10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1357
Okunma


Beklediğim andan itibaren geç kalmıştım zaten. Sadece bilinmeyen adeta bana ait dilden konuşuyorum. Usulca ak kağıt üzerinde duran bir dil bu.
Geceyi inceliyorum, alemi, ellerini, bize sunulmuş ve etrafımızı saran her şeyi her şekli. O şeyler ki ay ışığında görünüp gölgeleri saçlarımıza düşüyor.
Gündüzü inceliyorum, günleri, caddeleri, sözcükleri. Bilinmeyen dilde bıraktıkları izleri, adım adım, hece hece takibindeyim varlıklarını sorgulayarak…
Dilsiz kalışımdan kurtulmaya çalışıyorum. Düşüncelerimin ağları sıkı ilmekler atmakla meşgul.
Gülen, eğlenen kalabalık bir gurubun içerisindeyim. Bir durgun su kaynağı kadar sessizim. İçerisine hüznümün ağır taşı düşüyor. Yıldızlar yansıyor gözümde ve hüznümü alalıyor. Taş kadar hafif kum kadar ağırlaşıyorlar.
Ne garip? Sözcükler özgür olmak istedikçe anlamlarından ve biçimlerinden eksiliyorlar.
Kendi dünyamdayım ben. İçimden gelen bilinmeyen dilin tınısını dinliyorum.
Doğduğumda annemin rahmine aşık olmuştum. İlk ayrılık acısını o anda tattım. Sonra sonra ezber ettim ayrılığı.
Yüzümü soğuk pencere camına yaslıyorum, ellerimi yüzüme, kalbim göğsüme yaslanmış, ben tümüyle dünyaya ve dünya da bana yaslanmış. Her şey bir şeye yaslanmış. Cam kırılıyor birden. Düşüyorum. Hayat belki de güçlenmemiz için bize acı çektiriyor.
Boğazımda düğümlenen sözcükleri kendi ellerimle boğuyorum. Kazıyıp attım içimdekileri. Gökyüzüne bakan her bir çiçek yaprağında gözlerimi bıraktım. En güzel çiçek demetini toplamak istedikçe elimde sadece yararsız otların olduğunu gördüm. Onları söküp aldığım toprağın derinliklerine ben de dalıp sonsuzluk denizinde kaybolmak istedim. Toprak olmayı sonra da bir çiçek olup yeniden toprakta hayat bulmayı düşledim.
Kalabalıklar içerisindeyken el ele kol kola sevgiyle yan yana yürüyen insanları görünce, anılarım, hayallerim elbirliği edip uzaklaşıp kaçıyorlar benden. Bana sadık kalan hiçbir şeyim olmayacak mı bu hayatta?
Odamın penceresini açıyorum. Geceden kalma sigara kokusu dışarı akarken soğuk bir hava sarıyor odanın ve bedenimin her yerini. Bir köşede duran üç tane valiz. Her an adresi belli olmayan yöne yolculuğa hazırlar.
Yak diyorum ey insanlık, bir sigara daha yak. İnsanlık mı diyorum, insan mı? Kendimi kastediyorum mutlaka. Yak bir sigara daha. Küle çevir elindeki kağıda sarılı tütün yapraklarını. Küle çevir dağları, taşları, yolları, denizleri. Küle çevir odanı, kirlenmiş yatağını, küle çevir kendini. Senden geriye kalan bir avuç kül olmayacak mı nasılsa?
Sabır, sabır. Mücadele. Dayan.
Beynimin çeperlerini zorlayan bu üç sözcük.
Biliyorum, biliyorum da, daha ne kadar sabır? Kime, nelere karşı mücadele? Dayanabilmek için hep gayret etmedim mi bu güne kadar?
Son iki gündür ilkbahar nazlanarak da olsa gelmeye çalışıyor. Sanki o da kışın ağırlığından ve korkusundan dikkatli davranıyor gibi. Henüz kendisini hissettirmedi ne ruhumda ne de bekar odamın soğuk duvarlarında.
İlkbahar bile korkuyorsa kışın ağırlığından, insanın hayattan korkması kadar doğal ne olabilir ki? Üstelik hep kaybedeceğimizi bilirken… Doğarken bize sunulan armağan, yani hayat, geri alınmak koşuluyla bize verilmiyor mu?
Yine de dualarıma geri döneyim.
Bir şelaleye benziyor sesim. Sorgusuz sualsiz aşağılara doğru akan ve geri dönmeyi asla düşünmeyen…