Nazım Hikmet Ran. Bu isim, bir biyografinin, bir davanın ve bir şiir devriminin toplamıdır. Onu anlamak; sadece onun 1902’de başlayan hayat çizgisini takip etmek değil, aynı zamanda 20. yüzyıl Türkiye...
Tema: Çankırı ve Bursa Yılları, Direniş ve Açlık Grevi (1938 – 1950) Yirmi sekiz yıl dört ay. Bu rakam, Nazım’ın ruhuna atılan bir pranga, Türkiye Cumhuriyeti'nin ise vicdanına yazdığı bir utanç idi. 1938’de uydurma Donanma Davası’yla aldığı bu devasa ceza, onu önce Çankırı’nın buz gibi duvarlarına, ardından da Bursa Cezaevi’nin kasvetli koğuşlarına kapattı. Nazım için hapishane, bir son değil, yeni bir savaş alanıydı. O, tutsaklığı bir okul ve örgütlenme merkezi haline getirdi. Hücre, onun için bir üniversiteydi; okudu, resim yaptı, sabun ve tahta oymacılığı öğrendi ve en önemlisi, halkını tanıdı. Kemal Tahir ve Orhan Kemal gibi geleceğin büyük yazarlarıyla aynı havayı soludu, Balaban gibi ressamlara ilham verdi. O, mahkûmların sadece yoldaşı değil, aynı zamanda manevi lideri idi. Hapishane, içerideki bu entelektüel direniş sayesinde dışarıdaki otoriteden daha özgürdü. Ancak yıllar geçtikçe, hukuksuzluğun acısı daha da derine işledi. Nazım’ın içerideki varlığı, iktidar için bitmeyen bir baş ağrısıydı. Bedenine ve ruhuna uygulanan baskı, 1950 yılına gelindiğinde, dayanılmaz bir noktaya ulaştı. Nazım, adalet arayışında son ve en radikal adımı atmaya karar verdi: Açlık grevi. 3 Mayıs 1950. Nazım, son lokmasını çiğnerken, bedeniyle bir bildiri yayınlıyordu. Yirmi dokuz gün sürecek olan bu grev, sadece kendi hayatını tehlikeye atmak değil, bütün dünyanın vicdanını sarsmak demekti. Açlık grevi, bir anda Türkiye’nin dört bir yanından ve yurt dışından büyük bir destek dalgası yarattı. Paris’ten Pablo Picasso, Şili’den Pablo Neruda gibi dünya devleri, "Nazım'ı Kurtarın" çağrılarıyla seslerini yükseltti. Türkiye’nin aydınları, üniversite öğrencileri ve halk, şairlerinin ölmesine izin vermeyeceklerini haykırıyordu. Nazım’ın bedeni erirken, iradesi çelikleşiyordu. Grevin otuzuncu gününde, yorgun ve bitkin, ama davasının haklılığıyla dimdik duruyordu. Kamuoyunun baskısı sonuç verdi. Af Yasası veya genel affa benzer bir düzenleme ile, yıllar sonra özgürlüğüne kavuştu. Cezaevi kapısından çıktığında, cılız ve zayıftı, ancak dünya çapında bir efsaneydi. Büyük Hapishane, onu susturmayı değil, tam tersine, sesini ölümsüzleştirmeyi başarmıştı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.