İntikam alıp da sonunda pişman olmaktansa, affedip de pişman olmak daha iyidir. cafer b. muhammed
KIŞ ÜLKESİ
Kimsesizler yurdunda büyüyen Alin, 18. doğum gününü kutlarken, yurtta bir abla gibi gördüğü Selibe'den kendisi hakkında çok gizli bilgiler öğreniyor. Hemen o gece oradan ayrılmazsa öldürülebileceğini...
1. Bölüm

HER ŞEY DEĞİŞİYOR

46 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
18. doğum günüm sonunda gelip çatmıştı. Ve ben, kendimi bildim bileli bugünü bekliyordum. Kimsesizler Yurdunda büyümüştüm. Bana anlatılanlara göre; annemle babam bir trafik kazasında ölünce, sosyal hizmetler beni buraya yerleştirmişti. Çünkü başka hiçbir akrabam yoktu. Yurtta Müdür Karun’un eziyetleriyle geçen çocukluğumda bana en büyük destek, benim gibi bir kimsesiz olan en yakın arkadaşlarım Tina ve Layla'ydı. Bir de Selibe… Selibe, yurtta çalışan bir görevli olmasına karşın, bize adeta bir anne gibi yakındı. Bunu Ona söylediğimizde:
''Abla... '' derdi. ''Size sadece ablalık yapıyorum. '' Ama gerçek bir annenin ne olduğunu bilmeyen biz kızlar için hayalimizdeki anne tam da Selibe gibi birisiydi. Birimiz korktuğunda yanına kıvrılan, banyoda sırtımızı sabunlayan, hastalandığımızda defalarca ateşimizi kontrol eden sadece Selibe'ydi. Müdür Karun'un karşısına dikilip bizi savunan da Selibe'ydi. Özel günlerde pasta, haftada üç gün yemekte mutlaka tatlı olması için Onunla kavga eden de Oydu. Yıpranmış yeşil elbisemi giymiş aynanın karşısında düz kahverengi saçlarımı tarıyordum. Kalp şeklindeki yüzümde, iri kahverengi gözlerim hemen dikkat çekiyordu. Genelde muzip bakan gözlerim bugün hem heyecanlı hem korkuluydu. 18 yaşına giriyordum ve en kısa zamanda yurttan ayrılmam gerekecekti. Kendime bir iş bulmuştum. Şehrin en kalabalık lokantasında garsonluk... Ama henüz nerede kalacağımı bilmiyordum ve bu ciddi bir sorundu. Tina ve Layla'nın 18 yaşını doldurmalarına aylar vardı. Artık yapayalnızdım. Kapı açılınca birden irkildim. Selibe elinde büyük karton bir çantayla odaya girdi. Bana dikkatli bir şekilde baktı.
''Kimse 18 yaşına girerken eski bir elbise giymemeli. '' dedi. Selibe'nin güzel ela gözleri ve koyu kestane rengi saçları vardı. Bu saçlar, istediğinde çok sert görünebilmesinde etkili olabilecek cinsten gür ve uzun dalgalar halinde sırtına kadar uzanıyorken şimdi tam tepesinde toplanmıştı. Onun ince bir eye liner ve rimel sürdüğünü gördüm. Her zaman bakımlı olmayı severdi. Boynunda, Onu ilk gördüğüm günden beri hiç çıkartmadığı kar tanesi kolyesi vardı. Işıl ışıl bu kolyenin altın ya da gümüş olmadığını söylerdi kim sorsa. Ama çok değerli bir şey gibi görünüyordu ve yıllardan beri o muhteşem parlaklığını asla yitirmemişti. Gözlerimi bu ışıltıdan zorla ayırıp Selibe'nin uzattığı karton çantaya baktım.
''Bu ne?''
''Aç, bak hadi. '' Karton çantayı alıp açtığımda içinden 4 tane paket çıktı. Parlak hediye kağıtlarına sarılmışlardı. Bir tanesi diğerlerine göre oldukça büyüktü. Selibe'ye baktım. Heyecanlı gibi bir hali vardı ve gülümsüyordu.
''Bunlar hediye mi Selibe? '' dedim.
''Aslında hayır. Hediyemi sonra vereceğim. Bunlar zaten senin. '' Anlamadan Ona baktım.
''Hadi... Açsana! '' Merakla en küçük paketi yırtarak açtım. Sabun köpüğü gibi yumuşacık dantelden beyaz bir sütyenle külot takımıydı ki; bugüne kadar giydiklerimle uzaktan yakından ilgileri yoktu. Bunlara dokunmak bile harika bir şeydi.
''Çok pahalı olmalılar. '' dedim. Selibe gülümseyerek diğer paketleri işaret etti. Diğer paketten uzun, içi yünlü vizon rengi bir çizme ve kalın bir külotlu çorap çıktı. Şaşkınlıkla sordum:
''Tamam Aralık ayındayız ama sence bu çizmeler fazla değil mi? ''
''Devam et sen. '' dedi Selibe. Diğer küçük paketi açmaya başladım. En büyüğünü en sona bırakmak istiyordum. Bundan uçuk mavi, üzerinde parlak taşlardan ay, yıldız ve küçük kuş motifleri işli yünlü bir elbise çıktı. Ayağa kalkıp elbiseyi üzerime tuttuğumda, ince yünlü kumaş ışıl ışıl bir şelale gibi aktı. Çizmelerimi göstermeyecek kadar uzundu.
''Bu... Çok güzel bir şey Selibe. Ben...''
''Son paketi de aç. '' Elbiseyi yatağın üzerine bırakıp büyük paketi merakla açtım. Uzun, çizmelerin renginde bir kürk çıktı. Kaşlarımı çatarak:
''Benim kürk giymeyecek kadar... '' diye cümleye başlamıştım ki:
''Elbette gerçek kürk değil. '' dedi Selibe. Kürk uzun bir manto şeklindeydi ve kocaman da bir kapşonu vardı. Elimde tutmak bile kollarımı ağrıtmıştı.
''18 yaşıma girince yurttan çıkartılacağımı biliyorum ama sanırım beni geri dönmemem için bir dağın tepesine bırakacaksınız. Bütün bunlar ne demek oluyor? '' dedim espri yapmaya çalışarak.
''Hepsini açıklayacağım ama arkadaşların aşağıda seni bekliyorlar ve herkes çok aç. Hemen giyin.'' dedi Selibe elbiseyi uzatarak. Ona inanamayarak baktım.
''Bunu giymemi istemiyorsun değil mi? '' dedim.
''18 yaşında yeni bir şey giymelisin. Hadi acele et. Daha saçını tarayacağız. ''
''Ama herkes bana gülecek Selibe. '' dedim ağlamaklı bir ifadeyle.
''Kimse gülmeyecek. Hadi çabuk ol. İç çamaşırlarıyla çoraplarını da giy. '' Selibe giyinmem için arkasını dönerken ben şaşkınlıkla elbiseye bakıyor ve aşağıda bekleyen arkadaşlarımın mütevazi kılıklarını düşünüyordum. Ama Selibe bir şeye karar verdiğinde, Onu o karardan döndürmek çok zor bir şeydi. Önce iç çamaşırlarını giyip aynada kendime baktım. İlk kez böyle bir şey giyiyordum ve kendimi bambaşka hissediyordum. Sonra çorabı ve elbiseyi giyip bir kez daha aynaya baktım. Selibe elinde fırçayla yaklaştı. O saçlarımı tarayıp incilerle örüp şekilden şekle sokarken kalbim çarpıyordu. Sonunda işini bitirdiğinde, aynadan bana bakan kadını tanıyamadım.
''Biraz abartılı oldu sanki. '' dedim.
''Kime göre? '' dedi Selibe. Ona karşı gelmek zordu ve ben de eski elbisemdense bununla doğum günümü kutlamayı istiyordum. Hiç böyle güzel şeyler giymemiştim ve görecek olanlar da sadece birlikte büyüdüğüm arkadaşlarımdı. Gülümseyerek:
''Peki. '' dedim. Kapıya doğru ilerlerken başıyla kürkü işaret etti.
''Ona ihtiyacım yok. '' dedim.
''Olsun, sen al yanına. '' dedi. Aldım, neden aldığımı bilmeden. Selibe çıkmadan önce bileğimden tuttu.
''Belki de odana bir teşekkür etmelisin. '' dedi.
''Odama mı? '' dedim. ''Neden ama? ''
''Bunca yıl senin odan olduğun için... Artık bir çocuk değilsin. '' dedi Selibe. Gözlerinde garip bir anlam vardı ve bu bakışı hiç unutmadım.
''Seni seviyorum odam. '' dedim. ''İçinde yaşadığım bütün güzellikler ve beni sarıp sarmaladığın günler için teşekkür ederim. ''
''Bu güzeldi. '' dedi Selibe. Aşağıdaki büyük salonda çok güzel bir masa hazırlanmıştı. Diğer herkesin doğum gününde olduğu gibi, salon süslenmişti. Yalnız üzerimdekiler herkesi şaşırtmış bazılarında da kıskançlık yaratmıştı. Bunu bakışlarından anlamış ve üzülmüştüm. Tina ve Layla ise bu değişik halime bayılmışlardı. Durmadan ne kadar güzel olduğumu söylüyorlardı. Yemeklerimizi bitirdikten sonra bembeyaz pastam geldi. Üç katlıydı. Kalabalık olduğumuz için pastalarımız hep birkaç katlı olurdu. Buna alışmıştık. Selibe pastaların üzerine mutlaka doğum günü olan kişinin fotoğrafını koydururdu. Benim pastamda ise bir kış manzarası vardı. Büyük bir şato, kardan beyaza bürünmüş ağaçlar ve muhafızlar... Bu garibime gitse de bir şey söylemedim. Pastayı kestik ve hediyelerimi aldım. Saat 23.45 olmuştu. Tina ve Layla hareketli müziğe uyarak diğerleriyle dans ediyorlardı. Bana bakarak el salladılar. Ben de gülümseyerek el salladım.
''Buraya gelsene. '' diye bağırdı Tina. Tam kalkmış yanlarına gidiyordum ki; salonun kapısından bana bakan Selibe'yi gördüm. Eliyle gel işareti yaptı. Dışarı çıkmadan önce gözüm saate ilişti. 23.50'ydi. Çıkınca ilerleyen Selibe'yi gördüm. Yurdun dış kapısı aralıktı ve dışardan içeriye bir parlaklık geliyordu. Selibe'nin elinde kürküm vardı. Merakla arkasından ilerledim. Kapıya ulaşınca dönüp bana baktı. Heyecanlı görünüyordu. Kapıdan çıktı. Ben de arkasından... Ve o an karşımdaki şeye inanamayarak baktım. Araba gibi, ışıklı bir oda gibi değişik bir şey duruyordu kapının önünde. Bir vagon da diyebilirdik. Camlarından dışarıya ışıklar taşıyordu. Mavi rengin üzerinde beyaz pırıltılı aylar, yıldızlar ve kuş motifleri vardı. Aynı elbisemde olduğu gibi. Altına bakınca, tekerlekleri olmadığını, bunun bir kızak olduğunu gördüm. İki kanatlı kapı açıldı ve içeriden mavi üniformalı iki asker indi. Bir tanesinin beyaz şapkasında Selibe'nin kolyesi gibi kar tanesi vardı. Diğerininkinde ise bir kuş. Kar taneli şapkalı olan bir reverans yaptı:
''Hazırız Dora Bige. '' dedi. O anda ağzımın şaşkınlıkla açık olduğunu fark edip kapattım. Selibe'ye baktım.
''Hoş geldiniz Kumandan Özmen. '' derken kızardı.
''Hoş bulduk Suna Bige. '' dedi kumandan Özmen. '' Yalnızca 5 dakikamız kaldı. '' Duyduğum garip şeylerden bir şey anlamıyordum. Kumandan Selibe'ye önce Dora Bige, sonra da Suna Bige demişti ve ne için 5 dakikaları kalmıştı anlamamıştım. Selibe benim ellerimi tuttu.
''Sana bunları daha önce anlatamazdım. Her şey çok ani gelişti ve sen 18 yaşındasın. Sana buraya nasıl geldiğin ve ailenle ilgili anlattıklarımızın hepsi yalandı. Bunu seni korumak için yaptık Dora. '' dedi.
''Dora mı? '' dedim şaşkınlıkla.
''Evet. Gerçek adın Dora. Buralardan çok uzak bir yerdeki Kış Ülkesinin prensesisin Dora. Sakın sözümü kesme. '' dedi ağzımı açtığımı görünce. '' 24.00'de burada olmaman lazım. Yoksa kapılar kapanır. Sana her şey anlatılacak. Seni çok güvendiğim iki kişiye emanet ediyorum. Onlara her şekilde güvenebilirsin. Kraliçe öldü ve artık Prenses olarak Kış Ülkesinin başına sen geçeceksin. ''
''Ben bunu istemiyorum. '' dedim ağlayarak.
''Ağlama. Buna mecbursun. Eğer gitmezsen seni bulup öldürürler. Kimler diye sorma, açıklayacak vakit yok. ''
''Yanıma hiçbir şey almadım. '' dedim ağlamaya devam ederek.
''Gideceğin yerde her şeyin olacak. ''
''Ya Tina ve Layla. Lütfen Onları da götüreyim. '' dedim.
''Bu mümkün değil. '' dedi Selibe ve bana sarıldı.
''Sadece 2 dakikamız kaldı. '' dedi Özmen.
''Gitmek istemiyorum. '' diyerek daha kuvvetli ağlamaya başladım.
''Götürün Onu. '' diye bağırdı Selibe kürkümü kuş şapkalı askere vererek. Yüzüne baktığımda Onun da ağladığını gördüm. Özmen ve diğer asker beni kollarımdan tutup tüy gibi kaldırıp arabaya sokarken Selibe:
''İşlerimi halledince geleceğim. Lütfen güçlü ol Dora. '' diye bağırdı. Çırpınışlarım arasında vagona bindirildim. Kapı kapandı ve camı yumruklarken dış kapıdan dışarıya çıkan şaşkın yüzlü Tina ve Layla'yı gördüm. Seslerini duyamasam da, adımı bağırdıklarını tahmin edebiliyordum. Gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştırırken çok garip bir şey oldu. Selibe ve arkadaşlarım aşağıda kaldı. Vagon havalanmıştı. Kumandan Özmen bana:
''Lütfen Ece'm, her şey çok iyi olacak. Üzülmeyin. Size söz veriyorum. '' dedi. Şaşkınlıkla altımızda, bir fındık tanesi gibi küçülen şatoya bakarken sustum. Vagon iyice yükseldi, yükseldi ve gece göğünde etrafımız simsiyah olana kadar ilerledi.
''Bana bir açıklama yapacak mısınız?'' dedim artık gözümde yaş kalmayınca. Daha fazla ağlayamıyordum. Camdan görebildiğim tek şey; uçsuz bucaksız bir karanlıktı. Uçan bir vagonun içindeydim. Evet, bunu bizzat görmüştüm ama vagon bir tüy gibi hafifti sanki ve hiç sarsılmıyordu.
''Lütfen kürkünüzü giyinin Ece'm. '' dedi Özmen. Kızgınlığımdan bir köşeye büzülmüş ağlamış, üşümeme rağmen kürkü giymemiştim. Ama inatlaşacak durumda değildim. Yukarıya yükseldikçe hava inanılmaz soğumuş, camlar puslanmıştı. Ağır hareketlerle kürkü aldım. Özmen çabucak yanıma gelip giyinmeme yardım etti ve cebinden çıkarttığı lacivert bir eldiveni uzattı.
''Elleriniz buz gibi olmuştur. Şimdilik bununla idare edin. Suna Bige eldiveni unutmuş sanırım.''
''Neden Selibe'ye Suna Bige diyorsun? Yoksa Onun adı da mı yalandı? '' dedim hınçla. Özmen utanmış gibi önüne baktı.
''Bize kızgın olmanızı anlıyorum Ece'm ama her şeyi öğrendikten sonra bizi anlayacaksınız. '' dedi.
''Neden anlatmaya hemen başlamıyorsun? Arkadaşlarımla dans etmeyi hayal ederken, adımın aslında Dora olduğunu ve bir prenses olduğumu öğrendim. Aptal, vagondan bozma bir aletle gökyüzüne gönderildim. Hem de hiç tanımadığım iki insanla... Bugüne kadar annem gibi sevdiğim kadının bir yalancı olduğunu öğrenmem de cabası. Ne söylersen size hak vereceğimi doğrusu merak ediyorum.'' Konuşmamın sonuna doğru bağırmaya başlamıştım. Aradaki bölme açıldı ve diğer asker bana baktı. Ses tonumu düşürdüm.
''Lütfen bana neler olduğunu anlatır mısınız? '' dedim. Özmen birkaç saniye düşündü.
''Aslında siz Kış Ülkesi'nde doğan asil bir çocuksunuz. Anneniz ve babanız ölünce... ''
''Çok güzel. '' diyerek alaycı ama sahte olduğu her halinden belli olan bir kahkaha attım. '' Orada da kimsesizim yani. ''
''Ne yazık ki! Seni de öldürmek istediler ve biz seni kaçırıp adını değiştirip bir yurda yerleştirdik. Selibe de seni korumakla yükümlüydü. 29 yaşına geldiğinde tahta çıkacaktın. Ama şimdiki Ece'mizin zehirlenerek ölmesi üzerine sizi ülkeye götürmek üzere geldik. Çünkü artık Ece'miz sensin. '' dedi Özmen.
''Ben bir ülke yönetmekten ne anlarım? '' dedim şaşkınlıkla.
''Elbette danışmanlarınız olacak ve sana yardım etmek için hayatını feda edebilecek bir sürü askeriniz de... ''
''Bu askerlerin benden önceki Ece'ye bir faydaları olmamış anlaşılan. '' dedim. Özmen kızardı.
''Kendisi aşık olarak bazı güvenlik durumlarını gevşetti. Bunda bizim bir suçumuz yoktu. Onu korumak için ne kadar çabaladıysak, O buna karşı çıktı. ''
''Aşağıda prenses ve kraliçe demiştiniz, şimdi Ece diyorsunuz."
''Evet, o kelimeleri daha kolay anlayabileceğinizi düşündük. '' dedi Özmen.
''Ben Selibe'yi istiyorum. Tina ve Layla'yı da... '' dedim küçük bir çocuk gibi dudaklarımı büzerek. Özmen gülümsedi. Siyah kısa saçları ve gülünce çizgi halini alan çok güzel mavi gözleri vardı. Düzgün burnu ve etli dudakları zarif hatlarını belirginleştiriyordu. Uzun boylu ve inceydi. İçime doğan hissin dudaklarımdan dökülmesini engelleyemedim:
''Selibe'yle aranızda bir şey mi var? '' dedim. Özmen'in yüzü soldu.
''Bunu da nereden çıkarttınız? '' dedi. Dayanamayarak güldüm.
''Anladım: Varmış. ''
''Şu an annenize o kadar çok benzediniz ki! '' dedi genç komutan.
''Annemi tanıyor muydunuz? '' dedim heyecanla.
''Elbette. '' dedi Özmen. ''Aynı size benziyor. Yani benziyordu. Sadece Onun saçları kızıldır. ''
''Bir fotoğrafı var mı gittiğimiz yerde? '' dedim.
''Tabii ki. ''Özmen bana gülümsedi ve Ona güvenebilecekmişim gibi bir his uyandı içimde. Tekrar dışarıyı seyretmeye başladım. Bir yandan da düşünüyordum. Selibe neden daha önce bana küçük de olsa bir şey çıtlatmamıştı?Bir insan böyle büyük bir sırrı 18 yıl boyunca nasıl saklayabilirdi? Tina ve Layla benim böyle önemli birisi olduğumu bilselerdi, kimbilir nasıl da şaşırırlardı. Kendi kendime gülümsediğimi fark edince çabucak Özmen'e baktım ama başka tarafa bakıyordu. İnsanlar ne kadar garip olduklarını düşündüm. Ağlayarak bindiğim bu garip alette şimdi gülüyordum. Camdan yüzüme bir ışıltı vurunca, merakla baktım. Aşağıdaki manzara beni çok şaşırttı. Pırıl pırıl camdan bir şehrin üzerindeydik. Alçalmaya başlamış olmalıydık. Şehir gerçekten çok büyüktü. Kulelerinden ve bütün yapılarından elmaslarla süslenmiş gibi ışıklar yansıyordu.
''Camdan bir şehir. '' dedim.
''Aslında buz. '' dedi Özmen hemen yanı başımdan. İrkilerek Ona baktım.
''Buz mu? Peki nasıl donmuyor insanlar? ''
''Teknik konuları konuşabileceğin birileri de olacaktır. Ama şimdi alçalıyoruz. Seni karşılamak için gelenler olacak. Sakin ol ve bir Ece gibi davran lütfen. Çünkü senin Ece olamayacağınla ilgili tereddütleri olan insanlar da var. '' İster istemez heyecanlandım ve korktum.
''Bana bir şey soracaklar mı? Ama ben hiçbir şey bilmiyorum ki. Lütfen beni geri götürün. ''Korkuyla aşağıya baktığımda, artık çok yakınlaşmış olduğumuzu fark ettim. O ana kadar söze hiç karışmamış olan diğer asker yanıma gelip elimi tuttu ve hafifçe diz çöktü.
''Yüzbaşı Mançu, bundan sonra hayatımı size adayacağıma, sizi ve onurunuzu her türlü tehlikeden koruyacağıma and içerim Ece'm. Lütfen siz dik durun. Kış Ülkesi, siz bunu bilmeseniz de, sizin ana vatanınızdır. Anne ve babanız bu ülke için öldürüldüler. Onların görevini siz devralacaksınız. Mutlaka filmlerde prenseslerin, kraliçelerin nasıl davrandıklarını izlemişsinizdir. Bir piyeste prenses rolü yaptığınızı düşünün. Yarından itibaren, sizi yetiştirmek için birçok danışmanınız olacak zaten. Bu geceyi atlatın yeter. Takıldığınız yerde biz size destek oluruz.'' dedi. Genç askerin parlak yeşil gözlerini çevreleyen uzun simsiyah kirpikleri ve simsiyah saçları vardı. Güven verici gülümsemesi içimi ısıttı. Hiç tanımadığım anne ve babam için hüzünlenirken, Onlara layık olmak istedim. Beni hiç tanımayan bu iki asker bana yardım etmek için çırpınırken, benim çocuksu şımarıklıklar yapmam doğru değildi. Tam bunu düşünürken Özmen bana öyle bir şey söyledi ki; o da tuzu biberi oldu.
''Eminim ki, Suna Bige seni gerçek bir prenses kadar güçlü ve düzgün yetiştirmiştir. Kendin gibi olsan bile asil ruhunla bu işi becereceksin. '' Ben gülümserken vagonun yavaşça yere indiğini hissettim. Ve kapısı dışardan açıldı. Her ne kadar Özmen ve Mançu beni hazırlamak için bir şeyler söylemiş olsalar da, tam karşımda gördüğüm kalabalık, şaşaalı ve rengarenk süslü kıyafetler ve ilk anda yüzüme patlayan flaşlar karşısında tam bir salak gibi apışıp kaldığımı itiraf etmeliyim. Karşılamaya gelen kadınlar kadar, erkekler de o kadar süslüydüler ki; kendimi çok sade hissettim. Dişlerimin arasından:
''Bir Ece gibi giyinsem sanırım rolüme daha çok uyum sağlayabilirdim. '' dedim. Mançu gülümseyerek aynı benim gibi dişlerinin arasından cevap verdi:
''Tasalanmayın Ece'm, sizinkisi seyahat elbisesi. Parti için üstünüzü değiştireceksiniz.''
''Parti mi? '' diye bağırdığım anda sarışın bir çift tam karşımda durarak ellerini uzattı.
''Biz KONÇUYLAR hoş geldiniz demek isteriz. '' dedi adam. Açık sarı saçları ve açık yeşil gözleriyle şaşılacak derecede birbirlerine benzeyen çifte bakarken, elimi hangisine uzatacağımı düşündüm bir an. Sonra kadına uzatıp:
''Onur duydum. '' dedim. Eğilmemeye ve dik durmaya özen göstermiştim. İkisinin yüzünde de bariz bir bozulma gördüm. Bu ikisinden hiç hoşlanmamıştım. Onlar geriye çekilirken, uzun simsiyah saçları dalga dalga omuzlarından aşağıya dökülen sarı elbiseli genç bir kadın gelip iki elimi tuttu. Çok sıcak bir gülümsemesi vardı.
''Sizi gördüğüme çok mutlu oldum Dora Bige. '' dedi. Bana sarılmasına izin verdim. Ondan hoşlanmıştım. Sonra kızıl saçlı bir karısı olan toparlak bir adam, ikiz kardeşler ve sayamadığım kadar insanla tanıştıktan sonra üzerimi değiştirmek üzere yanlarından ayrıldık. Aslında uykum gelmişti ve yaşadıklarımdan sonra yorgundum da ama anladığım kadarıyla bu partiye katılmam gerekiyordu. Kalabalıktan uzaklaşınca çevremi incelemeye başladım. Geniş ve uzun bir camdan koridorda ilerliyorduk. Önümüzde, koyu mavi üniformalarıyla dört asker, iki yanımda Özmen ve Mançu ve arkamda da dört asker...
''Bu kadar güvenliğe gerek var mı? '' dedim.
''Bu sizin ilk gününüz ama evet; korumasız gezmemeniz gerekiyor. '' dedi Özmen asansörün kapısını açarken. Asansörün içi, küçük bir oda kadardı. Hepimiz birlikte bindik.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL