Kalbe Düşen İkindi – Manevî Deneme / Tasavvuf Sohbetleri / Aşk
Dünya, kimi zaman sevdiklerimizle, kimi zaman korktuklarımızla sınandığımız bir imtihan yeridir. Bu eser; kıssalar, menkıbeler ve sohb...
Ertesi gün Mehlika hâlâ kendine gelemedi. Yatakta dönüp duruyor, gözlerinden dinmek bilmeyen yaşlar süzülüyordu. Odasının köşesinde kırmızı duvak, bohçalardan ayrılmış ve yere serilmiş hâlde duruyor; sessiz bir ağıt gibi evin sessizliğine karışıyordu. Mehlika, her nefesinde kalbindeki boşluğu hissediyor, gözlerini kapatıyor ama acı, gönlüne dolan bir fırtına gibi esiyordu.
Annesi yanına oturdu, titreyen ellerini kızının omzuna koydu ama hiçbir kelime Mehlika'nın içindeki sarsıntıyı dindiremiyordu. Mehlika, "Neden… neden Mehmet?" diye mırıldanıyor; dudakları neredeyse fark edilmeyecek kadar kısık, ama yüreği bütün evreni sarsacak kadar acılıydı. Gözlerini açmaya çalışıyor ama dünyası hâlâ bulanıktı; sanki her an yeniden bayılacakmış gibi titriyordu.
İki gün geçti. Mehlika hâlâ yataktan çıkamıyor, annesi onu odasında gözetiyordu. Küçük sessiz adımlarla odasına girip çıkıyor, yanına yaklaşıp su veriyordu; ama Mehlika'nın gözlerindeki boşluk, hiçbir şeyin telafi edemeyeceği kadar büyüktü. Her köşeye baktığında mutfakta, salonda, evin her yerinde bir eksiklik hissediyor; kalbindeki o kırık her nefeste daha da derinleşiyordu.
Üçüncü gün bir dostundan Mehmet'e haber saldı: "Seni çınar ağacının altında bekliyorum… Tıpkı eski günlerimizdeki gibi." Ardından oraya gidip bekledi. Ama Mehmet gelmedi. Güneş yavaşça batarken, Mehlika yalnız kaldı; gözleri yaşlı, kalbi kırık, eski günlerin hatırasıyla baş başa kaldı.
Her adımı bir öncekinden daha yavaş, daha titrek… Virane bir hâlde yürüyordu. Yolda, eğer Mehmet'le karşılaşsa, Mehmet anında yolunu değiştirip, hızlı adımlarla Mehlika'nın gözlerinin önünde kayboluyordu. Düşüncelerinde hep aynı soru dönüyordu: "Neden, Mehmet… Neden böyle yaptın?" Kendi kendine mırıldandığı her cümle sessiz bir haykırış gibiydi; her nefesi acı dolu bir itiraf, her bakışı kaybolmuş bir umut.
Mehlika, çınarın altında birkaç açıklama cümlesi bekliyordu; sadece birkaç kelime, belki bir özür, belki bir sevgi sözü… Ama Mehmet gelmiyordu. Boşluğa bakarken gözlerinden yaşlar akıyor, dudakları titriyor: "Ben sana ne yaptım, Mehmet, sevmekten gayri…" O an dünya sanki onun etrafında durmuş, yalnızca Mehlika ve kalbindeki kırık bir melodinin sesi kalmış gibiydi.
Evine dönerken, her adımı ağır, her nefesi hıçkırıklarla doluydu. Evin sessizliği, Mehlika'nın içindeki yıkılmışlığı daha da derinleştiriyordu. Yorgun, perişan ve gözyaşları içinde, sadece bir dua ediyordu: "Allah'ım… Bu acı ne zaman diner, bu kırık kalp ne zaman iyileşir?"
Ertesi gün yine çınarın altında, aynı umut ve beklentiyle bekledi. Mehmet yoktu. Bir sonraki gün, bir gün daha… Her seferinde aynı hayal kırıklığı, aynı boşluk. Camiden her ezan sesi yükseldiğinde, Mehlika'nın hıçkırıkları daha da keskinleşiyor, yüreğindeki acıyı daha da derinleştiriyordu.
Ertesi gün güneş bile ağır ağır yükseliyordu, sanki gökyüzü de Mehlika'nın içine düşen hüzünle yavaşlamıştı. Mehlika, yatağında dönüp duruyor, gözlerini aralayacak cesareti bulamıyordu. Her nefesi hıçkırıklarla boğuluyor, kalbi her atışında yokluğun acısıyla yanıyordu. Yorganın altında, karanlık ve sessizliğin içinde, sadece kendi kırık mırıldanışları yankılanıyordu. Kendi melodisiyle inletiyordu içini.
"Gözlerimde kanlı yaşlar Hasretin bağrımda kışlar Başa geldi olmaz işler Yokluğundan öldü gönlüm…"
Mehlika, kıpırdayacak gücü kendinde bulamayarak yataktan kalktı. Gözleri sönük, omuzları çökmüş, ayakları ağır adımlarla yere basıyordu. Her gün aynı saatte, aynı yerde, eski günlerin hatırasıyla çınar ağacının altına gitmeye başlamıştı. Gözyaşları hiç kurumuyor, yanaklarından sessizce süzülen yaşlar toprağa düşüyordu; her damla, yüreğindeki kırgınlığın ve özlemin bir işaretiydi. Rüzgâr, yaprakların hışırtısıyla birlikte onun sessiz bekleyişine eşlik ediyor, ama hiçbir şey geçmişin sıcaklığını geri getiremiyordu.
Her gelişinde, kalbi titreyerek uzak sokaktan gelen adımları dinliyor; belki o adımlar Mehmet'inki diye umut ediyordu. Ama Mehmet, uzaktan onu gördüğünde, göz göze gelmemek için hemen yönünü değiştiriyor, adımlarını hızlandırıyor; sanki görünmez olmaya çalışıyordu. Mehlika'nın kalbi her defasında bir taş gibi sarsılıyor, bir anda nefesini daraltan bir boşlukla doluyordu.
Her sorusunu boşluk yutuyor, cevap yoktu. Kalbi, keder ve çaresizlikle çırpınırken, Mehlika kendi yalnızlığında boğuluyordu. Yorgun ve perişan, evin sessizliğinde yavaş yavaş oturup gözlerini kapadı; bir yandan umutsuzca bekliyor, bir yandan kırık bir melodiyle içini yakıyordu.
"Hasretinle yandı gönlüm Yandı yandı söndü gönlüm Evvel yükseklerden uçtu Düze indi şimdi gönlüm…"
Mehlika'nın her gün çınar ağacına gidip gelmesi, gözyaşlarının hiç dinmemesi, çevresindekilerin dikkatinden kaçmıyordu. Annesi, kızının odasına girdiğinde yıkılmış hâli, gözlerindeki sönük parıltı ve dudaklarındaki sessiz mırıldanmalar karşısında nefesi kesiliyor, kalbi paramparça oluyordu.
"Mehlika… neden böylesin yavrum, hadi toparlan?" diye soruyordu, ama sözler yetmiyordu. Kızının gözlerindeki boşluk, kelimelerin anlatamayacağı kadar derindi. Küçük kardeşi arada yanına geliyor ablasının alnına bi öpücük kondurup çıkıyordu.Babası, sessizce omzuna dokunuyor, çaresizliğiyle ellerini ovuşturuyordu; her bakışıyla "Nasıl yardım edebilirim ki yavrum sana?" diye soruyor ama yanıt alamıyordu.
Bu halini gören annesi ve babası endişeyle birbirine baktılar. Artık tek çareyi anlamışlardı: Mehlika'nın mutlaka bir hekime muayene olması gerekiyordu.
Arkadaşları da fark etmişti. Zeynep, en yakın dostu olarak Mehlika'nın elini tutuyor, hafifçe sarsıyordu: "Sen güçlü bir kızsın Mehlika, iyi olacaksın."
Herkese susan Mehlika bir tek Zeynep'e konuştu. "Güçlü Mehlika Mehmet'e yenik düştü," dedi fısıltıyla. "Zeynep," dedi kırgın bir ses tonuyla, "ölüyorum Zeynep, iyi olacak mıyım?"
Bu çaresiz ses tonu Zeynep'in canını yaktı. "Tabii ki iyi olacaksın Mehlika'm. Ahh canım Mehlika'm. Sadece birazcık zamana ihtiyacımız var. Ben hep yanında olacağım arkadaşım," dedi ve sıkıca sarıldı Mehlika'ya. O sırada minareden ezan sesi duyuldu. Mehlika sese kulak verdi. Bu ses Mehmet'in değildi. Zeynep'e döndü: "Bu ses Mehmet'in değil Zeynep, Mehmet iyi mi? Bu ses onun değil…"
"Hâlâ onu düşünüyorsun, merak ediyorsun. Bırak artık şunu Mehlika, seni hak etmiyor o," dedi sitemli ses tonuyla Zeynep.
"Yoo, yoo… deme öyle… Ona bir şey olmasın," diyerek Mehmet'in evine gitmek istedi. Zeynep ona engel olmaya çalışsa da başarılı olamadı. Mehlika kendini birden Mehmet'in kapısında buldu ve kapıya dayandı. Kapıyı biraz hızlı vurdu; açan olmadı. Tekrar vurdu… Kapıyı orta yaşlı bir adam açtı.
"Mehmet…" dedi Mehlika hayal kırıklığıyla.
Kapıyı açan adam, Mehmet hocanın buradan taşındığını söyledi. Mehlika'nın dizlerinin bağı çözüldü. Ve bir kez daha yıkmıştı Mehlika'yı Mehmet. "Bana veda etmeden mi? Bir hoşçakal da mı çok gördü? Ben sana ne yaptım, kurban neden beni seçtin?" diye inletti sokakları sessizce. "Bir kelâm zor muydu Mehmet, tek bir kelâmı da mı hak etmedim? Ölüyorum Mehmet, ölüyorum," dedi ve çınar ağacına yönünü çevirdi.
Ve Mehlika… Her gün, çınarın gölgesinde otururken, umutla ve acıyla Mehmet'in gelmesini beklemekten vazgeçemiyordu. Ama Mehmet gelmiyordu.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.