5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
696
Okunma

Sırtım duvara dönük, gözlerim dizlerimin üzerinde, çömelirken kıvrılmış, oturmuştum.Beyaz fayansılı yüzeyin üzerinde. Ağlamalarımı sustursun diye fıskıyelerin tüm musluklarını açmıştım .Sıcağına, soğuk karıştığı su boşa akıyordu.
Dışarda lodoslama yağmurlu bir rüzgar vardı, camlardaki tozları yıkayan.
Her zaman ki gibi her çaktığında yıldırım içime korku salıyordu.Titremesin diye bacaklarım, dizlerimi sarıyordum kollarımla. Üşümüyordum, korkularımdan.Yıldırımın aydınlığı dar olan küçük peneceresindeki tül perdemden içeri sızarken, rahatlıyordum. İkinci aydınlığı düşene kadar.
Bulutlar benle yarışmakta her yağdığında. Ben bulutsuzken de yağıyordum. Tek farkımız belkide buydu. O, su döngüsündeki buharı toplamaya çalışırken, ben göğsümdeki hali hazır su doluydum.Kafamdan boşalan duştaki damlaların hızı hafif bir o kadar yavaştı..Musluğunu kısmadığım halde akan sular hafif kalıyordu, gözlerimden boşalanların yanında.
Büzüştükçe büzüştüm.Banyonun kenarındaki çıplak bedenimi saran sadece düşüncelerim vardı.
Titremelerim artıkça arttı, içten içe. Ya oturduğum zemin ya düşlerim sallanıyordu.Isıtsın diye daldığım hatıralarımı, yada eski mektuplarımı düşünmeye çalışıyordum kendimce. Kandırılmak istercesine.
Yere düşen rujla çizdim.Öncesinde kullanmadığım kelimeleri. Belki rimelim yanımda olsaydı çok şey yazcaktım tuvalet kağıtlarına.Gözlerimde son kalan rimel artıkları tuzlu sularıma karışıyordu, yanığımdan akarken. Sonrasında görüyordum beyaz fayansın üzerinde dereler gibi kıvrım kıvrım siyah tonda aktığını. O an kırmızı ruj bitmişti, duvardaki beyaz fayansın üzerinde.
İlk defa kızmıştım.Yanımda rimelin olmayışına yada normal bir kalem taşımadığıma...
Her zaman karşı komşum Nermin gelirdi çay içmeye. Sabah sohbetinde durmadan derdi. "Kız utanma anlat içindeki derdini.Hem bak bayan doktor da gelmiş sağlık ocağına." O söylerken bunları, oyuncağını dağıtarak oynayan Ahmet’ime dalardım.
Nermin ise benim dalgınlığımdaki dalmalarıma bakardı.Susardı o da. Korkardı da.Aslında bendeki çarpıntılar için bende korkardım. O, çayı hep eşkersiz, bense tek şekerli içerdik sohbetimizde. O gittikten sonra hep bakardım bir Ahmetime birde penceremin dışındaki yeni açmış şeftali çiçeklerindeki kızıl renklere.
Anlatacaklarım o kadar çokmuş ki işte o an anlamıştım. Mesala Ahmet’ ime daha çok seni seviyorum demeliydim öncesinde.
Her akşam şefkatiyle bir ayın aydınlığı gibi beni saran kocama onu ne çok sevdiğimi ve her sabah işinden dönene kadar geri gelirmi diye merakla ve özlemle beklediğimi. Yazacaklarım çoktu ona.
Sızı veriyordu her zaman içme.Yaralı bırakıyordu sakladığım sırlarım. Hiçbir zaman söyleyip paylaşamadım onunla.İçimdeki ur büyüdükçe büyürken her yanımı sarıyordu. İşte bu yüzden her günüm katmerli kahırlarla geçiyordu.
Tarifsiz acı yumağını kendi içinde bir ben büyütüyordum bu evrende.Şu anda bu irin selleri, rujla yazılmış kelimelerde saklanıyordu. Her sabah yapmak istediğim gibi bu sabah ona, işe giderken söyleyebilirdim en azından.
İşten dönüşünde tekarar gelmesini son kez beklerdim hiç olmazsa. Ama yinede deli gibi özlerdim.Adım kadar bildiğim gerçekti buda. Ahmetimin bir başkasının çocuğu olduğu ise ikinci bir gerçek olduğu.
Evlenmeden bir ay önce kandırıldığım bir hamileliğimi. Sakladığım içimdeki bir irindi işte. Ve korkularım. Söylediğimde canım kadar sevdiğim eşimi kaybetmenin korkusu.
Zamanla korkularım kabardı doğum sancımla.O zamanda karnımda büyüttüğüm canlının ölmesinden korkmaya başlamıştım. İkisinide hayatım boyunca hep sevdim. Karnımdaki çocuğum ve ay aydınlığındaki kocamı.
Oturduğum yerden aynaya birşeyler yazabilirdim.Buğusu hazırdı en azından. Yazacaklarımın yetmeyeceğini bilsemde.Çoktu çocuğuma ve eşime diyeceklerim.
Göğüs uçlarım sivrilirdikçe sivrilmişti.İlk ve tek çocuğum Ahmet’ imi emzirdiğim gibi. Kapı açılsaydı da birileri içeri girseydi ve ilk giren Ahmet ve helalimdeki hilal aydınlığındaki kocam girseydi içeri.
Başka kimsenin görmek istemediği bir halde çırıl çıplak uzanmış yatarken fayans yüzeyli banyoda; sadece her akşam yatıtığım kocam birde içimden doğanı istedim.Son nefesimdeki yıldırım çarpan bir yürekteki kalp krizimde...
İstediğim olmuştu, ikiside gelmişti. Onların ayrıldığında ben kalkamadığımı anladığımda, üzülerek onların sırtı dönük giden adımlarını izlemiştim, bir akşam üstü..
Kabarmış toprak üzerindeki buğdaylar için kondu beyaz kanatlı bir güvercin.Ardından karıncayı selamladı. Kırkındaki bir yaşlı geçerken benimle oturan tüm mahalleli için okudu fatihasını. Komşularım hariç koca şehirdeki kaldırımda yürüyenler, sağır oldu duymadı. Sadece bizim kulaklarımız duymuştu, edilen duayı.Bir şehir mezarlığında....
Ben kalkıp o an uğurladım geride bıraktıklarımı..."Amin" dedim, sadece sessizce...
Kırkım dolduğunda ay aydınlığındaki kocam gelip avuç açtı duasıyla içten içe. Benimlede sohbet etmişti.
Beni ne çok sevdiğini Ahmet’i ona verdiğim için bana minnettar olduğunu. Kendi sırrını bana verdiğinde kanatlandım birden bire. İşte o an söylediğinde bana kısır olduğunu en başından söylemediğini. Onunda korkularının olduğunu ve içine attığını , anlatamadığını...
Ben kanatlanıp yükseklere karışırken arşa.O, elini yüzüne sürerken ikimiz birlikte aynı anda, aynı ağızdan " amin " demiştik. Onu son kez öperken dudaklarından, O, bunun rüzgar olmadığını anlamıştı. Gözünden süzülenleri silerken.Son bir defa daha ,baş ucumdaki mermer taşı öpmüştü beni öper gibi...