16
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1659
Okunma


III. Ahmet aslında çok önemli bir fırsatı kaçırmıştı. 28 Eylül günü büyük gruplar halinde bayrak açan ve etrafına oldukça büyük bir kalabalık toplayan patrona Halil ve yandaşları akşamın ilerleyen saatlerinde neredeyse tamamen yalnız kalmışlardı. Gösterilere katılan ahali evlerine, asker taifesi de kışlalarına çekilmiş olduğundan kala kala otuz kişi kalmışlardı. Yapılacak ani bir baskınla hepsini yok etmek mümkünken ne yazık ki o gece lüzumsuz münazaralar ve münakaşalarla geçirilmiş ve sabah olunca da kalabalık yine toplanmıştı.
29 Eylül günü Padişah bir taraftan Sancak-ı şerifi sarayın orta kapısına dikerken bir taraftan da Kaptan-ı Derya Abdi Paşa’yı asilerle temas için göndermişti. Ama Abdi Paşa isyancılarla görüşmüş,onlara nasihat ve güzel sözler söyleyerek isyandan vaz geçirmeye çalışmış olmasına karşılık isyandan vaz geçirememişti.
İsyancı taifesini haklı çıkaran en önemli propaganda ise Padişahın Üsküdar’a geçme sebebiydi. Biraz da zorlamayla Otağ-ı Hümayûn ( Padişahın savaş çadırı ) göstermelik olarak Üsküdar’a konmuş ve yine güya İran’a yapılacak bir sefer için hazırlıklar yapılmıştı. Ama daha sonra Padişahın ‘’ Ben sefere çıkmayacağım ‘’ dediği dedikoduları her tarafta yayılmıştı ki bu haberler maalesef doğruydu. İsyanın bu kadar büyümesinde ve askerin bu isyana canla başla destek vermesinde bu tutumun rolü oldukça fazlaydı. Sefere gittiğini zannettikleri padişahın otağına bile gitmeden deniz havası alıp tekrar saraya dönmesi on yedi kişi ile başlayan isyanda katılımları on binlere çıkarmıştı.
29 Ekim günü de işte böyle geçti. Mübarek Cuma Patrona Halil için oldukça bereketli olmuştu.
30 Ekim günü Padişah, bir gurup bostancıyı asilere ne istediklerini sormak üzere gönderdi.
Saray Bostancıları Patrona Halil’e isteklerinin neler olduğunu sorduğunda aldıkları cevap hiç de şaşırtmamıştı onları:
- Biz padişahımızdan memnunuz. Ancak iki saat içinde hıyanet erbabı dört kişiyi bize teslim etsinler.
Daha sonra da içinde otuz yedi kişinin ismi bulunan bir listeyi Bostancılara verdiler. Bu kişilerin hepsinin kellesi isteniyordu. Bu dört kişi ise, Damat Nevşehirli İbrahim Paşa, Kaymak Mustafa Paşa, Sadaret Kethüdası Mehmet Paşa ve de Şeyhülislâm Abdullah Efendilerdi. Mustafa ve Mehmet Paşalar İbrahim Paşa’nın damatlarıydı.
Patrona Halil’in bostancılara verdiği listenin aynısı olan bir örneği de eski İstanbul Kadısı Zulali Hasan Efendiye gönderilmişti.
Bostancılar ellerindeki listeyle Saraya vasıl olduklarında Sadrazam İbrahim Paşa da başına bu çorapların örülmesinde birinci derecede rol oynayan Zülali Hasan Efendiyi Saray’a davet etti. Onun Patrona Halil ile yakınlığını biliyor o bakımdan da Patrona üzerinde nüfuzunu kullandırmak suretiyle kendi canını kurtarabileceğini hesaplıyordu. Oysa Zülali Hasan Efendi’nin hesapları bambaşkaydı.
Zülali Hasan Efendi de aslen Patrona Halil gibi Arnavut’tu. Medrese tahsili görmüştü. Yani Osmanlı Devletinin yönetenler sınıfı olan İlmiye mensubuydu. İstanbul Kadı’sı olmuş ve döneminde her şey aksi gitmiş, mahsulün azlığı dahi uğursuz addolunan Kadı’ya izafe olunmuştu. Yerine meşhur tarihçi Raşid Efendi getirilmişti. Zülali Hasan Efendinin büyük rüşvetler aldığı da anlatılır dururdu. Yaşadığı hayata, Sahip olduğu köşke bakılınca pek de boşuna değildi bu söylentiler.
Yine rivayetlere göre Patrona Halil, Zülali’nin konağını daha önce -oğlunu sünnet ettirirken- basmış, davetlileri soymuş, hatta Zülâli Efendi’yi köçekçe oynatmıştı. Böyle tatsız bir olayla tanışmış olan Zülali Hasan Efendi ve Patrona Halil daha sonraları canciğer kuzu sarması olmuşlardı. Buna kaderin garip bir cilvesi mi yoksa ortak menfaatler mi denmeliydi? Her halde İbrahim Paşa’nın makus talihi demek en doğrusu olurdu.
İbrahim Paşa huzuruna gelen eski kadı Zulali Hasan Efendiyi görünce önce içinden ‘’ Seni domuz seni...Zamanında aldırmadık kelleni, şimdi koyduk kendi kelemizi senin ellerine ‘’ diye geçirdi. Sonra başladılar konuşmaya.
-Kadı Efendi görür müsün olanları? Senin bu Patrona’nın ettikleri nedir böyle? Hiç mi edep, utanma yoktur bu ademde?
-Hâşa Paşam…Patrona nerden benim adamım olur? Ben her zaman Padişahımız Efendimiz ile zât-ı âlinizin sadık bir bendesiyim ( köle )
-Boş ver şimdi sadık bendeliği. Ne ister bu hainler de hele? İstekleri arasında benim kellem de var mıdır?
İbrahim Paşa, Zülali’nin cebine baksaydı görecekti listeyi ve en baştaki ismin kendi adı olduğunu.
Zülali Hasan gayet soğukkanlılıkla cevap verdi:
-Hâşa Paşam ne haddine o serserinin. Ama Devlet-i Âliyeye zararları dokunan bazı ademlerin kellelerini isterler.
-Hani Patrona ile bir ilgin yoktu? Nereden bilirsin bazı kelleleri istediklerini?
-Paşam bunu Bursa’da Sağır Sultan duydu. Adamlar bar bar bağırmaktalar.
-Kimmiş peki istedikleri kelleler?
Zülali Hasan Efendi hiç alakası olmayan bir iki isim saydı. İbrahim Paşa biraz rahatlamıştı ama bu fesat adama o kadar da güvenmiyordu. Kim bilir kafasının içinde ne fırıldaklar dönüyordu. Yine de hayatının devamı için ona muhtaçtı.
-Şimdi git Şeyhülislam Efendi ile görüş. Ulemayı toplayarak bir karara varın. Bu isyanı durdurmak için gerekirse o kelleleri feda edelim. Bunun için fetva filan çıkartsın.
İbrahim Paşa’nın hatalarından birisi de Zülali Hasan İle Şeyhülislam Abdullah Efendi arasında yapılan görüşmeye katılmaması oldu.
Zülali Hasan, Şeyhül İslam Abdullah Efendi ile görüşmeye giderken cebinde bulunan listeyi avucunda sıkı sıkı tutmaktaydı. Liste terden sırılsıklam olmuştu adeta.
Şeyhülislam Abdullah Efendi ile karşı karşıya geldiği anda daha selam bile vermeden elindeki listeyi ona uzattı. Abdullah Efendi Listedeki isimlerin dördüncü sırasında kendi ismini görünce tir tir titremeye başladı.Zülali Hasan ve diğer ulemaya hitaben
- Hepinize fetva makamında bulunarak hizmet ettim, benim kanımın dökülmesine müsaade etmeyin.
Diyerek yalvarmaya başladı. Daha sonra da cebinden bir kağıt çıkardı. Bu kağıtta aynen şunlar yazmaktaydı: ‘’ Biz Mahmud ül hısal bir padişah isteriz.’’ Bu yeniçeri askerinin Padişahın sefere gitmeyeceğini duydukları anda yazdıkları bir istekti ve ta Şeyhül İslama kadar ulaşmıştı.
Zülali Hasan Efendi içinden ‘’ Vay namussuz vay. İkili oynuyormuş meğerse.’’ Diye geçirdi kendi yaptığı namussuzluğa bakmadan. Şaşkınlığının sebebi zaten Şeyhül İslamın ikili oynaması değildi. Patrona Halil’le bu kadar yakın olmasına rağmen o bile bilmiyordu isyancıların Şehzade Mahmut’u istediğini.
Şeyül İslam Abdullah Efendi devam etti:
-Daha ne duruyorsunuz, uzun uzun ne düşünüyorsunuz? saltanat değişikliğinden başka çare var mıdır?
Şeyhül İslam Abdullah Efendi kendi canını kurtarmanın ancak bir saltanat değişikliği ile mümkün olacağını, eğer bu sağlanırsa isyan sona erdiği gibi yeni padişah onun fetvasıyla tahta geçeceği için kendisine minnet borçlu olacağından onu öldürtmeyeceğini hatta mükafatlandıracağını düşünmekteydi. Ama bu gibi ihtilallerde bazen rüzgar tersine de esebilirdi. Ya padişah başta kalırsa? Ona dokunmazlarsa ki Zülali’nin listesinde Padişahın adı geçmiyordu.
Aynı gün asilerle görüşmeye giden bostancılar da Zülali Hasan Efendi’nin Şeyhül İslama verdiği listenin aynısını Padişaha sundular. III. Ahmet listede kendi adının olmamasına ve kendisinin tahttan indirilmesi ile ilgili bir talep bulunmamasına sevinmişti ama Şeyhül İslamının, Damadı İbrahim Paşa ile onun damatları olan Mehmet ve Mustafa Paşa dahil otuz yedi kişinin o listede olması fena halde canını sıkmıştı. Diğerleri neyse de iki kişinin katli için ferman çıkarmak çok zordu. İbrahim Paşa’nın katli durumunda kızı bir kez daha dul kalacaktı. Şeyhül İslam katli ise Osmanlı Devletinde görülmemiş bir şey olmamakla beraber hiçbir zaman hoş karşılanmamış ve zamanı gelince aleyhte propagandalara vesile olmuştu.
İsyancıların belirttiği iki saat çoktan dolmuş olmasına rağmen Padişah bir türlü karar veremiyordu. Sonunda oturduğu yerden kalktı. Şeyhülislamını ve diğer ulemayı çağırttı. Elindeki listeyi onlara uzatıp okuttuktan sonra fermanını açıkladı.
-Devlet-i Âliyenin menfaati için bu listede isimleri yazılı olanların idamına hükmettim. Hak Teala taksiratlarını affeyleye. Şeyhül İslam Abdullah Efendi ise azledilmiştir. Bundan böyle İmroz adasında ( Bozca Ada ) ikamet edecektir. İş bu kararım Memalik-i Âl-i Osman’a hayırlar getire. Dinen uygun mudur ey benim ulemam?
Abdullah Efendi kelleyi kurtarmış olmanın sevinciyle neredeyse kalbi duracak vaziyette suskun kalırken Zülali Hasan Efendi sanki kendisi Şeyhül İslammışcasına atıldı?
-Şeriata muvafıktır Hünkarım.
III.Ahmet ‘’ Şeriat kim sen kim bre köpek ‘’ dedi içinden ve arkasını dönerek odadan çıktı. Artık sıra cellatlara gelmişti.
İbrahim Paşa ve damatları olan Mustafa ve Mehmet Paşalar odalarından alınarak Kapılararası denilen yere götürüldüler.
30 Eylül akşamında artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini anlayan İbrahim Paşa abdest aldı. İki rekat namaz kıldı. Daha sonra hayatında belki de ilk kez bir Osmanlı Sadrazamına yakışır vakarla kendisini cellatlarının kemendine teslim etti.
Cellatların her biri kemendin bir ucundan asılırlarken birden gözlerinin önünde kısa boylu, hafif tombul bir adam belirdi. Ruhu bedeninden ayrılmak üzereyken bu daha önce hiç görmediği acayip giyimli adamla konuşmaya başladı:
-Selamünaleyküm ey Allahın kulu. Kimsin sen?
-Ve Aleyküm Selam Paşam. Ben Turgut’um.
-Hangi Turgut? Turgut Reis misin yoksa?
-Yok Paşam. Bana her şey dediler lakin Reis diyen olmadı hiç. Ben senim aslında. Sen nasıl ki Lale devrini başlattıysan ben de senden yüzlerce sene sonra Papatya devrini başlatacak olan Turgut’um.