14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1620
Okunma

Yazıya nasıl başlayayım bilemiyorum. Bir noktadan sonra kıvırmam lazım. Çünkü işin içine yine edepsiz kelimeler girecek….Gerçi kıvırma konusunda da fena değilimdir ama aşağıdaki fıkradaki gibi müthiş bir kıvırma yeteneği lazım ki o kadarına maalesef sahip değilim. Her neyse…Önce o fıkrayı anlatayım. ( Ana konuyla hiç ilgisi yok Sadece kıvırma konusunun ne kadar üstün bir zeka gerektiğini anlatıyor fıkra )
Roberto A.B.D de bir alışveriş mağazasının manav reyonunda çalışıyormuş. Bir gün bir müşteri Roberto’dan yarım kivi istemiş. Roberto kibarca adama kiviyi ikiye bölüp veremeyeceğini anlatmışsa da adam ikna olmamış. Başlamışlar tartışmaya..Durum Mağaza müdürünün dikkatini çekmiş ve Roberto’ya doğru yürümeye başlayınca Roberto daha atik davranarak müdürün yanına gitmiş.
-Müdürüm dallamanın biri geldi ille de yarım kivi istiyor
Der demez bir bakmış müşteri ense kökünde … Cümlesini devam ettirmiş.
-Evet Müdürüm dallamanın biri yarım bir kivi istiyor..Bu beyefendi de öteki yarınsı istiyor ne yapmalıyım sizce?
Müdür:
-Müşteri ne istiyorsa ver…
Dedikten ve müşteri gittikten sonra Roberto’ya
-Zekana hayran kaldım. Durumu çok güzel idare ettin. Aferin…Nerelisin sen?
-Brezilya’lıyım efendim.
-Hımmm…Peki Brezilya’da niçin kalmadın?
-Efendim Brezilyada iki şey olabilirsiniz: Ya futbolcu ya da fahişe…Başka hiç bir şey olmanız mümkün değildir.
-Ama benim karım da Brezilya’lı…
-Yaaa öyle mi? Hangi takımda oynuyor?
Anlayacağınız bu sefer ben böyle kıvıramayacağım...Aynen yazacağım…Yine de mümkün mertebe sansürleyerek tabii ki.
Çoook küçüktüm. Henüz yedi yaşlarında…İstanbul’un İçerenköy semtinde ikamet etmekteydik. O zamanlar İçerenköy şimdiki gibi apartmanların , gökdelenlerin yükseldiği modern (!) bir belde değildi.
Yahya Kemal Beyatlı İlkokuluna gidiyordum. Evimizin tam karşısında ve İçerenköy’ün neredeyse tamamında bostanlar vardı. Tabii ki bostanlar biz fırlamaların en önemli ilgi alanlarının başında gelmekteydi. Duvarlar, tel örgüler bizleri kesinlikle durduramazdı. Bostanlarda köpek de olmazdı çünkü iki tane hıyar, üç beş domates için hiç kimse minicik piç kurularının ( yani bizlerin ) yaralanmasını ve babalarımızla davalı durumuna düşmeyi göze alamazdı. Ama karşı komşumuz Aziz Ağa işe bir çözüm buldu sonunda…Önce bostanın çitleri arkasına bir sıra çit daha çekti…iki çit arasına da bir sürü kaz yerleştirdi. Haydi sıkıysa gir şimdi de. Kazlar o testere dişleriyle insanı perişan eyliyorlardı.
Ben ilk okula başladığım sene kardeşim Raci her gün arkamdan ağladı ‘’ ben de okula gideceğim..Abim orada keyif çatarken ben burada sokaklarda sürünüyorum’’ diye..Ertesi sene ise daha ilk ayında ‘’Bir daha okula filan gitmeyeceğim ‘’ diye ağlamaya başladı. Sebep: Öğretmen tahtaya kaldırmış ve ‘’2+2 ne eder?’’ diye sormuş. Bizimki bilememiş..Öğretmen ona biraz çıkışınca da ‘’ Sıkıysa sen yap da görelim ‘’ diye cevap vermiş ve yemiş cetveli kıçına..
Offffff..Ben ne anlatacaktım nerelere daldım.
İşte bu İçerenköy’de bizim evin yakınlarında bir inşaat yapılmaya başlandı…Bizim her zaman mahalle fırlamalarıyla top oynadığımız arsanın önemli bir bölümü inşaat sahası oldu. Müteahhit bu inşaat sahasına bir de bekçi dikti: Laz Hasan
İnşaat sahası tehlikeli olduğu için bizim o sahaya girmemiz yasak. Eğer girersek Laz Hasan fırça yiyor bizim yüzümüzden. Lakin top bu…Namussuz adı üstünde top işte…İkide bir kaçıyor inşaat sahasına…Laz Hasan da bizlere küfürler ederek topu dışarı atıyor ya da bizleri kovalıyor inşaat sahasından.
Artık top mop pek de umurumuzda değil…Yeni eğlencemiz bizzat Laz Hasan’ın kendisi…Onun o Karadeniz şivesiyle yaptığı küfürler öylesine hoşumuza gidiyor ki sormayın gitsin.
Hele bir gün işler paydos olduktan sonra akşam vakti Laz Hasan’ın karısı da inşaata gelip kocasıyla iki saat baş başa kalmaz mı inşaatta…Garibim Laz Hasan tümden ayvayı yedi. Mahallenin fırlamaları aldık Laz Hasan’ı ele… Her gün toplanıp inşaatın yakınlarında koro halinde bağırıyoruz ‘’Laz Hasanla karısı…Azdı gece yarısı…Onlar erdi murada…Bize olsun darısı…’’ Beste tabii ki ağabeylerden…Biz koronun solistleriyiz. Laz Hasan çıkıyor inşaattan ne ana bırakıyor ne avrat, dümdüz gidiyor…Bizim istediğimiz de o zaten.
Bir gün yine Laz Hasan’a önce yaptığımız beste ile birlikte selam ve sevgilerimizi ilettik..Zavallıyı tam anlamıyla deli danalara çevirdik ama az sonra da topumuz inşaat sahasına kaçtı. Çaresiz Laz Hasan’a yalvarıp geri almak mecburiyetindeyiz. Top , Laz Hasan’ın ellerinde ve bizler yalvarıyoruz:
-Hasan Abiiii..Dünyanın en güzel ve yakışıklı abisi, tüm kızların gözbebeği abimiz. Mahallemizin kralı abimiz…Ne olur topumuzu at da maçımıza devam edelim…
Biraz önce Laz Hasanla karısı inşaatta ( O kısmı yazmıyorum)…Kısaca: ‘’ayıp şeyler yapıyorlar’’ diye deli divaneye çevirdiğimiz adamdan şimdi topumuzu istiyoruz; hem de yalakalık yaparak…Laz Hasan ise Frankeştayn ile Hannibal Lechter arası bir gülümseyişle bakıyor bize.
Laz Hasan cebinden bir bıçak çıkardı ve başladı saymaya.
-Ula ben sizin ananızı s..çeyrum olmayi, babanizi s.. çeyrum olmayi, ninenizi s..çeyrum olmayi, dedenizi s..çeyrum olamayi, bacınızı s..çeyrum olmayi….
Ve nihayet bıçağı topa sapladı…
’’TOPUNUZU S..ÇEYRUM OLAYİİİ’’
Tercüme edelim. Diyor ki: ‘’Ben sizin, ananızı, babanızı, ninenizi, dedenizi, bacınızı sevgi ve muhabbetle kucakladım olmadı…Ama topunuzu ( Bu top elindeki top da olabilir, ‘’hepinizi ‘’ anlamında da kullanılmış olabilir ya da ikisi birden ) birden kucakladığımda oluyor.
Topunuzu derken ‘’ Hepinizi’’ mi demek istedi, yoksa elindeki o lastik topu mu kast ediyordu onu hiç bir zaman anlayamadık.
Şimdi gelelim bu anı nereden aklıma geldi sorusuna : Sitemiz yazarlarından Yabangülü Gurbet Bacı…( Ben ona Gurbetteki bacım diyorum ) ‘’Utandık…O topu alın veee’’ başlığı altında bir yazı yayınlamış…İşte o yazı bana ilham verdi.
Fenerbahçe- Galatasaray futbol maçından sora her türlü taşkınlığı yapan gözü dönmüş vahşi yaratıklara ben de Laz Hasan gibi diyorum ki: ‘’Ulan sizin ananızı babanızı karıştırmıyorum ama topunuzu s..çeyrum olayiii’’
Yahu birileri beni durdursun artık…Depresyondayım…Frenlerim tutmuyor bu günlerde.