6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1692
Okunma

Hekimoğlu Ali Paşa’nın Tebriz’i geri almasından bir kaç gün sonra Hemedan ve Kirmanşah da Osmanlı Devleti’nin eline geçince Şah Tahmasb yine barış istemek zorunda kaldı.Bu sefer barış isteği bir oyalamaca taktiği değildi. Bu yüzden teklifi kabul edildi. Serasker Ahmet Paşa daha önceden Padişah tarafından -yapılabilecek bir barış için - tam yetkiyle donatıldığı için 10 Ocak 1732 de Şah Tahmasb ile barış masasına oturuldu.
Savaş meydanında tam bir Osmanlı Kartalı olan Ahmet Paşa, barış masasında adeta kuzuya dönüştü. Sanki zaferi kazanan taraf Osmanlı Devleti değil de Safevi Devleti imişçesine Şah ne isterse verdi. Herkimoğlu Ali Paşa’nın tüm itirazlarına rağmen onun bin bir zorlukla ele geçirdiği Tebriz, Kendisinin feth ettiği Kirmanşah, Hemedan, Erdelan, Luristan Eyaletleri İran’a bırakıldı. Buna mukabil Revan,Gence,Nahcivan, Bitlis, Şirvan, Doğu Dağıstan, Kaht Eyaleti Osmanlılara bırakılmıştı.
Adını Osmanlı Seraskerinden alan Ahmet Paşa Antlaşması Şah Tahmasb’ı haddinden fazla sevindirmişti. Zafer kazanmış bir Şah olarak masaya otursaydı bu kadar kazançlı bir antlaşma yapması mümkün değilken mağlup bir şah olarak adeta bir zafer kazanmıştı. İranlılar dahi çok memnun olmuşlardı yapılan antlaşmadan. Hem akan kan durduğu için hem de alabileceklerinin çok daha fazlasını aldıkları için.
Antlaşmadan memnun olanlar gibi memnun olmayanlarda vardı tabii ki. Bunların başında Osmanlı Padişahı I. Mahmut ile İran Afşar Türklerinin başı olan Nadir Han geliyordu. Padişah Acem Şahına hakkettiğinden çok daha fazlası verildiği için, Nadir Han ise Şahın beceriksizliği dolayısıyla kaybedilen savaşlar yüzünden ve yine beceriksiz bir diplomasi izlenerek çok daha fazlası alınabilecekken alınamadığı için hiç memnun değildi bu antlaşmadan.
Ahmet paşa’nın aslında kendisine göre haklı sebepleri vardı ama bu sebepler kabul görmedi. Ona göre İran ile yapılacak bir Antlaşmada Safevi Şah’ına tolerans gösterilmesi, ileride mutlak surette başlayacak olan bir Rus yahut Avusturya Savaşında Osmanlı Devleti’ni rahatlatacaktı. Çünkü İstediğini almış olan bir İran böyle bir savaş zuhur ettiği takdirde Osmanlı’ya duyacağı minnet borcu yüzünden saldırmayacaktı onlarla birlikte. Elbette bu da bir hesaptı ama devletler arası ilişkilerde minnet borcu diye bir şey’in olamayacağını bu Türk Milleti çok acı tecrübeler yaşadıktan sonra öğrenebilecekti ancak.
Acı bir durumdu elbette ama ne yazık ki devletler arası ilişkilerde hiç bir zaman mezara kadar dostluk diye bir şey yoktu…Bunu ancak üç yüz sene kadar sonra görebilecekti Türk Milleti…
1974de tüm dünya kendisine sırtını döndüğünde tek yardımına koşan Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türk askeri için silah ve malzeme yardımı yapmak amacıyla bizzat elleriyle cephane sandığı taşıdığı o görüntüler unutulacak onun yerine 1996 da bir çadırda Türk Başbakanına yaptığı hakaret gelecekti gündeme ve 2011 de kafasına dipçiklerle vurularak linç edilirken linççiler alkışlanacaktı Haçlı Seferi ilan edenlerle birlikte. Yüz yıllar sonra Suriye adını alan topraklarda Hafız Esad ile devamlı düşman olunacak ama oğlu Beşar ile dostluk kurulacak, karısıyla ve kendisiyle yanak yanağa , sarmaş dolaş pozlar verilecek fakat yıl 2012 olduğunda yine Haçlı Seferlerinin baş aktörleriyle birlikte ‘’Suriye’ye savaş ‘’ söz konusu edilecekti. Türkler, hak ve hukukun daima güçlüden yana dönen bir çark olduğunu ancak üç yüz sene kadar sonra anlayabilecekti. Tabii ki bu öğrenmenin bir faydası olacak mıydı orası tartışılır.
Padişah I. Mahmut Ahmet Paşa Antlaşmasından hemen sonra Hekimoğlu Ali Paşa’yı İstanbul’a davet etti.
Ali Paşa 12 Mart 1732 de padişah I. Mahmut’un huzuruna çıktığında Huzur-u Şahanede iki kişinin daha olduğunu gördü. Bunlardan birisi Nur Efşan, diğeri de Sadrazam Topal Osman Paşa idi. Padişah kollarını açarak selamladı Paşasını.
-Hoş Geldin Paşam. Gel de sana bir sarılayım. Cenk meydanlarında yüzümüzü ak eyledin. Allah da senin yüzünü ak eyleye.
-Allah’ın inayeti ve Padişahımız Efendimizin yardımlarıyla olmuştur her ne olmuşsa. Biz sadece vasıtayız Hünkarım.
-Her marifet bir iltifatı gerektirir Paşa…Ben senden razıyım…Allah da razı olsun. Bu andan itibaren sadaret mührü senindir. Senin yerine Erzurum Valiliği ve de Ordu-yu Hümayunumun seraskerliği ise bize çok hizmetleri dokunmuş olan Osman Paşa’ya tevdi edilmiştir. Emanetin olan Nur Efşan Kızımız da kılına halel getirilmeyerek sana teslim edilecektir. İster kızın eyle, ister avradın olarak al, istersen azat et. Gayrı karar sana aittir.
Hekimoğlu Ali Paşa önce Topal Osman Paşa’dan sadrazamlık mührünü aldı. Daha sonra Padişahın elini öptü. Bir hayli yaşlanmış olan Topal Osman Paşa da Padişahın elini öptü ve nihayet Nur Efşan da Padişahın elini öperek üçü birden huzurdan çıktılar.
Dışarıda Topal Osman Paşa Hekimoğlu Ali Paşa’yı kutladı yeni görevinden dolayı. Hekimoğlu Ali Paşa da Topal Osman Paşa’ya yeni görevinde başarılar dileyerek bu yaşlı paşa’nın ellerinden öpmek istedi. Ancak devlet geleneğinde bir sadrazamın kendisinden daha alt rütbede bir paşanın elini öpmesi diye bir gelenek olmadığı için Osman Paşa elini öptürmedi.
Osman Paşa bir an önce Erzurum’a doğru yola koyulmak amacıyla hazırlıklar yapmak üzere eski makamına doğru giderken Nur Efşan ve Ali Paşa sarayın has bahçesine çıktılar. Orada sordu Nur Efşan
-Paşam bundan sonra ne olacak?
-Ne ne olacak Nur Efşan kız?
-Yani beni ne yapacaksınız?
-Sen ne yapmamı istersin?
-Paşam savaş bitti. Benim gönlüm elbette memleketime, anamın, babamın yanına dönmekten yanadır. Ama sizin esirinizim. Kararı siz vereceksiniz.
-Benim kararım dahi senin kararındır. Ancak isterim ki memleketine dönmeden önce bu dünya payitahtı olan İstanbul’u gezip göresin. “Letüftehanne’l Kostantıniyyete, ve le ni’mel emrü zâlike’l emr, ve le ni’mel ceyşü zâlike’l ceyş” Yani: “Kostantiniye, bir gün feth olunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutandır.” Hadis-i şerifinin sırrına mazhar olasın. İster misin sana gezdireyim İstanbul’u? Ondan sonra var git vatanına.
-Siz nasıl münasip görürseniz Paşam. Ancak ve ancak Sarayın pencerelerinden ve bahçesinden görebildiğim bu güzel şehri tanımayı ben de isterim.
-Hem seni birisiyle daha tanıştırmayı düşünmekteyim. Belli mi olur? Bakarsın onu tanıdıktan sonra hiç gitmezsin buralardan
-Kimdir beni tanıştırmak istediğiniz bu zat? Bir er midir yoksa bir hatun kişi midir?
-Bir er kişidir. Gönül dostu bir ilim adamıdır.
-İstanbul’da mı yaşar bu kişi?
-Evet, Karşıda Üsküdar’da yaşar. Molla Ali Osman’dır adı?
-Bizim mollalardan mı?
-Yok değil…Bu sizin mollalardan çok farklıdır. Tanıyınca anlayacaksın zaten.
-Molla ama bizimkilerden farklı, ben de merak ettim bu mollayı.
-O zaman kalıyorsun öyle mi?
-Evet…Bir müddet daha burada kalmamın bir mahsuru yoktur. Tebriz’e bir name ulaştırarak babama burada rahat ve huzur içinde olduğumu bildirirsek olur.
12 Mart 1732 Hekimoğlu Ali Paşa, Topal Osman Paşa ve Ahmet Paşa dışında tüm Osmanlı halkı için sıradan bir gündü. Hekimoğlu Ali Paşa Sadrazam olmuş, Sadrazam Topal Osman Paşa Erzurum Valiliği ve Osmanlı Orduları seraskerliğine getirilmiş, Ahmet Paşa ise seraskerlik elinden alınmakla beraber Bağdat Valiliğinde bırakılmıştı yine. *
Evet 12 Mart 1732 de Osmanlı Devletinde bir hükümet değişikliği olmuştu. Bu her zaman olan, olabilen, gayet sıradan ve tabii bir hükümet değişikliği idi. Ama aynı tarihten tam 239 sene sonra yaşanacak olanlar hiç de sıradan değildi.
239 sene sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu’nun imzasını taşıyan şu anonsu duymaktaydı Türk halkı:
Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize
Bir hükümet değişikliği olacaktı…Bunun ilk sinyalleri verilmişti. Yeniçeri olmasa da asker kazan kaldırmıştı ama ana ihtilale daha dokuz sene vardı.