Bir kimseyi sahip olmadığı sıfatlarla övmek, onu kibarca yermek demektir. cemil sena
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz

ARALIK

Yorum

ARALIK

31

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

2659

Okunma

Okuduğunuz yazı 10.3.2012 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
ARALIK

ARALIK

“İyi akşamlar memur bey. Bir ihbarda bulunacaktım. Ben emekli albay Sadullah Tanrıverdi. Çınar Sokağın kuzeybatısında kalan eski çöplüğün oralarda metruk bir gecekondu var. Her gece saat on ikide o evden acayip iniltiler ve zikirler duyuluyor. Sabaha kadar mum ışığında ayin yapıldığını düşünüyoruz. Mahallece huzursuzuz ve topyekûn şikayetçiyiz. Evet beyefendi... Hemen veriyorum. Çınarlı Apartmanı… ”



Keçiören’de metruk bir gecekondudayım. Saat gecenin bilmem kaçı. Çok da önemli değil bu detay. Zira biz, zaman, mekan, imkan gözetmeyen mahluklarız. Benim kulağım polis sirenlerinde. Bir saat önceki kadar yoğun olmasa da hala etrafta dolaşan polis araçları var.

Size üzerine naylon çekilmiş bir greyder deliğinin önünde erketeye yattığımı söylememe gerek yok. Bu öykünün dekoru bilmediğiniz elementlerden oluşmuş falan da değil. Lütfen beni anlayın. Fazla zamanım yok konuşmak için. En sona söylemem gerekeni şimdiden söylemeliyim o yüzden. Annemi seviyorum ben. Pazardan aldığı Perihan Abla tokasını takıyorum hala. Bir de Hüseyin Altın’ın Hazan Kuşları şarkısında ağlayabiliyorum. Soran olursa söylersiniz.

Benim adım Ahsen-i Takvim. Buruşturmayın ağzınızı. Alayı İlliyin bana bu adı verirken boğazıma koca bir “fakat” sözcüğü tıkanmadı mı sanıyorsunuz? Sizi temin ederim ki, o an ağlayasım bile geldi. Fakat –işte bu o fakat- benim itiraz hakkım yoktu. Mahallede yaptığım kötülüklerin bedeli olarak bana bu demirden ad layık görüldü.

Her gece dünya saatiyle on ikiden sonra bu metruk gecekonduda toplanıp, günün sağlamasını yapıyoruz. Bulunduğumuz yerin etrafında bir tek Allah kulu yaşamıyor. Burası bir zamanlar çöplükmüş. O yüzden bizim için emniyetli bir yer. En azından bu geceye kadar öyleydi.

Yürüyerek beş dakika ötede bir mezarlık var. Taşlarını ayyaşların tekmeleyerek kırdığı, yerlerine şarap şişlerini soktuğu bu mezarlığın, daha bugüne kadar normal bir müdavimi olmamıştı. Arada sağlam kalmış tek mezar taşının önünde oturur, kimseye anlatamadığım şeyleri anlatırdım merhumeye. O hep aynı karşılığı verirdi ama, yine de insanın bir dinleyeni olması güzel şeydi. Zaten benim anlattıklarım, bir dirinin duyma eşiğinin çok üstünde, insan algısının hayal dahi edemeyeceği kadar uçuk şeyler. Hüvel Baki, yani benim merhume dostum, derin sessizliğiyle kimsesizliğime ortak oldu. Bütün ağlayışlarıma, itiraz ve isyanlarıma, mutluluklarıma, daima “Altından ağacın olsa, zümrütten yaprak…Akıbet gözünü doyurur bir avuç toprak” sözleriyle karşılık verse de, hiçbir vakit içimi karartmadı varlığı. Bilakis kapkara gidip, bir kümülüs kadar yumuşak ve aydınlık ayrıldım yamacından.

Dün onu da kırmışlar. Öğlen beş dakika bir uğrayayım demiştim. Elimde kese kağıdına sarılmış fındık fıstık…Hüvel Baki’nin yere yatmış taşını görünce ağzımdakiler genzime kaçtı. O an, başıma kötü bir şeyin geleceğini hissettim. Alayı İlliyin, beni yeryüzünde kimsesiz bıraktığına göre, cezam yeni bir boyut kazanmış demekti.

“ Ahsen-i Takvim! Adı batasıca sessiz olsana!”

Karanlıkta Esfel-i Safilin’nin artık paçavraya dönmüş pantolon paçalarını görebiliyorum. Ayaklarını üst üste koymuş. Ara ara bacaklarındaki yaralara konan sivrisinekler yüzünden boşluğa tekmeler sallıyor.

Artık polisler yok. Bu ürkütücü araziyi mavi kırmızı gölgelere boğan arabalarına atlayıp gittiler. Kentin rengarenk ışıkları bulunduğumuz yere kadar yetişemeden birkaç yüz metre aşağıda cılızlaşıp kararıyor. Gecekonduya sapan yolun kenarında susuz bir sebil var. Yalnız onun aynalı yüzü evlerin ve caddelerin ışıklarıyla ışıl ışıl. Bu sebil çöplük için yapılmış olamayacağına göre, muhtemelen bulunduğumuz bölge bir zamanlar tamamen mezarlıktı. İnsanlar ne vakit ölülerin üzerine artıklarını dökmeye karar verdiler acaba? Devir fırıldak gibi dönüyor. Şimdi ne mezarlık var, ne çöplük. Sağa sola birkaç zeytin ağacı dikilecek olsa, pekala yaşanır burada. Hemen kapının ağzında budanmış bir ıhlamur var. Yalnız ince bir firari dal gecekondunun sözde penceresine doğru uzanmış. Çiçekli ve hoş kokulu. Düşündüm, taşındım bu ıhlamuru hiçbir zaman sevemeyeceğime karar verdim. Belhum Adal hapşırınca avuçlarını ağacın gövdesine siliyor.



“Alo karakol mu? Serkomiser Salih Şen ile görüşecektim. Ben emekli Albay Sadullah Tanrıverdi. Peki evladım bekliyorum.”
Üç dakika sonra…
“Al…Alo, merhaba serkomiserim. Ne oldu, yakalayabildiniz mi ucubeleri? Ya…Demek öyle. Vay anasını…Nasıl olur böyle bir şey? Ne? İhbar hattı bilişim teröristlerinin eline mi geçti? Bütün bilgiler mi? Yani benim adım ve adresim de? Fakat bizi keklik gibi avlarlar şimdi. Anladım…Ben hanımı da alıp Salihli’deki yazlığa yerleşiyorum. Eğer bu konuşmalarımız da birilerinin eline geçerse, dünya atlasını masanın üzerine ser, Emniyet Genel Müdürünün telefonunu bekle. ”



Benden sonra nöbeti Belhum Adal devralacak. Daha iki saat var. Kendisi karargah masasına abanmış uyuyor şu anda. Biliyorum ki, yine aşağılık bir rüya görüyor. Onun rüyasında gezinen zavallı yaratıklar için kabustur bu! Sokak lambasının soluk ziyası sayesinde, eğrilmiş ağzından akan salyayı görebiliyorum. Ne zaman ona geceleri ağzının aktığını ve kendisinden tiksindiğimi söylesem “Ben de kurt var, kolay mı pislik içinde yaşamak” diye çıkışır. Asla ara sokaklarda kıstırdığı erkek çocuklarına yaptığı şeyleri kabul etmez. Aşağılıktır fakat Esfel-i Safilin gibi yüzsüz de değildir. Pişkin pişkin suçlarını itiraf etmez.
“Ahsen-i Takvim! Sen kiminle konuşuyorsun öyle?
“Uyumana bak sefil! Sen uyuyasın diye bu lanet olası deliğin başında etrafı kolluyorum.”
“Polisler gitti mi?”
“Kimse görünmüyor?”
“ O zaman ben gidiyorum?”

Esfel-i Safilin, katlayıp başının altına koyduğu ceketi giyinirken, dışarıdan, çok ötelerden gelen bir ışık odanın içini aydınlatıyor. Gah duvarlara, gah bahçeye düşen ışık muhtemelen bir el fenerinden geliyor olmalı. Önümdeki naylonu aralayıp ışığın geldiği yöne bakıyorum. Evet mezarlıkta biri var. Esfel-i Safilin sandığa koyduğu tabancasını alıp karşı tarafıma geçiyor.

“Mezarlık tarafından…Hüvel Baki mi hortladı dersin? İster misin senin yüzünden onu da bizim gruba versinler?”

Kısık bir kahkaha atıyor. Tanrım ağzında hala insan uzuvları var. Muhtemelen bir kadına ait. Ağzının kenarından sarkan üç tel sarı saç, bu solgun ziyada bile parlıyor. Bir zamanlar okul müdürüymüş. Üzerindeki paçavra o zamanlar kim bilir ne fiyakalı bir takım elbiseydi? Her sabah öğrencileri sıraya dizip, erkek çocukların saçlarına elini daldırırken, ceketinin düğmeleri ışıl ışıl parlıyor muydu acaba? Ya sınıfa girdiğinde, kara tahtanın önünde bir elini cebine sokup, diğer eliyle kız çocukların etek bellerini kontrol ederken? Sınıftan çıkmadan üç paragraflık ahlak notunu da iliştiriyor muydu çocukların henüz lekelenmeye başlayan dimağlarına?

“Bana bak, bir saate dönerim. Beni kontrol için gelirlerse görmediğini söyle. Mazeret uydurmaya çalışma. Her seferinde eline yüzüne bulaştırıyorsun geri zekalı!”

“Nasıl çıkmayı düşünüyorsun? Dışarıda biri var. Yerimizi buldular.”

“Hiç bir şey olmaz. Buraya girmeye cesaret edemezler.”

Duvardaki delikten süzülüp çıkıyor. Ayak sesleri gittikçe uzaklaşırken, içimde yine o korkunç çığlık! İçlerindeki tek kadın benim. Eğer onlara engel olursam, yapmadan duramayacakları akıl almaz eziyetlerin hedefi olurum. Burada kural bu. Kimse kimseye karışmadığı sürece güvendeyiz. İçlerinden bir tek Eşref-i Mahlukat’tan korkmuyorum. O da düşmüşlerden fakat, sefil değil. İkimiz aynı kefenin malzemesiyiz. Bu gece gelmedi. Nerede olduğunu bilmiyorum. Köydeki evlerinin önündeki sedirde uyuyor olabilir. Annesi çok güzel türkü söylermiş onun. Yatmadan önce mutlaka sekiz şarkılık bir konser verirmiş kendi kendine. Bizimki de kaçar kaçar gider yanına. Görünmeden dinler annesini. Kapıdan içeri girerken mutlaka aynı türkü olur dudaklarında. Makaram sarı bağlar. Kız söyler gelin ağlar. Niye ben ölmüşmüyem, annem karalar bağlar? Utanmasa mendil de sallayacak da…

O, bir dairede mutemetmiş. Kasanın açığını arkadaşlarının açıkta duran çantalarından aşırdığı paralar ile kapatırken hiç yüzü kızarmıyormuş ama, sonradan çok koyuyormuş ona bu durum. Tövbe edip, daha düzgün bir hayat için kararlar alıyormuş her gece.

Belhum Adal, ağzını silerek kalkıyor abandığı masadan. Yüzünde masanın üzerine uçmuş dal ve yaprak kırıntılarının izi çıkmış. Kıpırdadıkça kokusu bütün odayı sarıyor. Neredeyse çürümüş etleri.

Mezarlıktan gelen ışık kesildi. Ben Belhum Adal’a bakarken gitmiş olmalı. Elimdeki silahı sandığa saklamanın zamanı geldi. Tamam ben de iyi bir insan değilim ama, bu silah benim ellerimde bir bebeğin kanlı kurban bıçağını tutması gibi iğrenç duruyor. Bütün suçum mahalleli arasında laf taşımak, fakat bu sefil yaratıklarla birlikte yaşamakla cezalandırıldım. Alayı İlliyin, canımı ancak bu şartla bağışladı. Hiç birimiz yalnızken, birbirimizin yanında olduğumuz zamanlar kadar mutsuz olmuyoruz. Günde birkaç saat ayrılmaya iznimiz var. Fakat gece yarısı mutlaka burada toplanmak ve birbirimize katlanırken aynı zamanda birbirimizi korumak zorundayız. Birimizin yakalanması ya da öldürülmesi demek, hepimizin aynı anda başka bir boyuta geçmesi ve belki de daha korkunç yaratıklarla eşleştirilmesi demek. Beyaz önlüklü melek bunu daha ilk düşüşümüzde bize bildirmişti. Eşref-i Mahlukat bu yüzden yarın büyük bir ceza alacak. Ben bu iki sefille baş başa kalacağım.

Belhum Adal, normalde de bu kadar çirkin suratlı bir adammış. Buraya atıldığımız ilk günlerde cüzdanındaki resmini görmüştüm. Aslında bana hiçbir zararı yok. Kadınları hiç sevmez. Onlardan uzak durur. Şoförmüş eskiden. On iki yıl okul servisinde çalışmış. Hiçbir zaman kabul etmese de, pek çok erkek çocuğu şehrin dışındaki yollarda dolaştırdıktan sonra eve bıraktığını hepimiz biliriz. Sonra belediye şoförü olmuş. “Emekçiyim ben” der arada. Burjuvaya falan söver. Proletarya kazanacak, sınıflar çökecek filan. Biz onları bilmiyoruz. Ama onu dinlemekten başka çaremiz yok. Esfel’i Safilin biraz daha çok okumuşumuz. Fakat hiç işi olmamış bu tür saçmalıklarla. Onu dinlerken fermuarının bozuk sürgüsüyle oynuyor. Eşref-i Mahlukat meslek lisesi okumuş. Ticaret. Biz görmedik o dersi diyor. Ben zaten ev kızıyım. Tanıdığım en proletarya, annem. Bunu Belhum Adal’ın tariflerinden yola çıkarak keşfettim. Bana hiç katkısı yok diyemem o yüzden.



“Alo. Karakol mu? Ben emekli Albay Sadullah Tanrıverdi’nin karısı Kerime Tanrıverdi. Eşim az önce üç kişinin saldırısına uğradı. Bir kişi de olabilirler, emin değilim. Lütfen hemen gelin. İki yüz yıllık Isparta halısının üzerinde yatıyor. Robdöşambrının yakaları kan içinde. Sanırım midesini deldiler. Lütfen, lütfen gelin kuzum! ”



“Amirim metruk gecekondunun olduğu bölgeye gittim. Adreste kimse yok. İyice baktım.”
“Adam uydurmuş olamaz ya. Bıçaklanmış bir de. Az evvel karısı aradı. Boşu boşuna mı ölecek yani?”



Gün aydınlanmak üzere. Eşref-i Mahlukat saklanma gereği duymadan eve doğru geliyor. Belhum Abal kusmak için mezarlığa gitti. Sefil yaratık, ne kendi uyudu, ne beni uyuttu.

“Bu halin ne? Neden gelmedin gece? Seni cezalandıracaklar şimdi.”

“Annemin açık kalan gözlerini kapattım az önce. Yani ceza buydu.”

Üzgün, hem de çok. Buraya geldiğimizden beri ilk defa ağladığını görüyorum. Oysa Esfel-i Safilin ve Belhum Adal bile bir çok kere ağlamıştı. Elini yeleğinin cebine soktu ve çıkarttığı para balyasını karargah masasının üzerine bıraktı. O sırada içeri giren Belhum Adal korkuyla Eşref-i Mahlukat’ın göğsünden akan kana baktı.

“Pislik! Yaralanmışsın!”

Eşref-i Mahlukat göğsündeki yaraya dokunup kanlı elini havaya kaldırdı. Bu korkunç bir şey. Şimdi hepimiz…

Onu kaldırıp masanın üzerine yatırıyoruz. Şimdi üçümüzün de elleri kan içinde. Belhum Adal cebinden çıkarttığı şişeyi kokluyor. Sonra şişeyi Eşref-i Mahlukatın yarasına boşaltıyor.

“İğrenç şey, benim sidiğime bile muhtaçsın, fakat hala tiksinen gözlerle süzüyorsun yaralarımı.”

Eşref-i Mahlukat kusacak gibi oluyor. Fakat kıpırdayamıyor. Gözleriyle az ilerisinde duran paraları işaret ederek mırıldanıyor. “Albayı şişledim. Sonra da kendimi.” İri iri açılan gözlerine yeşil bir perde indiğini görüyorum. Belhum Adal masaya şiddetli bir yumruk atıyor. Mahvolduk! Mahvolduk!



“Hikayeleri ne?”
“Baş tarafta yatan şoför. Diğer üçü yolcu. Kaza sonucu camlardan fırlamışlar.”
“Tetkikler…”
“Doktor Bey, dört aydır hiçbir ilerleme yok durumlarında. Aksine çürümeye başladılar. Dosyalarını masanıza bıraktım.”
“ Tanrı dilerse ölecekler. Dilemezse…Hiçbir şeyleri aksatılmasın!”
“Aileleri bile arayıp sormuyor efendim. Sonuçta biz de her işini parayla halleden bir müesseseyiz. Daha ne kadar…”
“Ne diyorsam onu yapın! Ben kimsenin fişini çekmekle yetkili değilim. Siz de!”
“Bir dakika! Efendim, biri ölmüş. Biri ölmüş nabız yok. Solunum yok. Hiçbir şey yok!”



Esfel-i Safilin öğlene doğru gecekonduya geliyor. Duvardaki naylonu hışırtıyla açmasıyla Eşref-i Mahlukat’ın üzerindeki kara sinekler camsız pencereden dışarıya kaçıyor. Belhum Adal köşeye büzülmüş başı ellerinin arasında düşünüyor. Havanın aydınlanmasıyla, etsiz kalmış kemiklerini yalayan beyaz kurtları görüyorum. Saatlerdir aynı cümleyi tekrarlıyor: “Hiç değilse yaşıyorduk.”

Esfel-i Safilin hiçbir şey söylemeden masanın yanına kadar yürüyor. Arkada bıraktığı kan izlerini takip ediyorum. Sinekler çoktan yerlerini almış bile.

“Sen ne yaptın?”

Belhum Adal bu sözleri söylerken dudağının kenarındaki kurt tutunamayıp dizinin üzerine düşüyor ve göz açıp kapayıncaya kadar dizkapağının altına giriyor. Esfel-i Safilin donmuş gibi. Belhum Adal güçlükle yanına kadar sürüklenip onu ayağıyla dürtüyor. O anda Esfel-i Safilin elini belinden çekiyor ve pantolonu kemeriyle birlikte yere düşüyor. Adamın belden aşağısı kanlar içinde! Sessizce birbirimize bakıyoruz. Sonra biri naylonu açıp içeri giriyor. Hışırtıyı ve beton zeminde tıkırdayan adımları duyuyoruz fakat hiç birimiz ondan yana bakamıyoruz.

“Alın bunları!”



“Hemen alın bunları! Ameliyathane hazırlansın. Son bir şans! ”
“Fakat doktor bey, kanamaları gittikçe artıyor. Yaşamazlar!”
“Ben yaşatacağımı söylemedim ki! Daha kolay ölmeleri için... Fişlerini çekmeden…”



Hiç böyle düşünmemiştim. Evet bu en sonunda olacaktı ama insan o an gelene kadar hep son dakika golü bekliyor. Adamların üçü de karşımda yatıyor. İkisi masanın üzerinde, biri yerde. Tek başıma Belhum Adal’ı masaya kaldıramadım. Sanırım bir denge bu. Eşref-i Mahlukat ve Esfel-i Safilin yan yana. Ahsen-i Takvim ve Belhum Adal yan yana.

Bu kaseti her kim dinliyorsa şunu bilsin ki, hayat alem içre bir soluk denizi. Edebi ya da felsefi bir saçmalık da diyebilirsiniz bu cümleme. Benim için önemli değil. Gökyüzüne yeşil bir çarşaf çekiyorlar. Kasetin sonu da geldi. Arkamda biri var. Anneme canımın acımadığını söyleyin. Bir de… bu teybi dönercinin yanındaki elektronik mağazasına geri verin. Bugün dokuz mart iki bin on iki… Tamam…Bitti…

*

“Bu nasıl olur? O evi kaç kere aradık. Gözetledik. Kimse girip çıkmadı. Şimdi bu kaset, bu teyp…Bunu üstlerime nasıl açıklarım?”

“Başkomiserim, şimdi bundan daha büyük bir sorunumuz var? Muhbirlerimiz teker teker öldürülüyor. Adları ve adresleri deşifre oldu. Çoğu sivil vatandaş.”

“Kamil, bunun için yapılabilecek hiçbir şey yok. Genel Müdürlükten emir geldi. ‘Teröristler önemli bilgilere ulaşamadı’ açıklaması yapacağız.”

“Fakat…”

“Kamil!”

“Emredersiniz efendim.”




...ENGİNDENİZ...

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Aralık Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Aralık yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
ARALIK yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik, @lacivertignedenlik
30.3.2012 13:25:00
Okudum yazılarını toprak ,yorum yazdım içimden / devamm ...
DİLEK YILDIZI
DİLEK YILDIZI, @dilekyildizi
14.3.2012 21:18:06
bu kesinlikle üst zekalı okuyucu için yazılan bir yazı.Üç defa okudum ben birşey anlamadım.
Eşref-i Mahlukat ve Esfel-i Safilin yan yana. Ahsen-i Takvim ve Belhum Adal ...
SEN SİHİRLİ KALEMSİN BOŞ YAZMAZSIN AMA
BUNU OKUMAKVE ANLAMAK BENİ AŞIYOR İÇTEN DİYORUM...HOLTE...


SAYGIMLA...
sahra
sahra, @sahra
13.3.2012 14:24:17
..

sahra tarafından 12/10/2016 2:30:25 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
İlhan Kemal, @ilhankemal
12.3.2012 04:10:12
Okunduğunda güne niye geldiği merak edilmeyen bir öykü olmuş. Hatta güne geldiği unutulup, üzerine düşünülen, düşüncelere dalmışken Sahi, ben mutfağa niye geldim? dedirten bir öykü. Ölümün kıyısında yaratılan alternatif dünyalar için güzel bir çeşitlemeye tanık oldum.

Öykünün geneline bakınca yine dört artı bir kişilik bir öykü olmasına rağmen yazarın kendini çok daha evinde hissettiğini düşünüyorum. Dikkatini olayın kurgusunun ötesinde, hikayenin zengin anlatımına vermiş. İlk hastane sahnesi için acaba erken mi diye düşünürken, finale gelince o sahnenin doğru yerde bulunduğunu anladım.

Elinize sağlık. Gerçekten güzeldi. Saygılarımla.
SEVİLAY DİLBER
SEVİLAY DİLBER, @sevilaydilber
12.3.2012 01:10:12
sevgili dost kalem güne gelen öykünüzü canı gönülden tebrik ediyorum..
başarılar dileğimle selamlar..
cizgilikagit
cizgilikagit, @cizgilikagit
11.3.2012 20:32:49
Bitirince bir süre öyle kaldım. "bu neydi şimdi?" diye sorarak.
Bu dört kahramandan en çok anlatıcıya yakınım sanırım, birçoğumuz öyleyiz belki. Her konuda uyanık geçinirim, zehir gibi akıllıyım sözde, sonra nasıl gidip şeytanın o en basit tuzağına düşerim ben de anlamam. Çenemi tutmayı bir öğrensem!
Öykünüz bu sefer diğerlerinden daha farklı. Tek kelimeyle çarpıcı hem mecaz hem gerçek anlamlarıyla.
Bir tek Hüvel Baki'nin mezardaki teyzeye uygun bir isimlendirme olup olmadığına takıldım biraz. Belkide de kurtçuklardan kurtulmak için satırları hızla geçerken birşeyler kaçırmışımdır. Zira o kurtçukları ağzımda hissettim bir an. Bundan sonra iki düşünür bir söylerim inşallah.
Elinize sağlık.
O qué
O qué, @o-qu
11.3.2012 17:59:01
Öncelikle yazarımı gün seçkisi ve güzel öyküsünden ötürü tebrik ediyorum.

Eminim bu öyküyü okuyan herkes farklı çıkarımlarda bulundu. Yani herkes farkli birşeyler gördü, anladı, hissetti. Bu olay şiirde olması gerekendir, olmadığı taktirde şiiri zayıf düşürendir. Ve düz yazı için oldukça zor her kalemin harcı olmayan bir zenginliktir. Ben iki kere okudum. İkisinde de soluksuz :)

Tekrar tebrikler.
Sevgim ve hayranlığım daima bu sayfaya, sahibine...
Hüseyin TOPHAN
Hüseyin TOPHAN, @huseyintophan
11.3.2012 17:34:33
sayfaya düşen güzel yazılarınızdan birisini yine büyük bir beganiyle okudum sevgilerimle Bogazın kıyısından slm
Neşe CÖMERT
Neşe CÖMERT, @nesecomert
11.3.2012 16:45:19
Çok uzun olmasına rağmen akıcı ve kendini ziyadesiyle şevk ve merakla okutan muazzam bir yazıydı. Zekanıza ve üslubunuza hayran kaldım inanın. Güne yakışan bu değerli yazıyı ve iyesini kutlarken, seçki kurulunun da yerinde ve hakkıyla işlem yapmasına teşekkür ediyorum.

Selam ve saygılarımla sn yazar..
masal_o
masal_o, @masal-o
11.3.2012 15:57:10
çok güzel bir yazıydı. okumam bitiğinde annemin iğne oyasından yaptığı danteller geldi gözümün önüne, itina ile işlenmiş her ilmekte özen ve ortaya çıkan eser karşısında hayranlık düşüyor yüreğime kutlarım yazan zekayı ve kalemi..
Davidoff
Davidoff, @davidoff
11.3.2012 15:05:04
10 puan verdi
Enginkalem'i güzel yerlerde görmek ne mutlu.

Annem hep derdi ki; arkanızdan kenarı oyalı mendiller bırakmayın: Çabuk solar gider. Kendinizden bir şeyler bırakmak istiyorsanız "Adınız Kalsın."

Başarıların Raflara yükselmesi en büyük dileğimdim arkadaşım.

**Havin_**
**Havin_** , @--havin---
11.3.2012 14:52:56




Hemen konuya geçmeyeyim diyorum, önce bir hâl hatır sormalı. Umuyorum ki keyfiniz yerindedir, bir kahve yahut çay içerken okuyorsunuzdur yazdıklarımı. Ben kahvemi içtim fincanımı kapadım - çok da anlarım ya- . İşlerim var, onlara başlamadan evvel günün yazısını; Sevgili Aynur Hanım'ın yazısını okuyayım dedim.


Okudum...


İkinci kez okumalıyım dedim, bunu derken bir okuyuşta anlamıyor musun Havin deyip çimdikledim kendimi. Bir saatten fazladır bu sayfadayım sanırım. Her sayfada bu kadar kalırsam günü 48 saate çıkarmak değil 360'ı düşünmelerini isteyeceğim gökten-aydan-güneşten...


Öncelikle azminizin gözden kaçması için kör olmak gerekir. Nesir çalışmalarınızdaki istikrarlı ilerleyişiniz taktire değer. Emek veriyorsunuz, hem de koca koca saatler. Aklınızdan çıkmıyor yazdıklarınız-yazacaklarınız, tasarımlarınız vs. Okumaya değer verenlerimizin bu hassasiyetine dikkat ederek emek verenleri baş tâcı yapmak gerekir.


Gelelim öykümüze.


Hazan kuşları...


Müziğin öyküsü öyle derin ki... Birgün oturup hayâllerinize yolculuk etmeniz gerektiğini düşünüyorum. Öyküler de düşlerin aksi fakat anlatmaya çalıştığım bambaşka bir şey. Bir gemi ve denizi düş edin... Şu an bile söylediğimi anladığınızı düşünerek burada noktalıyorum...


Öykü heyecanlı bir girişle sürüklüyor okuru. Lâkin öylesine ince bir ayrıntı var ki ve eğer ki bu olmasa idi açıkçası bu yorumumun adı, seyri çok farklı olacaktı.


Ahsen-i Takvim.. Esfel-i Safilin.. Alayı İlliyin...Belhum Abdal...


Şu dörtlü olmasa idi öyküyü anlamak, imkânsızın imkân sınırlarını parçalar derecesi olurdu. Okurken diyorum "yahu Aynur Hanım bu kadar sıkıcılığın içinde bir şeyler aratıyordur muhakkak kaçma Havin otur ve iyice anla!"


Biraz daha derin düşününce evet taşlar oturuyor yerine.


Ve dünya hâlleri...


Ve kaçtığımız, korktuğumuz, sırt döndüğümüz, acıdığımız, merhamet dilediğimiz insan profilleri... Eyüp Sultân geldi aklıma bir an. Hiçbir alâka yokken diyeceğim ama ağzından kurt düşüp dizi altında yine yer buluyorsa... Zor değil neden düşündüğümü düşünmek...


Bir beyin fırtınası. Okura verilmesi gereken ne var ise mevcut öykü unsurlarında. Tekrar emeği taktir etmek tekrara sebep baş ağrıtsa bile teşekkür etmekten alamayacağım kendimi.



Birkaç önemli niteliği daha, yazının kendini okutması adına..

Sayfa düzeni, yazım kurallarına uyumu vs. Kişi, evinde nasıl ki konuklarını kusursuz bir görünümle ağırlamak istiyorsa buradaki sayfalarda da böyle olmalı düşünce. 6 yılı aşkın süredir buralardayız, demirbaş gibi hissediyorum kendimi ve aile diyoruz o zaman lütfen konuklarımızı böyle özenle ağırlayalım efendim...

Bu arada "makaram sarı bağlar lo kız söyler gelin ağlar, niye ben ölmüş müyem lo asyam karalar bağlar..."

Güzeldi..

Kâlbî teşekkürle ve azminizin dâimiliğine dâir kâlbî dileğimle..


Esen kalın...
Ülviye Yaldızlıı
Ülviye Yaldızlıı, @ulviye-yaldizlii
11.3.2012 13:52:09
Geleceğim, geleceğim..
Az sonra.Çayım; demini tam alsın hele bir:)
meselci
meselci, @meselci
11.3.2012 13:28:30


ENGİNöykü...


Günü aşmış
kanatimce.
Um
Umut Kaygısız, @umutkaygisiz
11.3.2012 13:18:17
Abartılı tebriklerden ve tekrarlanan övgülerden fazla hoşlanmadığınızı biliyorum. Sizin için mühim olan emeğinizin okunuyor olması değil mi? İşte ben de sizi zevkle takip ettiğimin bir nişanesini bırakıyorum sayfanıza. Kutlarım.
N.ALTIN
N.ALTIN, @n-altin
11.3.2012 13:09:43

TEBRİKLERİMLE,

Güne gelişi ayrı özellik,yazı ayrı şaheser,senin yüreğin müthiş,yürekten kutluyorum güzel şairem,

Sevgilerim narin nadide yüreğine,
Mehtap ALTAN
Mehtap ALTAN, @mehtapaltan
11.3.2012 13:01:07
Öyküleri zenginleştiren sanırım gözlemdeki hassas tartı olsa gerek...

Yine sana has emek verilmiş çok değerli bir çalışmaydı...

Tebrikler Aynur...
Hamuş-71
Hamuş-71, @hamus-71
11.3.2012 12:11:41
10 puan verdi

Bu seferde kutlamak için geldim Engindeniz'imi.

Kesinlikle beklediğim ve hatta bildiğimdi o yüzden şaşırmadım günde görünce :)

Yerini ziyadesiyle hakeden, çok titiz bir çalışma sonucunda ortaya çıktığı her satırından belli olan hikayeni ve yazan kalemini bir kez daha kutluyorum can dostum.

Seni tanımak kadar yazdıklarını okumakta özel bir duygu bahşediyor bana. Kendi adıma bu güzelliklere bizleri vakıf ettiğin için bir kez daha kalben teşekkürlerimi kabul et lütfen.

Çok pek çok sevgim ve duam ile...



Ahmet Ayaz
Ahmet Ayaz, @ahmetayaz
11.3.2012 07:59:18
TEPRİKLER
AHMET AYAZ
Angie
Angie, @semaenci
11.3.2012 07:08:19



Soluksuz okuyuş ve hayranlıkla çıkıyorum sayfanızdan yine.
Ve diyorum ki "zeka sen ne güzel şeysin."


Sevgimle.



lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik, @lacivertignedenlik
11.3.2012 01:21:26
çok güzel / çok

sevgiler kokulu toprağım
Mehtap Yıldız
Mehtap Yıldız, @mehtaphumeyraguldalli
11.3.2012 01:19:53
10 puan verdi
(:

en azından artık geceleri neden uyuduğunu biliyorum minik kuşum(:

ve senin adına çook çook seviniyorum

umarım rüyanda beni görürsün Aynur
..............inş........

tabiikide bekliyordum ve kutluyorum canım

kocamanından hemde


sevgimle
Nar-ı Çiçek
Nar-ı Çiçek, @nar-icicek
11.3.2012 00:22:16
Aralik sonrasi " Anneme canımın acımadığını söyleyin"


Enginlige hayranligim ile,
kutlu'yorum.
Davidoff
Davidoff, @davidoff
10.3.2012 21:38:02
10 puan verdi
İlk işim Hüseyin Altından Hazan Kuşlarının nasıl bir şarkı olduğuna bakmak oldu.

:(

Videosunu eklemek istersin diye düşündüm.


<iframe width="420" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/UUPk_4xctmI" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>
tacettin yıldırım
tacettin yıldırım, @tacettinyildirim
10.3.2012 11:47:12
teşekkürler engindeniz.......sayende çok güzel şeyler öğreniyoruz...buda neymiş demeden olayı güzel kaleminle kişiler üzerinden bize sunman ayrı bir yeti... buda sende fazlasıyla var...saygılar
AYSE 09
AYSE 09, @ayse09
10.3.2012 08:21:14
evet düşündürücü ve güzel anlatımdı
kutlarım kızımı susmasın gönül sesin hep çağlasın
saygım sevgimlesin
Etkili Yorum
Esmize - Perihan Kılıç
Esmize - Perihan Kılıç, @esmize-perihankilic
10.3.2012 03:47:47
10 puan verdi
Sanırım bir denge bu. Eşref-i Mahlukat ve Esfel-i Safilin yan yana. Ahsen-i Takvim ve Belhum Adal yan yana. her şey tezatıyla mukim değil mi sevgili Aynur...Bir tarafta yaratılanın en şereflisi diğeri ise beşer olma noktasında aşağıların en aşağısına indirilen iki tezat birbirinin varlığına şahitlik etmekte

Ahsen-i Takvim ve Belhum Adal en güzel yaratılan ve hayvandan bile aşağıda olan...tezatlar olmasa güzellikler nasıl bilinirdi...

ölümü, yanı sıra yaşama katılacak anlamlarla hayatın kıymetli olacağını ve yaşanmasının anlamı olacağını mükemmel aktarmışsın..ak ya da kara doğru ya da yanlış seçimlerimiz ölçüsünde insan olabileceğimizi, nefsimizin iplerini irademizin kontrolüne aldığımız müddetçe yaşarken ve ölürken şerefli olacağımızı ne güzel hikayeleştirmişsin...

kaleminini dimağını Allah nazarlardan saklasın yüreğine sağlık zihnine bereket var ol her zaman okumaktan büyük keyif aldığım nadide bir yazıydı... sevgilerim selamlarımla
(( Seçil Nimet ))
(( Seçil Nimet )), @--secilnimet--
10.3.2012 01:57:14



Kahramanların isimlerini kurguda -nasıl oturtuluyor merak ettim doğrusu...
İsimlerde tanıdık, soyisimlerde...

Tebrikler Aynur...
Mehtap Yıldız
Mehtap Yıldız, @mehtaphumeyraguldalli
10.3.2012 01:23:10
10 puan verdi
çıkmadan evvel tekrar geldim canım.

akılmda kelimelerin telaşa düştü sanırım ki...

ben bu güzelliği gece gece biraz sersem okudum Aynurum.

yeniden daha geniş ve ayık okumalıyım sanırım...nasip olursa yarın yeniden geleceğim inş..

favorimsin....gecen hayırlı olsun kıymetlim...






Lavi_(n)_Su tarafından 3/10/2012 1:25:07 AM zamanında düzenlenmiştir.
Mehtap Yıldız
Mehtap Yıldız, @mehtaphumeyraguldalli
10.3.2012 00:49:03
10 puan verdi
senin bu deli aklını
bilsen ki nasıl seviyorum öyle akıllı akıllı...uslu çocuksu

Ah Aynur

sen hiç uyumazmısuın geceleri aşkısı....uyumayı öğren artık canısı


seviyorum engin güzelliğini

İlahi Aşkla hep tanem


duamsın.....
Hamuş-71
Hamuş-71, @hamus-71
10.3.2012 00:38:08
10 puan verdi

Günışığım öykünü okuyup bitirdikten sonra kendimi şöyle bir yokladım. Uzun bir yazının sonunda aklında kalan seni en etkileyen şey neydi diye. Ve bazılarının belki sözlük ve ya güncel deyimle google amcadan bakarak anlamını öğrenebilecekleri 3 ismin etkisinde kaldığımı farkettim.

Ahsen-i takvim, “En güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”
Alâ-yı illiyyîn, “Bunu başarabilenlerin ulaştıkları yüksek makam.”
Esfel-i safilîn, ise “Yanlış yazanların düştükleri aşağılık ve çöküş”

Sadece bunlar için bile bir kez daha hayran olunası bir kalemin var can dostum yürekten kutluyorum seni.

Daim sevgimle...

© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL