13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1792
Okunma

FİKİR SUÇLARIM !
Sevgi, barış, kardeşlik, demokrasi, hak, hukuk, sosyal adalet gibi kelimeleri ne zaman duysam tüylerim diken diken olur. Yanlış anlaşılmasın. Ayrı ayrı duyduğumda çok severim bu kelimeleri ama topluca, hep birlikte söylendiklerinde mutlaka ardında bir Çapanoğlu ararım. Bu elbette ki bir paranoyadır. Eh ben de o kadar sağlıklı sayılmam zaten.
Yıl 1980. İhtilalin ayak seslerini duyuyor gibiyiz. Sağcısı-solcusu kafası çalışan her kesin ortak kanaati : ’’ En kötü bir demokratik yönetim bile en iyi askeri yönetimden iyidir. İhtilal olursa yandık’’ Ben ise tam tersine ’’ Bu akan kanı ancak bir ihtilal durdurur o halde bir an önce yapılsın da her gün oluk oluk kan akıtılmasın ’’ diyenlerdenim.
İşte böyle bir ortamda orta 3. sınıf öğrencilerimden Ali Mustafa Yılmaz ’’ Ay Öldürüldü ’’ adlı bir roman yazdı. Çocukça bir şeydi tabii ki. Ben de bildiğim kıt kanaat edebiyat bilgilerimle çocuğa yardımcı oldum ve bazı düzenlemeler yaptım. Okulda beş tane Türkçe öğretmeni olduğu halde çocuk kitabını bana getirdi düzenleme yaptırmak için. Bunun sebebini anlayacaksınız zaten ilerleyen satırlarda. Neyse kitap tamalanınca yine Ali Mustafa’nın ısrarları üzerine buna bir ön söz yazdım.
Kitabın konusu kısaca:Köyden kente okumaya giden bir lise öğrencisi var. Bu lise öğrencisi içkiden uyuşturucuya kadar her türlü pisliğe bulaşıyor. Sonunda soyadı Ay olan bir öğretmen bunun elinden tutuyor. Çocuk namaz- niyaza başlıyor. Adam oluyor vesselam. Fakat Ay, bu tür faaliyetleri yüzünden anarşistler tarafından öldürülüyor. Hepsi bu. Tamamen çocukça bir kitap. Ve ben işte bu kitaba bir ön söz yazdım ve çocukcağız tamamen kendi imkanlarıyla bastırdı bu kitabı. Tabii ki ilk iş olarak da önce okulumuzda dağıtmaya çalıştı. İşte o noktada ’’ Sevgi, barış, kardeşlik, demokrasi ve saire ve saire tüm o güzel kelimeleri dillerinden hiç düşürmeyen çok değerli hem de Türkçe Öğretmenlerimiz ! ’’ Çocuğu neredeyse parçalayacaklar. Hatta bir tanesi yakasına yapıştı daha on dört- on beş yaşındaki çocuğun ve soruyor ’’ Ulan sen nasıl olur da kitap yazarsın ? ’’ Dikkat! ’’Nasıl bu konuda, şu konuda kitap yazarsın değil. Nasıl kitap yazarsın? ’’
İki ay sonra da bana mahkemeden bir bildiri: Açıp bakıyorum: O kitaba yazdığım önsözden dolayı hakkımda savılığa suç duyurusunda bulunulmuş. Kim tarafından? : Her fırsatta ’’141 ve 142 ye hayır, Sansüre hayır. ’’ diyen arkadaşlarım! tarafından. Yani fikir ve düşüncenin suç kapsamından çıkarılması için ! mücadele eden fikir emekçileri ! tarafından. Her gün politika icabı da olsa birbirimize ’’ Günaydın ’’ dediğimiz tam on iki öğretmen arkadaşım ! tarafından.
Çok şükür ki savcılık da o arkadaşlarım ! gibi düşünmemiş ve kitabı inceleyerek ’’ Takipsizlik’’ kararı vermiş.
Üzerinde bunca kıyametler kopartılan kitaba ne ne oldu dersiniz? Bu gün yer yüzünde o kitaba sahip olan sadece iki kişi var. Biri yazarı, diğeri de ben. Geri kalan elli kadar nüsha yı ne alan oldu ne de satan.
İşlediğim ilk fikir suçum ! buydu. Gelelim ikincisine:
1983 yılında Artık Batman’daydım. 1984 ten itibaren orada her sene bir tiyatro eseri sahneye koyduk. Necip Fazıl’ın ’’Yunus Emre’’sini oynadık. Cevat Fehmi’nin ’’ Paydos ’’ unu da oynadık. Ama Gogol’un ’’ Bir Evlenme’’sini oynayamadık. Önce doğrudan doğruya eserin kendisini yolladık İl Milli Eğitim’e izin için.
’’ eserdeki şahısların Rus olması ve halkın bunu anlayamayacağı ’’ gerekçesi ile geri geldi izin yazısı. Bu sefer ben eserdeki bütün isimleri Türk ismi yapıp yeniden izin için yolladım. Yollamaz olaydım. Bu sefer de eser ’’Milli ve manevi değerlerimizle örtüşmediği!’’ gerekçesi ile geri çevrildi. Biz de çaresiz o sene Manda Gözü adlı bir piyesi sahneye koyduk.
İkinci fikir suçum biraz daha pahalıya patladı bana. Çünkü kısa süre sonra okul müdürü olan hemşerim Mehmet Bey,okulda boşalan iki müdür yardımcılığı kadrosu için benim ve bir başka arkadaşın dilekçesini İl Milli Eğitim Müdürlüğüne gönderdiğinde benim dilekçem gerisin geri geldi. Müdür arkadaşım bunun gerekçesini sorduğunda da açık açık söylemişler ’’ Sami Biberoğulları nam öğretmen komünist olduğu için onaylamadık ’’ diye... Sami Biberoğulları ve komünistlik. Ben artık ne diyeyim. Yorum sizlere ait.
Batmandayken sahneye koyduğumuz eserlerden biri de benim kendim tarafından yazılan ’’ Herhangi Bir Karakol ’’ adlı mini bir piyesti. 1987 de Batman’da oynadığımız ve o zamanın Batman Kaymakamı olan Ali Ülger’in ayakta alkışladığı, Emniyet Müdürünün göz yaşları ve kıvanç içinde seyrettiği oyunu 1992 de İzmit’te sahneye koyamadık. Gerekçe: ’’ Bekçilere hakaret ediliyor.’’ Hakaret ne peki ? Piyesteki Bekçi, karakolun komserine hep ’’ Gosmer beg ’’ diye sesleniyor.
Çok şükür İzmit’teki fikir suçum ne mahkemelik oldu ne de başka bir zarara uğrattı beni. Hayal ve gönül kırıklığını saymıyorum tabii ki.
İşin ilginç tarafı aynı esere Afyon- Sandıklı’da da izin alamadık. 1998 yılında Necip Fazıl’ın ’’ İbrahim Ethem ’’ adlı piyesi için de izin alamadık. Çünkü kaymakam fena halde korkuyordu böyle bir eserin oynanmasına izin verdiği takdirde başına geleceklerden. İlk etapta adama çok kızmıştım. Fakat daha sonra ne kadar haklı olduğunu bizzat gözlerimle gördüm. Eşi örtülü diye şikayet edilmiş, gelen müfettişler dönemin Belediye Başkanına bile sormuşlar Kaymakamın eşinin başını örtüp örtmediğini ...Neyse, sonunda adamcağız uzak bir doğu kasabasına sürüldü.
Kısacası komünist oluyorsun bir bela, faşist ya da şeriatçı oluyorsun bir başka bela. Diyeceksiniz ki ’’kardeşim sen de Atatürkçü ol.’’ İyi de o daha da bela. Millet kendisinden başka Atatürkçü tanımıyor ki. İstediğin kadar mabadını yırt ’’ Ben Atatürkçüyüm ’’ diye Millet kendi normlarına bakıyor. Ve de her kesin ayrı normları var.
Yahu asıl konuya gelemedik daha değil mi? Konu köstebekti oysa.
Fikir suçlarım kaç oldu saymadım. Köstebek olayı benim son fikir suçum. Neredeyse hapse girmeme sebep olabilecek bir suç hem de. Bu suçtaki en büyük suç ortaklarım ise en başta Tarihçi, yazar ve hatta televizyon programcısı Murat Bardakçı , Edebiyat Öğretmeni Ahmet Karaman ve Bulut Kırtasiye ( Recep Bulut )
Murat Bardakçı o sıralarda Hürriyet Gazetesinde bir Tarih eki veriyor. Her hafta yayınlanan bu Tarih ekinde de oldukça matrak konuları ele alıyor.
Bir hafta, baktım o ekte anlatılan bir olay Sandıklı’da cereyan etmiş. Olay aynen şöyle:
1912 Yılında ( Yani Osmanlı Devleti’nin İtalya ile Trablusgarp Savaşını yaptığı yıllarda ) Sandıklı’da, Tokatlızade Ahmet adındaki bir çiftçinin tarlasına köstebekler dadanmış. Adamcağızın patateslerini mahvediyorlarmış. Adam da gitmiş Sandıklı kadı naibine ( Yani vekil hakim ) köstebeklerden şikayetçi olduğunu belirten bir şikayet dilekçesi vermiş. Kadı naibi ise ciddi ciddi bu dilekçeyi incelemiş ve hatta hüküm bile yazmış. Yazdığı hükümde Köstebekleri bir daha tarlaya zarar vermemeleri konusunda uyarıyor ve o güne kadar verdikleri zarardan dolayı da Allah’a havale ediyor. Ayrıca mahkeme kararını da adamın tarlasına gömdürüyor. Murat Bardakçı bu olayın belgelerinin fotokopilerini de koymuş çok şükür ki yazısına.
Ben bu yazıyı bizim okulun panosuna asayım da biraz şamata olsun dedim ama müdürümüz izin vermedi. İşte bu noktada olaya Edebiyat Öğretmeni Ahmet Karaman da girdi. Yazının fotokopisini aldı ve bizim okulda değil ama görev yaptığı bir diğer okul olan Anadolu Lisesinin panosuna astı. Burada da olaya Bulut Kırtasiye karıştı. Adamın o okulda okuyan bir yakını bu komik yazıdan Bulut Kırtasiyeyi haberdar etmiş. O da hemen yazının bir fotokopisini alarak kırtasiye dükkanının camına asmış. İşte o andan sonra olay adliyelik olmuş.
Suç: Devletin âli ve yüce adaletini alenen tahkir ve tezyif.
Suçlu : İlk etapta Recep Bulut. Ama o da asıl yılanın başının ! ben olduğunu belirtince( Ahmet Karaman’dan alıyor bu bilgiyi ) kabağın patladığı kafa benim koca kelle oluyor tabii ki. Murat Bardakçı’nın ise bu olaydan hâla haberi yok.Hiç bir zaman da olmadı zaten.
Velhasılı namussuz köstebek neredeyse bir asır önce Tokatlızade Ahmed’e bela olmuşken şimdi de bana bela oluyor. ’’ Bu arada 1912 de olan bir garabetin 1999 daki Türkiye Cumhuriyeti’nin adaleti ile ne alakası var’’ diye bir saçma soru sormazsınız sanırım? Alakası olmasa koskoca savcılık ben ve Recep Bulut hakkında suç duyurusunda bulunur mu hiç?
Recep Bulut kıvrım kıvrım kıvranıyor. ’’ Hocam o derginin aslını istiyor savcılık. Eğer o yazı bir dergiden alınmadıysa ikimiz de hapisteyiz bilesin. İnşallah o dergi duruyordur sende.’’
Çok şükür duruyordu. Bir suçlu varsa o da Murat Bardakçı’ydı. Biz tamamen suçsuzduk. Kısacası bu son fikir suçumda da topu Murat Bardakçı’ya atarak yırtmıştım.
Çekirge bir sıçrar, iki sıçrarrrrrr... ( Köstebek miydi yoksa ? ) Neyse o gün bu gündür bıraktım bu işleri , fırçalıyorum dişleri. Neme lazım... Bu yaştan sonra artık köstebek sıçrayamaz sanırım.