarikatı'nın Yükselişi ve Şah İsmail: Tam da bu baskı ortamında, İran’da, Erdebil Sufi Tarikatı’nın lideri Şeyh Haydar’ın oğlu Şah İsmail, karizmatik bir lider olarak ortaya çıktı. Safevi Tarikatı, dini bir yapı olmaktan çıkarak siyasi-askeri bir harekete dönüştü. Şah İsmail, kendini ilahi niteliklerle donatılmış, hatta bazı şiirlerinde “tanrısal” (Hatai mahlasıyla yazdığı, “Ben Ali’yim” diyen şiirler) bir figür olarak sundu. Onun en önemli askeri gücü, “Kızılbaş” olarak anılan ve on iki imamı simgeleyen on iki kırmızı dilimli tacı takan Anadolu’lu Türkmen aşiretleriydi. Şah İsmail, Anadolu Kızılbaşları için sadece siyasi bir lider değil, aynı zamanda dini bir kurtarıcı (mehdi), pirlerinin piri idi.
1514 Çaldıran Savaşı'nın Travması: Şah İsmail ile Osmanlı Padişahı I. Selim’in orduları Çaldıran Ovası’nda karşılaştı. Osmanlı’nın topçu teknolojisi ve sayısal üstünlüğü karşısında Safevi ordusu ağır bir yenilgi aldı. Bu yenilgi, Anadolu Kızılbaşları için siyasi bir hezimetten çok daha fazlasıydı; derin bir psikolojik kırılma, kolektif bir travmaydı. İnançlarının somut temsilcisi, “yenilmez” olduğuna inandıkları kurtarıcıları yenilmişti. Çaldıran’ı takip eden yıllar, Osmanlı’nın Anadolu’daki Kızılbaş nüfusa yönelik sistematik baskı, sürgün ve kıyım politikalarına tanık oldu. Bu travmatik süreç, Kızılbaş topluluklarını daha da marjinalleştirdi, içe kapanmaya ve “gizlenme” (takiyye) stratejileri geliştirmeye zorladı.
II. Hubyar Sultan: Tarihsel Şahsiyet ve Mitolojik Kimlik Tarihsel veriler Hubyar Sultan hakkında sınırlı bilgi sunar. Geleneksel anlatılar ve velayetnameler onun 16. yüzyılda, Tokat’ın Tahtacı dağları civarında yaşamış bir alp-eren, bir Türkmen dedesi olduğunu belirtir. Horasan’dan gelip Anadolu’da irşad görevine başladığı söylenir. Onun en önemli özelliği, kurucusu olduğu Hubyar Ocağı’nın Anadolu’daki önemli Alevi ocaklarından biri haline gelmesidir. Ocak, talip-taliplik ilişkileri üzerinden bölgede önemli bir dini ve sosyal otorite merkezi işlevi görmüştür.
Akrabalık İddiasının Kökenleri: Hubyar’ın Şah İsmail’in oğlu ya da yakın akrabası olduğu iddiasının en güçlü kaynağı, sözlü gelenek ve onun yazıya geçirilmiş hali olan velayetnamelerdir. Menakıb-ı Hubyar Sultan gibi metinlerde bu bağ açıkça vurgulanır. Öte yandan, dönemin Osmanlı kaynakları (örneğin İdris-i Bitlisi, Kemalpaşazade) böyle bir figürden ve böyle bir bağdan bahsetmez. Bu sessizlik ve resmi kayıtlardaki yokluk, mitin “aşağıdan” yani halkın/halkın belleğinden yukarıya doğru, merkezi iktidarın söyleminin dışında ve çoğu zaman ona karşıt bir şekilde inşa edildiğini gösterir. Tarihsel gerçeklikten ziyade, toplumsal bir ihtiyacın ürünüdür.
III. Analiz ve Sentez: Disiplinlerarası Bir Değerlendirme A. Marksist Perspektif: Sınıf, Hegemonya ve Direniş Söylemi Marksist bir okuma, bu akrabalık mitini, 16. yüzyıl Anadolu’sundaki ekonomik temelli sınıf mücadelesinin bir uzantısı olarak görür.
Ekonomik Temel: Göçebe ve yarı-göçebe Türkmen aşiretleri (Kızılbaşların ana kitlesi) ile merkezi, yerleşik, tarım temelli Osmanlı devleti arasında derin bir çıkar çatışması vardı. Devletin vergi, iskan ve toprak gaspı politikaları, Türkmenlerin geleneksel yaşam tarzını ve ekonomik özerkliğini tehdit ediyordu. Şah İsmail, bu ekonomik baskıya karşı bir direniş bayrağıydı.
Kültürel Hegemonya (Gramsci): Antonio Gramsci’nin kavramıyla, Osmanlı devleti sadece fiziksel şiddetle değil, aynı zamanda Sünni-İslami ideolojiyi egemen kılarak (kültürel hegemonya) yönetiyordu. Şah İsmail, bu hegemonik söyleme karşı alternatif bir siyasi, dini ve kültürel otoriteyi temsil ediyordu. Hubyar’ın onunla akraba ilan edilmesi, bu alternatif, “aşağıdan” gelen karşı-hegemonik otoriteye doğrudan bir bağ kurarak meşruiyet devşirmenin ve onu yerelleştirmenin bir yoluydu.
Sembolik Sermaye (Bourdieu): Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün kavramıyla, Şah İsmail soyundan gelmek, Hubyar Ocağı’na muazzam bir “sembolik sermaye” kazandırmıştır. Bu soy, ocağın dini otoritesini (manevi sermaye) pekiştirerek onu rakip ocaklara karşı üstün kılmış, taliplerinin bağlılığını güçlendirmiş ve sosyal statüsünü en üst seviyeye taşımıştır. Bu sermaye, Osmanlı’nın dayattığı Sünni-hiyerarşik meşruiyetin dışında, alternatif bir meşruiyet hiyerarşisi yaratmıştır.
B. Psikolojik ve Sosyolojik Perspektif: Kolektif Kimlik, Aidiyet ve Travma Sonrası Uyum Kolektif Kimlik İnşası (Durkheim, Halbwachs): Bir topluluğun kendini tanımlaması ve sürdürmesi için kahramanlar, kurucu atalar ve mitlere ihtiyacı vardır. Maurice Halbwachs’ın “kolektif bellek” kavramı, geçmişin şimdiki ihtiyaçlara göre yeniden inşa edildiğini söyler. Şah İsmail, yenilmiş olsa da Kızılbaş kimliğinin “altın çağının” epik kahramanıydı. Hubyar’ı onun soyuna bağlamak, topluluğu bu epik kahramanla doğrudan bir akrabalık bağıyla tanımlamak, “biz kimiz?” sorusuna verilen güçlü, duygusal ve somut bir yanıttı.
Travma Sonrası Anlam Arayışı (Jung): Çaldıran yenilgisi ve sonrasındaki kıyım, derin bir kolektif travmaydı. Carl Jung’un “kolektif bilinçdışı” ve “arketip” kavramları, bu tür travmaların toplumsal düzeyde nasıl işlendiğini anlamamıza yardım eder. “Kurtarıcı” arketipinin (Şah İsmail) yenilgisi, toplumsal psişede bir boşluk yaratmıştı. Bu travmayla başa çıkmanın yollarından biri, travmayı anlamlandırmak ve ondan bir güç devşirmektir. Hubyar gibi bir pirin, Şah’ın ailesinden olarak Anadolu’ya gelip inancı ve direnişi gizlice yaşatmaya devam etmesi anlatısı, yenilgiyi nihai bir hezimet olmaktan çıkarır, “davamız sürüyor, soyumuz devam ediyor” şeklinde bir anlama ve umuda dönüştürür. Bu, “yenilmiş kahramanın oğlu” arketipinin canlandırılmasıdır.
Aidiyet ve Meşruiyet (Weber): Dede ocakları arasındaki hiyerarşik rekabette, en yüksek meşruiyet kaynağı Ehli Beyt soyudur (seyyidlik). Şah İsmail de kendini İmam Ali soyundan gelen bir seyyid ilan etmişti. Hubyar Ocağı’nın bu soya bağlanması, Max Weber’in değindiği geleneksel ve karizmatik meşruiyet türlerini harmanlayarak, ocağı ocaklar hiyerarşisinde en üst sıralara taşımış, sosyal ve dini statüsünü tartışılmaz kılmıştır.
C. Felsefi ve Tarihsel Perspektif: Heterodoks Geleneğin Sürekliliği Heterodoksinin Doğası: Anadolu Kızılbaşlığı, İslam’ın yerel inançlarla (Şamanizm), Hristiyanlık unsurlarıyla ve Tasavvufla sentezlenmiş heterodoks bir yorumudur. Bu gelenekte, katı bir tarihsellik ve literalizmden ziyade, hakikatin poetik, sembolik ve metafizik temsili önemlidir. Bu bağlamda, Hubyar’ın biyolojik olarak Şah İsmail’in oğlu olup olmaması, onun onun ruhunu, davasını ve misyonunu (erkânı) taşıyor olması kadar önemli değildir. Tarihsel gerçeklik, inançsal ve poetik hakikat ile iç içe geçer. Velayetname, bir tarih belgesi değil, bir inanç ve kimlik metnidir.
Tarih ve Mitos Arasındaki Diyalektik (Hobsbawm): Eric Hobsbawm’ın “icat edilmiş gelenek” kavramı burada devreye girer. Topluluklar, içinde bulundukları koşullara bir yanıt olarak gelenekleri ve tarihi yeniden yorumlar, hatta “icat ederler”. Hubyar-Şah İsmail bağı, Kızılbaş topluluğunun tarihsel bir zorunlulukla, maruz kaldığı baskı ve asimilasyona karşı kendini korumak ve ayakta tutmak için ürettiği hayati bir “mitos”tur. James Scott’un “gizli senaryo” (hidden trans cript) kavramı da, bu mitin, efendilerin (Osmanlı) gözü önünde değil, kendi içlerinde, gizlice üretilen ve aktarılan bir direniş söylemi olduğunu gösterir.
Antitez: Resmi Tarihin Söylemi: Osmanlı resmi söyleminde Şah İsmail ve onun Anadolu’daki takipçileri olan Kızılbaşlar, “rafizi”, “mülhid” (dinsiz), “asi” ve “devlet düşmanı” olarak kodlanmıştır. Bu, iktidarın ürettiği hegemonik anlatıdır. Kızılbaş toplumunun kendi içinde ürettiği bu akrabalık miti, resmi söyleme karşı güçlü bir antitez, bir karşı-anlatı (counter-narrative) işlevi görür. “Siz onu düşman ve sapkın ilan edersiniz, ama o bizim pirimiz, atasımız ve seyyidimizdir” demenin sembolik ve politik ifadesidir.
Sonuç ve Sentez Hubyar Sultan ile Şah İsmail arasındaki akrabalık ilişkisi, basit bir soy sorunu veya tarihsel bir belirsizlik değil, Anadolu Kızılbaşlığının varoluşsal koşullarının ürünü olan çok katmanlı ve anlam yüklü bir sosyolojik olgudur. Bu makale, bu miti disiplinlerarası bir bakışla incelediğinde ortaya çıkan sonuç, onun tek bir işleve değil, birbiriyle iç içe geçmiş birden fazla işleve sahip olduğudur.
Bu mit; bir yandan Osmanlı’nın merkezileşme ve Sünnileşme politikalarına karşı göçebe Türkmen zümrelerinin verdiği ekonomik ve sınıfsal bir direnişin sembolik ifadesi iken, diğer yandan Çaldıran travması gibi derin bir yaralanmayla yüzleşen bir topluluğun, bu travmayı anlamlandırma ve ondan bir umut ve süreklilik devşirme mekanizmasıdır. Sosyolojik düzeyde, ocak sistemi içinde meşruiyet, statü ve aidiyet inşa etmenin en etkili aracı olmuş, felsefi düzeyde ise heterodoks geleneğin tarihle kurduğu poetik ve diyalektik ilişkinin bir tezahürüdür.
Bu analiz, dini ve tarihi figürleri salt “gerçek” veya “efsane” ikileminde okumanın kısırlığını aşmayı, onları üretildikleri toplumsal bağlamın, iktidar ilişkilerinin ve kolektif psişenin dinamik ürünleri olarak anlamayı gerektirir. Hubyar-Şah İsmail bağı, Anadolu Kızılbaş/Alevi toplumunun, baskı, asimilasyon ve unutturulma tehdidine karşı geliştirdiği son derece yaratıcı, dirençli ve hayati bir kültürel direniş ve hafıza stratejisidir. Bu strateji, grubu bir arada tutmuş, kimliğini tanımlamış, ona onur ve meşruiyet kazandırmış ve nesiller boyu aktarımını sağlamıştır. Bu mitosun gücü, tarihsel doğruluğunda değil, tarihsel işlevindedir.
Kapsamlı Kaynakça Birincil Kaynaklar (Çevriyazılar ve Derlemeler):
Menakıb-ı Hubyar Sultan (Derleyen: Ahmet Yaşar Ocak veya yerel derlemeler)
Melikoff, Irene. Uyur İdik Uyardılar: Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları. Cem Yayınevi, 1993.
Divan-ı Hatayi (Şah İsmail Hatayi’nin şiirlerini içeren eserler)
İkincil Kaynaklar (Modern Akademik Çalışmalar):
Tarih:
Allouche, Adel. Osmanlı-Safevi İlişkileri: Kökenleri ve Gelişimi. Çev. Nihat Ülner. İnsan Yayınları, 2001.
Emecen, Feridun M. Yavuz Sultan Selim. Kapı Yayınları, 2019.
Sümer, Faruk. Safevi Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü. Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1999.
Yıldırım, Rıza. Galibler ve Mağluplar: Çaldıran’dan Sonra Anadolu’da Kızılbaşlık. Kapı Yayınları, 2020.
Yıldırım, Rıza. Geleneğin Icadi: Alevilikte Dedelik ve Ocak Sistemi. İletişim Yayınları, 2021.
Kayaoğlu, Metin. Alevilik ve Kapitalizm. İletişim Yayınları, 2013.
Kızılbaşlık/Alevilik Özelinde:
Dressler, Markus. Writing Religion: The Making of Turkish Alevi Islam. Oxford University Press, 2013.
Shankland, David. The Alevis in Turkey: The Emergence of a Secular Islamic Tradition. Routledge, 2003.
Vorhoff, Karin. “Let's Reclaim Our History and Culture!” Imagining Alevi Community in Contemporary Turkey”. Die Welt des Islams, New Series, Vol. 38, No. 2, 1998, pp. 220-252.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.