12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1697
Okunma

Bilirsiniz Her okulda Eğitsel Faaliyetleri yürütmek için çeşitli eğitsel kollar kurulur. ( Şimdi adları kulüp oldu ) Gelin görün ki işte bu kollara öğrenci seçmek başlı başına bir sorundur. Çünkü öğrencilerin pek çoğu özellikle Spor Kolunu tercih ederler. Hal böyle olunca da öğretmen milleti olarak bizler Önce okulda kurulan Eğitsel Kol listesini, sonra da sınıf listemizi alırız ele ve mesela sınıfta kırk öğrenci varsa, on tane de eğitsel kol bulunuyorsa öğrencileri kendi kafamıza göre dörder dörder eğitsel kollara sallarız. Daha doğrusu sallardık. Şimdilerde de öyle mi yapılıyor bilmiyorum. En azından bizim okulda durum hâla bu.
Haaa…Bu arada öğrenciler gibi öğretmenlere de kol beğendiremezsiniz. Faaliyeti bol olan bir kolun rehber öğretmenliğini hiç kimse almak istemez.
Kültür ve Edebiyat Kolu otomatikman Türkçe öğretmenlerinindir. Gariplerimin hiç itiraz hakkı yoktur…Aynı şekilde Yeşilay Kolu Mutlaka Din Kültürü Öğretmenlerinindir. Spor ve Müzik Kollarını söylemeye gerek yok… Kızılay, Sosyal Yardımlaşma gibi kollar bayanların, Tiyatro koluna gelinceeeee….Mutlak surette Sami Biberoğulları’nın.
Genelde Öğretmenler Kurullarımız da Meclisimiz gibi çalışır bizim. Okul Müdürü belirlemiştir zaten kimin hangi kolda olacağını ama kurulda usulen sorar: ‘’Arkadaşlar falanca arkadaş filanca kola…Kabul edenler?’’ Artık millet elini bile kaldırmaz…İş otomatiğe bağlanmıştır. Müdür Bey veya hanım kafasını kaldırıp saymaz bile kaç kişi ‘’Evet ‘’ dedi, kaç kişi ‘’Hayır’’ dedi… Yapıştırır hemen sorusunun arkasından ‘’ Kabul edilmiştir ‘’
Neyse efendim Tiyatro kolu yine benim olmuştu o sene…Ama bu sefer kesin tavrımı koydum.
Tiyatro, Tam adıyla Temsil ve Müsamere Kolunun Rehber Öğretmeni olmak için şartlarım şunlar: 1- Tek çalışırım. Yanımda başka öğretmen istemiyorum: Çünkü her işi ben yapıyorum, vatandaş sene sonuna kadar bir tek provaya bile gelmiyor. Sene sonunda benimle birlikte o da ödüllendiriliyor. 2- Seçeceğim esere kimse karışmayacak…Eser seçiminde de her kafadan bir ses çıkmasına illet olurum oldum olası. 3- Seçeceğim öğrencilere karışılmayacak, hatta dokunulmazlıkları olacak. Yani bu öğrencilerin saçına sakalına hiç kimse karışmayacak.
Bu sefer kabul ettirdim şartlarımı.
Yirmi sekiz sene devlet okullarında öğretmenlik yaptım ve bunun on yedi senesinde sahnelerdeydik hep. Her zaman, ama her zaman ‘’ Bu öğrencilerden ne köy olur ne kasaba ‘’ denilen öğrencileri seçtim bu faaliyet için.
Daha sonra oynanacak oyunu belirledik: Cevat Fehmi Başkut’un ‘’ Paydos ‘’ adlı eserini oynayacağız.
Oyunda oynatacağım kadroyu sağlam bir elemeden sonra belirledim: Okulun en ipsiz sapsız öğrencileri… Bazı roller için ikişer elemanım var.
Derken efendim provalara başladık. Aradığım tek şey disiplin…Yani provalara vaktinde gelinecek. Onun dışında ezber mezber umurumda bile değil..O zaten oluyor yavaş yavaş. Bir sorunumuz da tabii ki dil sorunu. Neyse…Burayı canlandırayım olmazsa…
-Zübeyir ( Piyesteki adı Ömer ). Oğlum olmuyor…Bak yine yanlış söyledin. Tekrarla bakayım o sahneyi.
-Çıkar o dilinin altındaki baklavayı
-Evladım baklava değil…Bakla…Haydi tekrarla bakayım.
Zübeyir ısrarla inatla ‘’Çıkar o dilinin altındaki baklavayı ‘’ diyor da başka bir şey demiyor.
Sinirlendim artık.
-Yahu o kadar zor mu bakla demek?
-Hocam tutturdun bir bakla da bakla? Bakla ne?
Anaaa…Hiç aklıma gelmemişti bu çocukların baklanın ne olduğunu bilmeyecekleri. İyi de Batman gibi bir yerde, hem de yaz yaklaşırken baklayı nereden bulup da Zübeyir ile tanıştıracaktım. Ama buldum valla…Batman’daki tüm market ve bakkalları dolaşarak nihayet birinde buldum kuru bakla’yı ve Zübeyir’e gösterdim. ‘’Bak işte bakla bu. Bu dilin altına girer ama koca baklava dilimi girmez’’ dedim. İşte o olaydan sonra Zübeyir artık dilinin altındaki baklayı çıkardı.
Tabii ki tek sorunumuz bakla meselesi değildi. Rol gereği öğretmenin oğlu rolündeki öğrencimiz muhtarın kızı rolündeki öğrenciye ilan-ı aşk edecek. Lakin kız bir mühendisin kızı…Yani sosyete kızı…Oğlan ise orta direk bir işçinin oğlu…Dolayısıyla çekiniyor, utanıyor, kızarıyor, bozarıyor. Ona bastım fırçayı.
-Ulan oğlum adam gibi ilan et şu aşkını. Ne o öyle oklava yutmuş gibi.
-Hocam başka ne yapabilirim ki?
-Yahu hiç mi Yeşilçam filmi seyretmedin? Yap artık bir şeyler. Onu da ben mi öğreteyim?
-Tamam hocam…Yeter ki siz emredin.
Eşşek sıpası kıza resmen yumuldu.
-Hoooppp çüüüüşşş. O kadar da demedik. İkisinin ortası bir şeyler yap.
Provalar uzadıkça piyesin kız öğrencileri ile erkek öğrencileri arasında aşk da başladı otomatik olarak. Tabii ki aşkla birlikte rekabet de başladı. Çükü piyeste dört kız oynuyorsa en az on tane erkek var. Dolayısıyla ortada adil olmayan bir düzen ve de rekabet söz konusu.
Veeee…Nihayet Piyes’i sahneye koyacağımız günden bir önceki gündeyiz. Kültür merkezide son provayı yapıyoruz. Perde açıp kapamakla görevlendirdiğim öğrenci nasıl etti nasıl becerdiyse perde kapandıktan sonra perdeyi açıp kapayan düzeneğin dinamosunu yaktı. Artık perdeyi ne açmak, ne de kımıldatmak mümkün değil. Çaresiz söktük dinamoyu. Sargılar tamamen yanmış. Yeniden sarılması ve ertesi güne, gündüz 12 seansına yetişmesi mümkün değil gibi görünüyor. Bir dinamocu bulup adamı neredeyse tehdit ettik. Vatandaş sabaha kadar yatmayıp bizim dinamoyu sardı. Ama bize yine de ‘’ Hocam tam olmadı. Her an yeniden yanabilir’’ dedi. ‘’Bir kere açılsın kapansın sonra yanarsa yansın…Yeter ki bir kez açılsın’’ dedik.Neyse efendim dinamo sarıldı…Yerine takıldı…Tabii ki ertesi sabah…Yani oyunun oynanacağı gün.
Perdeyi kurtarmıştık. Ama çocuklardaki rekabet dolayısıyla ortam hayli gergin…Her an bir bomba patlayabilir.
Saat on birden itibaren salon dolmaya başladı…Kuliste ise bizimkilerin tansiyon oldukça yüksek. Bir saniye yanlarından ayrılsam resmen dalacaklar birbirlerine. ‘’Aman çocuklar, yaman çocuklar, ocağınıza düştüm. Bakın yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Haydi göreyim sizi’’ diyerekten ortamı yatıştırmaya çalışıyorum. Çocuklar bana ‘’Hocam sen merak etme…Sen sadece seyret ve bir piyes nasıl oynanır gör ‘’ diyorlar.
Derken efendim oyun başladı.
Perdeleri ve sahneleri karıştırıyor olabilirim…Uzun zaman geçti üzerinden. Sahnenin ön tarafında öğrencilerim profesyonel tiyatroculara taş çıkartacak bir oyun sergiliyorlar ama kuliste tam bir gerilim filmi yaşanmakta.
Öğretmen Rolündeki İbrahim Kalkan adlı öğrencim adeta devleşti sahnede. Salondan çıt çıkmıyor. Birinci perdeyi kazasız belasız atlattık. Daha doğrusu perdenin önünde bir kaza yoktu ama perde kapanır kapanmaz İbrahim hışımla daldı sahne arkasına.
-Ulan ben demedim mi size ben sözümü bitirmeden perdeyi kapatmayın diye. Hangi ib… kapattı o perdeyi ha? Perdenin kapanma gürültüsünden benim lafım anlaşılamadı. Ben demedim mi lafım bittikten sonra kapatın perdeyi. Ben o arada donarım diye.
Perdeyi kapatma komutunu veren bendim. Dolayısıyla İbrahim’in bahsettiği ib… de ben oluyordum. ‘’ İbrahim edepli ol…Perdeyi ben kapattım…Tamam hata ettim ama böyle de tepki olmaz…Yakıştıramadım sana ‘’ diyerek onu sakinleştirmeye çalıştım. Tabii ki bana bir şey diyemedi ama öfkesi de dinmedi.
İkinci Perdeye başladık.
İlk arıza bizim Zübeyir ile Ahmet arasında yaşandı. Rol gereği sahneye yeni koltuk ve kanepeler taşıyorlar. Zübeyir elinden düşürdü kanepeyi. Ahmet hemen patlattı küfürü.
-Ulan doğru düzgün tutsana şu mına godumun kanepesini.
Kaymakam, İlçe Milli Eğitim Müdürü, Emniyet Müdürü…Ayağa kalktılar…Ayakta alkışlıyorlar bizimkileri…Ancak bu kadar gerçekçi oynanabilirmiş bir oyun(!)
Sonra İbrahim’in arızaları başladı. İbrahim’in rol gereği muhtar rolündeki Ali’yi evinden kovması gerekiyordu. Kovdu da…Çocuğun kıçına öyle bir tekme salladı ki garibim kıçını tuta geldi içeri. Salon alkıştan kırılıyor tabii ki.
-Hocam sakın bana engel olmayın o İbrahim’in ağzını burnunu dağıtacağım perde kapanınca.
-Ulan oğlum etmeyin eylemeyin. Bakın Kaymakam burada, İlçe Milli Eğitim müdürü, diğer okulların müdürleri, Emniyet Müdürü hepsi burada…Rezil mi edeceksiniz bizi millete?
-Ya hocam ama baksanıza adam resmen tekme attı.
-Sanat budur işte Ali’ciğim…Gerekirse tekme de yiyeceksin çifte de…
Neyse Ali’yi de sakinleştirdik. İki dakika geçti geçmedi…Bu sefer İbrahim, rol gereği yavaşça itmesi gereken hanımını ( ya da kızını…Her neyse ) öyle bir itti ki kızcağız iki seksen uzandı sahneye…Az sonra o da iki gözü iki çeşme geldi sahne arkasına…Salon yine alkıştan yıkılıyor.
-Hocam ben oynamıyorum. Üçüncü Perdeye Zuhal çıksın.( Aynı rol için seçilen ikinci oyuncu )
-Yav kızım olur mu hiç? Oyuna seninle başladık. Aynen senle devam edeceğiz.
Zor şer kızımızı da yatıştırdık. Cemalettin namussuzsu tam bir arıza oldu. Piyeste sarhoş bir balıkçıyı canlandırıyor. Rol icabı karısı rolündeki kıza ‘’O kadar söyledim ama bunda o kafa ne gezer ‘’ diyecek…Dedi de…Hem de öyle bir alkış aldı ki sormayın. Elindeki melamin tabağı kızın kafasına öyle bir geçirdi ki kızcağız iki gözü iki çeşme geldi kulise.
Allahtan sanat aşığı bir kızdı. Eh biraz da Cemalettin’e aşık olduğu için kafasında oluşan ufacık cevizi Cemalettin’in kendisini rolüne fazla kaptırmış olması olarak yorumlamasını sağlamak o kadar da zor olmadı.
Derken efendim İkinci Perdeyi de hallettik. Sahne arkasına bir tepsi Lahmacun geldi. Hemen alelacele daldık lahmacunlara. Normal şartlarda mümkün değil…Ellerini bile sürdürtmem ama bizimkiler baktım ki lahmacunları görünce unuttular kavgayı mavgayı Ben de salona on dakika ara anonsu çektim ve öğrencilerle birlikte müdürün ikramı olan lahmacunlara dalış yaptım.
Okul müdürü birinci perdedeki üstün performansımızı çok beğenmiş ve perde sonunda bir ara yanımıza gelerek ‘’ Dileyin benden ne dilerseniz ‘’ demişti. Tamamı Batman ve çevresinden olan öğrenci ne diler? Lahmacun elbette…
Neyse efendim. Üçüncü perde başladı. İlk arıza Ertan’dan. Eşşek sıpası artık tam bir profesyonel olmuştu. Sahnede, o kadar protokolün önünde resmen kızı dudaklarından öptü. Ben arka tarafta’’ Ulan Ertan oydum seni ‘’ hesapları yaparken o öyle bir alkış aldı ki anlatmak mümkün değil.
Son arızayı da yine Cemalettin yaptı. Elindeki tabakla öğretmenden biraz yoğurt istemeye gelmişti rol gereği. Ama muhabbete daldılar ve sonunda şimdi unuttuğum bir sebepten Cemalettin’in ‘’Of ulan offf’’ demesi gerekiyordu.
Cemalettin ‘’Of ulan offf’’ deyip elindeki tabağı hızla yere çarpmasıyla birlikte mübarek tabak sen fırla git en ön sırada oturmakta olan İlçe Milli Eğitim müdürünün kucağına kon.
Salon hem gülme krizinde hem de alkıştan yıkılıyor. Her kes ayakta…Ben de içeride krizler geçiriyorum tabii ki. ‘’İlçe Milli Eğitim Müdürü oyacak’’ bizi diye.
Son noktayı İbrahim koydu. Dizlerinin üzerine çökerek öyle bir ‘’ Haydi çocuklar paydos ‘’ dedi ki salona baktım, ağlamayan tek bir Allah’ın kulunu göremedim.
Piyes Bittikten sonra İlçe Kaymakamı ( O dönemlerde Batman İlçeydi ), Milli Eğitim Müdürü, Emniyet Müdürü, Diğer okulların müdürleri sahneye çıkıp tek tek öğrencilerimi alınlarından öptüler. Beni Tebrik ettiler.
Paydos adlı bu Tiyatro eserini daha sonra dört kez daha tam dolu salona oynadık. Her seferinde aynı alkışları aldık. Ve bu başarının ödülü de Okul müdürü tarafından bize verilen -bu günün parasıyla- iki yüz elli lira para ve bir gün izindi. İşte o para ve izinle hayatımın en güzel pikniklerinden birini yaptık. Nerede mi? Yukarıda resmini gördüğünüz Hasankeyf’te…Ben, eşim, biri üç, diğeri iki yaşında olan oğullarım ve tiyatroda görevli tüm öğrencilerimle birlikte. Evet…Hiç tereddütsüz hayatımın en güzel günüydü o Hasankeyf gezi ve pikniği.