33
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2913
Okunma


Evvel zaman iken, deve tellal iken, saksağan berber iken… Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. İp koptu, beşik devrildi. Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi, döndürdüler dört köşeyi. Dar attım kendimi dışarı… Bilenler bilir, bilmeyenleredir sözüm! Niğde’nin kızları pek haşarı… Bir tokat vururlar ensene, gözlerin fırlar dışarı… Benim adım Sinem… Bir tarafım tozluk dumanlık, bir tarafım çayırlık çimenlik, bir tarafım sazlık samanlık…,Bir tarafta boyacılar boya boyuyor renk ile… Bir tarafta demirciler demir dövüyor denk ile… Artık başlayalım masala bu güzel söz ile…
Bir zamanlar herkesin varlığından bihaber olduğu fakat içinde birçok insanın yaşadığı bir şehir varmış. Bu şehrin renkleri kayıpmış ama şehirde yaşayanlar çok uzun süredir burada yaşadıkları ve diğer şehirlerle irtibatları olmadığı için bu eksikliğin farkında bile değillermiş.
Yani her şey siyah beyazmış anlayacağınız, ay, güneş, gök, çimen… Bütün şehrin rengi siyah, beyaz ve gri arasında paylaşılmış. Herkes bu duruma öyle çok alışmış ki kimse yağmurdan sonra neden gökkuşağı çıkmıyor dememiş. Ressamlar solgun resimleriyle mutluymuş. Güneş sarısına küskünmüş. Gök mavisine uzakmış. Çimen yeşiline hasretmiş.
Her insan kendi grilerine, siyahlarına, beyazlarına alışmış diğer renklerin varlığına ihtimal bile vermez olmuş. Bir tek şehrin yaşlı bir delisi varmış, aslında akıllıymış da tüm şehir renksizliklerini hatırlattığı için ona deli dermiş, işte bir tek o bahsedermiş mandalina turuncusundan, gülün kırmızısından, denizin mavisinden… Ona hayretle bakarlarmış renklerden bahsederken.
Ama şehrin gün be gün büyürmüş renklere açlığı, homurdanırmış, oflayıp poflarmış da nafile duyuramazmış sesini.
Gel zaman git zaman bir gezgin bu uzak, duvarları geçilmez gibi görünen şehre yaklaşmış. Bin bir güçlükle bu duvarları aşıp şehre girmiş. Şehre girdiği andan üzerindeki semanın rengi kaçmış, pabuçlarının kahvesi yitmiş.
Şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibi olmuş. Hemen birini bulup bunun nedenini sormaya çalışınca, bulduğu, sorduğu herkes onun ne demek istediğini anlayamamış. Hatta ona “Bu şehrin bir delisi vardı o yetmez gibi sen de ikincisi oldun” demişler.
Adam anlamış ki o deli dışında şehirdeki kimsenin renklerden haberi yok. Adresini sorup yaşlı deliyi bulmaya ve bu şehrin gerçeğini öğrenmeye koyulmuş. Yaşlı adamın yüksek bir tepede bulunan kulübesine varıp kapıyı çalmış.
Yaşlı adam bu Tanrı misafirini içeri buyur edip gri ekmek, beyaz süt, peynir ve gri domatesli bir kahvaltı ikram etmiş. Gezgin yemeği yerken bir yandan da merak ettiği şeyleri sormaya başlamış.
"Bey amca, bu şehrin renkleri nerede? Nasıl olurda gök mavi, toprak kahverengi, çimenler yeşil olmaz? Ve kimse nasıl olurda bunu fark etmez? "
Yaşlı adam gezgine hayretle bakmış.
"Sen renkleri bilir misin?" demiş.
"Bilmem mi bey amca, bak şu pabuçlarıma onlar kahverengiydi, üzerimdeki gömlek açık maviydi, gözlerim hele gözlerim elaydı benim. Bir de şu hale bak. Hepsi kayıp! Hadi anlat bana nedir bu renksizliğin aslı?"
"Ah evladım… Bilmezsin hatta ben de bilmem koca dedem anlatmış dedeme, o da babama. Onlar gizlemişler bu insanlardan ama ben dayanamadım, renklerin hayali bile rüyalarıma, yüreğime sığmaz oldu. Susamadım bu insancıklara renklerden bahsettim, bana deli dediler hep bir ağızdan. Onları da suçlamıyorum gerçi, hiç görmedikleri bir şeye nasıl inanabilirler? Ama hep böyle değilmiş bu şehir bir zamanlar güneş sarı ışıldarmış, gökkuşağı yedi renkle salınırmış her yağmur ardından, ağaçlar huzurlu bir yeşilmiş.
Vakti zamanından bu şehirde bir kız yaşarmış. Elinden fırça düşmez, bin bir renkli resimler yaparmış. Öyle mutluymuş ki. Bu şehir de mutluymuş, siyaha uzakmış, tıka basa renkmiş.. Bu kızın gün gelmiş anası ölmüş, babası yeni bir kadınla evlenmiş. Günler sonra bu kızcağız yatağa düşmüş.
O kadın her gün azar azar kızın yemeklerine zehir katmış, ne babası fark etmiş, ne tabipler, ne dostlar. Sonra dayanamamış tazenin bedeni daha fazla, babasını yanına çağırmış ölüm arifesinde.
Demiş ki:
“Babacığım, biliyorum öleceğim, benim ömrüm tükendi. Ölmekten değil, gömülmekten çok korkuyorum. Tek bir şekilde korkmam. Ben ölürsem şu kutuyu da benimle birlikte gömün.” der demez ölmüş.
Babası kızının son isteğini yerine getirmiş, kanlı gözyaşı dökerek hem de.
İşte o kutuda, kızın rengârenk boyaları varmış…"
Nun