6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1140
Okunma
Odamda defalarca kahkaha attım. Bağırdım içimden.
“Beni sevdiğini söyle lan orospu çocuğu.”
Duvarları yıkıp kaçmak istedim. Perdeyi aralayıp göğe baktım. Karanlıktı. Camda damlaların süzülüşünü izledim. Çok hızlıydılar. Tekerlekli sandalyeme baktım. Kalkmaya yeltendim. Tökezledim, düştüm.
Damlalar birleştikçe süzülmeye devam etti.
Babam homurdanarak uyandı. Annemin bir insanla çiftleşmemesi ne kötü. Yatağın altından kutuyu çektiğini duyuyorum. Biraz sonra annemle, yeniden... Kocası olduğunu hatırlatıyor sadece. Sevmiyor.
“Anneme onu sevdiğini söyle lan orospu çocuğu.”
Nefesi hızlanıyor. Sadece onun nefesi. Annem ölü gibi yatıyor altında. Kocası olduğunu memelerinin üstündeki kamalara rağmen hatırlamıyor sanki. Hangisi daha çok acıtıyor acaba?
Babam hakaretlerine başladı. Uyuduğumu sanıyordu.
Bir süre sonra sesler kesildi. Odamın kapısı hışımla açıldı.
“Kalk ulan... Hayvan gibi uyumandan bıktım usandım.”
Elinde keserin sapı olduğu aklına geldi. Yorgan acıyı sadece azaltıyordu. Yoksa ben hep üşüyordum.
Akşam yediğim şeyleri çıkardım.
“Fabien, bu gün kiliseye gitmek ister misin?” dedi sevecen bir tonla.
“Hayır anne. Tanrının beni görmekten hoşlanacağını sanmıyorum.”
Gelip sarıldı.
“İstersen sen gidebilirsin.” dedim.
Kiliseye giderken her zaman hazırlanması uzun sürer. Ya rahibe ya tanrıya âşıktı.
Evden çıkarken kapının arkasına baktı. Yalnızca bir yağmurluk vardı. İlk kez bir yağmurluğa ihtiyaç duyuyordu.
“Benimkini alabilirsin anne...”
“Teşekkür ederim iyi yürekli oğlum benim.”
Yalnız kalınca resimlere baktım. Sıkıldım sonra, kapının önüne çıktım. Ellerimi yağmura tuttum. Ellerim simsiyah olmuştu.
Annemin gelişini gördüm. Beraberinde birkaç kişi yürüyordu, yaşlı teyzenin yanındaki kıza gözüm takıldı. Çantasını kolunun altına sıkıştırmış düz uzun saçlarını umarsız sallıyordu. Yağmuru ilk defa sevdiğimi hissettim. İçimde bir şeyler kıpırdandı. İçimde kıpırdanan her şey sandalyesinin tekerleklerine dokunup geri oturdu.
Kapıda sohbete tutuştular. Öyle arınmış öyle günahsız görünüyorlardı ki... Ben de gitmeliydim belki de...
Saçını sallayan kızın yağmurdan korkmaması ne güzel. Sadece bu özelliği için ona âşık olabilirim. Ama önce içimde taşıdığım tüm ağırlıkları bırakmalıydım. İçime beyaz bir kâğıt sermeliydim. Kocaman bir beyaz kâğıt… Yağmursuz…
“Şuraya gökyüzü koymalı, şuraya bir ev çizmeli, buradaki tepeler mavi olmalı, masmavi bulutlar, güneş bulutların arasından parlamalı, şu…”
‘Fabien boş boş ne bakıyorsun haydi içeriye girelim.’’
Annemin sesiyle birlikte kız da saçları da gitti.
“Bu gün Paskalya...” dedi annem, “Unuttun mu yoksa? Bu akşam güzel eğlenelim.”
“Anne biraz sonra o gelecek.” dedim.
“Babanın en sevdiği bayramdır Paskalya...”
Annem bir melekti. Balık hafızalı. Beni, paskalyada yumurtayı doğru boyayamadığım için dövmüş, hastanelik etmişti. Ondan sonra da yürüyememiştim zaten.
Annem giyeceklerimi büyük bir özenle ütülemeye başladı. Ütülediklerini kontrol edip sandalyenin üstüne koyuyordu. Annemi iş yaparken hep izlerdim. Saçlarını örgü şişi ile toplayıp topuz yapmıştı. Şeytan ve koruyucu meleğim.
Ağzımdan bir mırıltı döküldü…
“Bayan Sofi’nin yanında yürüyen kız ne güzeldi; ilk defa gördüm, kimdi?”
Annem sıcak ütüyü alıp kalbime bastırdı. Canım acımadı hiç…
‘Fabien, baban gelmeden banyo yapmalısın.”
Bana bir sigara sardı...
Babam paskalya yortusunu umursamayacak kadar sarhoştu, yalpalayarak kapıyı tekmesiyle açtı. Kapı arkaya devrildi. Babam kör kütük yatağına uzandı.
Gece odamın kapısı sessizce açıldı. Gelen annemdi.
“ Oğlum uyuyor musun? Canın yanmadı değil mi?”
“Hayır, yanmadı anne...”
“Fabien .. Ben... Sanırım...”
“Söyle anne.”
“Sanırım... Kıskandım.”
Evin içi daha da sessizleşti. Yağmur daha bir hızla yağıyordu...
Tam olarak saate bakmadım. Yataktan doğrulup tekerlekli sandalyemi babamın odasına çevirdim. Kapıyı araladım. Babam domuz gibi sızmıştı. Annem sardığı sigaraların etkisiyle yarı ölüydü. Sağ yanına kıvrılıp uyuyordu. Bir süre onlara baktım.
Babamın gümüş sivri kamalarını yastığın altından çektim...
Gökte şimşekler kuduruk gibi odanın içini aydınlatıyordu. Babamın göğsüne oturup içimden saymaya başladım. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, altıncı şimşekte alnın her iki yanındaki şakak boşluğuna bıçakları sapladım. Ruhu bile uyanmadı...
Annem bir melek gibi uyuyordu. Onu boynundan öptüm. Saçlarını okşadım. Parmaklarındaki tırnaklara baktım. Şeytansı tırnaklarına. Komedinin üzerindeki örgü şişini kalbine sapladım. Annem bir melek gibi uyuyordu hala ..
Defalarca sapladım.Defalarca öptüm saçlarından.
‘ Seni seviyorum anne ‘
Sahi annemi seviyor muydum? Yağmur alabildiğine şimşeklerin sesine karışıp yağıyordu. Gök aslan gibi kükrüyordu. Benim sesim ağlıyordu. İçime biriken taneler boşalıp yeniden sürükleniyordu ruhuma doğru….
Sessizlik. Tekerleklere yüklendim yeniden. Odalarının aralık kapısından dışarıya süzüldüm. Annemle babam arasındaki kamalar görünmüyordu artık. On beş yıldır yağan yağmurun dahi temizleyemeyeceği büyük bir kan gölünde uyuyorlardı.
İlk kez birbirlerine bu kadar yakınlar...
lacivertiğnedenlik / chaotica