25
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3168
Okunma

-" Bir adamın, kendi anne ve babasına sövmesi büyük günahlardandır." Ashâb:
-" Ey Allah’ın Resulü! Bir adam kendi ebeveynine sövebilir mi? " dediler. Efendimiz (s.a.v.):
-" Evet, o, bir adamın babasına söver de o da onun babasına söver. Anasına söver de bu da onun anasına söver " buyurdu (Müslim c. 1, s. 65).
Bu Hadisi Şerif ışığında günümüze baktığımızda aslında çok yaptığımız bazı şeylerin bize nasıl döndüğünü / döneceğini görmememiz mümkün değil.
Öncelikle, eleştiri ile hakareti hatta küfrü birbirinden çok âcil olarak ayırmamız gerekiyor!
Dünyanın hiçbir medenî ülkesinde “ sınırsız özgürlük “ diye bir kavram, anlayış ve uygulama olmadığını bilmeyenimiz yoktur zannediyorum. Hakaret etme ve küfretmeyi özgürlük bahsinde ele almak , kişiye bir hak olarak vermenin çok daha büyük haksızlıklara ve kaosa neden olacağını söylemek kâhinlik olur mu?
Referansını ister inançlarından isterse diğer evrensel değerlerden alsın her insan yaşadığı toplumun kabul ettiği hukuku ve günden güne değişim gösterse de etik değerleri yok saymak, tanımamak lüksüne sâhip midir? Elbette her hukuki anlayış çok doğrudur tezini savunmak mantıklı ve gerçek bir tespit değildir ama memnuniyetsizliğin giderilmesinin yolu isyan, hakaret, tanımama değil demokratik haklar çerçevesinde etkin bir mücadeleden geçmektedir galiba. Eğer ülkemizdeki siyasi partiler bizi temsil ediyorsa bizim taleplerimize cevap vermeye onları zorlamayı denememiz gerekmez mi öncelikle? Bir kısmımız kendi anlayışına yaptıramadıklarının hırsını ve öcünü diğer bir anlayıştan çıkarmaya çalışırsa ortaya gülünç ve haksız bir fotoğraf çıkmaz mı?
Yıllardır sitemizdeki şiir ve yazıların içeriklerine dikkat ederim. Bazen şahısları, bazen futbol kulüplerini, bazen yönetimi ve yöneticileri, bazen diğer ülkelerin yöneticilerini ve siyasi anlayışlarını hedef alan eleştiri sınırlarını aşıp hakaret hatta küfre varan söylemler görürüm. Bu belki bir rahatlama yöntemi olarak düşünülebilir ama bizim hakaret ve küfrettiğimiz kişilere taraf olan veya sempati duyan insanların bu sözlerimizden ne kadar incindiğini hiç hesap ettik mi? Ya, etki – tepki bağlamında “ ..ben de senin… “ diye bizim duyduğumuz ya da duymadığımız bir karşılığın bize de döndüğünü / döneceğini?
Özellikle, ayakları bir Avrupa ya da Türkiye dışındaki bir ülkede olan arkadaşlarımıza sormak isterim:
-Yaşadığınız ülkenin Başbakanına, bir bakanına, bir bürokratına ya da sıradan bir vatandaşına özgürce ve rahatça küfredebiliyor musunuz?
Eğer orada bu küfür hakkı var ise ülkemizde de bunun olması için bir mücadele başlatmayı düşünebiliriz elbette (!). Ne var ki, beş yıl on yıl sonra bugün karşı olduğumuz siyasi iktidarın yerini bizim desteklediğimiz siyasi iktidarların alacağını da hesap ederek!
Ulemanın : “ - Ataşe dayanabildiğiniz kadar günah işleyin “ sözüne “ Camdan evde oturanlar başkalarına taş atmamalıdırlar. “ sözünü de ilave ederek bu konuyu bir daha düşünmemiz gerekiyor galiba.
Etrafımızda çok iyi taş atanların olduğunu hepimiz iyi biliyoruz!
Elbette eleştireceğiz!
Kendimizden başlayıp ailemizi, mahallemizi, yaşadığımız çevreyi, siyasi partileri, iktidara gelenleri, vazifesini düzgün yapmayanları, dini kullananları ve istismar edenleri…
Ama, eleştiriyi hakaretten ayırarak!
Millet olarak çok alışık olmasak, pek hoşlanmasak da eleştiri mutlaka ve mutlaka yapılması gereken en büyük yaptırımdır bana göre. Onun da altyapısı, donanımı ve bilgi – belge ile desteklenmesi gerekir ki; hurafeden, duyumdan, dedikodudan ve kahve- sokak edebiyatından ayrı bir yeri olup ciddiye alınsın.
Bizler; edebiyata, şiire gönül veren, farklı olduğumuzu düşünüp aydın olma vasfımızı ön plana çıkaranlar olarak ( böyle bir iddiamız var çünkü ) galiba biraz daha dikkatli olmak zorundayız. Sokağa çıkmaya, sosyal bir tepkiye ya da protestoya, bizim gibi düşünmese de haklı gerekçeleri için hak arama mücadelesi verenlerin yanında olmaya üşenip ya da korkup kurusıkı atmayı alışkanlık edindiğimizde korkarım ki Edebiyat Defteri yönetimin başını belaya sokmaktan öteye geçemeyeceğiz.
Herhangi bir dergide, gazetede bu ağır hakaretleri paylaşmamıza izin veriyorlar mı?
Kendi özel sitelerimizde yazabiliyor muyuz?
Karakola çağrıldığımızda, savcılıktan dâvet geldiğinde söylediğimizin arkasında durabiliyor muyuz?
Rivayet edilir ki, “ Nefi’nin ölüm fermanını yazıya geçiren siyahî bir paşaymış. Paşa mürekkebiyle fermanı yazarken aynı esnada kalemin mürekkebi dağılıp kâğıda leke bırakmış. Nef’i yine içindeki nüktedan heccav’a engel olamayarak ‘mübarek teriniz kâğıda damladı paşam’ diyerek âdeta kendi fermanını imzalamıştır.”
………………….
Var mı bu kadar cesaretimiz?
Evet,” - Habib Dağ gençtir, uğraşsın biraz da tecrübe kazansın “ demek de bir yol elbette…
Kolay gelsin Ansızın!