AP AZİZ DEDE
( Yedioluk'tan Doğan Işık )
Roman
Hüseyin TURHAL
Anadolu coğrafyası, yüzyıllardır sadece toprak değil, aynı zamanda inançların, sırların ve erenlerin nefesini de taşır. Bu topraklarda yetişen her bilge, her Dede, birer manevi ışıktır. Adıyaman’ın yü...
Çelikhan’ın sarp ve yeşile çalan yamaçları arasında, Bulam Beldesi, Ağuçan Ocağı'nın yüzlerce yıllık nefesini taşıyordu. Bu nefes, aynı zamanda Ehlibeyt'in kutlu silsilesinden gelen, Hakk’ın nurunu taşıyan bir sırra sahipti. Takvimler, Aziz Dede’nin ocağa düşeceği o mübarek yılı gösterirken, babası Ağuçanlı Hasan Efendi, ruhunda büyük bir ağırlık hissediyordu. "Bu çocuk," derdi Hasan Efendi, omuzlarında taşıdığı deyişlerin yankısıyla, "hem zahiri hem de batıni yolu birleştirecek. Ama yolunu kendi bulacak. Ne şöhret sevecek, ne de mal mülk." Aziz, daha küçük bir çocukken bile yaşıtlarından farklıydı. Gözlerinde, dağların arkasındaki ebedi bir hakikatin yansıması vardı. Oyunlarına katılmak yerine, ocağın avlusunda saatlerce oturur, dedelerin sohbetlerini dinlerdi. Dinlediği her kelime, ruhunun tarlasına atılan bir tohumdu. O tohumlar, zamanla, ona atalarından miras kalan en büyük kerametin kapısını açacaktı: Ağuçan sülalesinin zehir içenlere dair efsanevi gücü. Onu en çok çeken şey ise, Hasan Efendi’nin duvarda asılı, gövdesi dut ağacından yapılma üç telli curasıydı. Cura, ocağın yoksul ama onurlu halini, yüzlerce yıllık aşkın ve haksızlığa karşı direnişin sesini taşıyordu. Bir ikindi vakti, Hasan Efendi cemaatle meşgulken, küçük Aziz, parmak uçlarında yürüyerek curanın yanına yaklaştı. Cura, ona sanki bir dost gibi gülümsüyordu. Ellerini tellere değdirdi. İlk başta çıkan ses, acemi ve cılızdı. Ama Aziz’in ruhu, o cılız seste “Eline, diline, beline sahip ol” düsturunun ilk tınısını duydu. İkinci denemesinde, tellere dokunuşu daha bir bilinçliydi. Mızrabın dokunuşuyla çıkan ses, ocakta yankılandı ve derin bir Alevi-Bektaşi nefesi taşıyordu. O ses, koca dağların arasında, küçük bir çocuğun ruhundan kopan; insanı sevmeyi ve iyilik yapmayı fısıldayan bir yemin gibiydi. Hasan Efendi, sohbeti kesip odaya girdi. Oğlunun elinde curayı ve gözlerindeki o derin, bilge ifadeyi gördü. Öfkelenmek yerine, tebessüm etti. "Aziz'im," dedi, sesi şefkat doluydu, "O üç tel, sana üç kapıyı açar. Hakk'ın hizmetkârı olursun, şöhretin değil." Aziz Dede, o gün, bir zahitliğe adım attığını henüz bilmiyordu. Yalnızca, elindeki curanın tınısının, onu, doğduğu yeri terk edip gurbete, yani kendi batıni yolculuğuna çıkaracak ilk davet olduğunu hissetmişti. Çünkü bilgelik, bazen ait olduğu yeri, öğrendiklerini dağıtmak için terk etmeyi gerektirirdi. Ve Aziz Dede, atalarından gelen o büyük emaneti, Çelikhan'ın dar vadilerinde saklayamayacağını, ruhuyla çoktan anlamıştı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.