13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1483
Okunma

Hep mizah , hep mizah. Gına geldi değil mi? Biraz da ciddi ciddi bir şeyler yazalım. - Artık nasıl becerebileceksem?- Neyse deneyeceğim bakalım becerebilecek miyim ?
Yıl 1974 - 1975.
‘’Edebiyatçı olup da aç mı kalacaksın? ‘’ diye benim adeta zorla, lisede fen bölümüne itilmeme sebep olup da o üç yıllık liseyi beş senede bitirmeme sebep olan babam( Aman Allah’ım bu nasıl bir cümledir böyle. Tam bir felaket. Ama kalsın ki ibret-i âlem olsun ). şimdi artık eşe dosta hava atıyordu ‘’ Oğlum Edebiyat Fakültesine gidiyor. Edebiyat Öğretmeni olacak ‘’ diye. Ona bir türlü anlatamadım. Hatta öğretmen olduktan sonra bile anlatamadım Tarih Öğretmeni olduğumu. Ona göre madem ki Edebiyat Fakültesinde okuyordum o halde Edebiyat Öğretmeniydim. Gariban babam on senelik öğretmen olduktan sonra alışabildi ‘’ Oğlum Tarih Öğretmeni ‘’ demeye. Neyse...
Koskocaman bir üniversiteli olmuştum lakin hâla gözlerim kapalıydı. Öğlenleri hâla çay-simide talim ediyordum. Taaa ki bir gün Suna beni fark edinceye kadar.
-Niçin yemekhaneye gelmedin. Ne güzel tavuk, pilav, çorba ve tatlı vardı.
-Allah Allah bizim okulda yemek de mi var?
-Ya sen duymadın mı hiç Turan Emeksiz diye bir şey?
-Ne alaka şimdi Turan Emeksiz?
-Yav ana binadaki yemekhanenin adı. Sahi hiç duymadın mı?
-Yooo.
-Haydi gel göstereyim sana. Oradan fiş alalım. Bir çay simit parasına ne güzel yemekler var orada.
İki aydır mensubu olduğum ama kapısından hiç içeri girmemiş olduğum İstanbul Üniversitesi ana binasının kapısına doğru yürümeye başladık ( Bizim fakülte Laleli-Vezneciler tarafında, ana bina ise Bayezıt’ta )
Kapının önünde bir sürü fruko ( Yani toplum polisi. Başlarındaki miğferler fruko gazozlarının kapaklarına benzediği için o lakabı takmışız ) nöbette. Bir tanesini hemen tanıdım. Üvey annemin dayısının oğlu Adnan abi. Arkadan yaklaştım yanına ‘’ Merhaba fruko’’ dememle birlikte copu çekip dönmesi bir oldu. Karşısında beni görünce de ‘’ Lan Sami sen miydin? Az daha copu yiyordun. Lan hıyar, polis adama öyle şaka yapılır mı?
Benim bir polisle sıkı fıkı sarıldığımı gören parkalı, pos bıyıklı bir kaç abi önce bana ‘’ Oyduk seni ‘’ der gibi baktılarsa da ayağımın sakat olduğunu görünce ‘’ İttir et lan ‘’ tarzından bir bakışa döndü o soğuk bakışlar.
Biraz sonra Turan Emeksizdeydim. Önce yemek fişi aldım. Sonra baktım ki daha yemek faslı bitmemiş ben de sıraya dahil oldum.Çünkü çay ve simit kesmemişti midemin gurultusunu. Bu arada bana bu noktaya kadar eşlik eden Suna yanımdan ayrıldı.
Turan Emeksizde sıra beklerken duvarlara yazılan yazılar dikkatimi çekti. Yanlış anlaşılmasın tek bir siyasi yazı yok. Hep hiciv sanatından inciler. Aklımda kalan bir kaç tanesi:
‘’ Ve Tanrı Erbakan’ı yarattı ‘’
‘’ Hamsi isteruk ‘’
‘’ Poh ye uşak ‘’
’ Bunu yazan Tosun. Okuyan okusun’
Her neyse sonunda tabldot yemeğimi aldım ve masaya oturdum. İyi … İyi çok kalabalık kamamıştı. İçerisi adeta boş sayılırdı. Biraz sonra da bizimkilerden bir arkadaş geldi oturdu karşıma
-Selamün aleyküm ülküdaş.
-Ve aleyküm selam ülküdaş.
Ülkücü Geçliğin en ateşli taraftarlarındandı karşımdaki. Yemek yemesi bile ateşliydi. Ben daha ‘’Bismillah’’ demeden o çorbayı mideye indirmiş, tavuk budunu sıyırıyordu ki zavallının lokması boğazına tıkıldı adeta. Dışarıdan gelen bir grup ülküdaş hemen onun yanına sokuldu ve heyecanla konuşmaya başladılar.
-Ulan sen ne biçim ülkücüsün. Dışarıda komünistler bizim arkadaşlara saldırıyor. Sen oturmuş burada yemek zıkkımlanıyorsun.
-Ne? Nerede? Ne zaman?
-Dış kapının hemen önünde. Kan gövdeyi götürüyor.
Daha durabilir miydi bizimki? Ama ne yazık ki o gün okula boş gelmişti kapıdaki polis ordusu yüzünden. Hemen kalktı ve oturduğu sandalyeyi yere çarparak elde ettiği sandalye bacağını eline alıp Turan Emeksiz’den şimşek hızıyla ‘’ Allah Allah ‘’ nidalarıyla dışarı fırladı.
O tam gaz koşarken diğer ülküdaşlara baktım gayet sakin ve yavaşça çıktılar dışarı. Beş on dakika sonra da ben çıktım. Fakat dış kapıya doğru yaklaştığımda hiç bir anornal durum göremedim. Hiç bir olağanüstülük yoktu. Kapının önünde ve etrafında büyük bir kavganın izi olabilecek hiç bir şey yoktu. Adnan abiye sordum bir kaç dakika önce burada bir kavga olup olmadığını ‘’ Yok olmadı ‘’ dedi.
Kafam karışmıştı iyice. Bir mokluk vardı ama ne?
Akşama doğru bizim ülküdaş tam anlamıyla eşekten düşmüş karpuz misali geldi okula ve kendisine ‘’ Dışarıda kavga var ‘’ diyen diğer ülküdaşlara ver veriştir etmeye başladı.
-Ulan var ya siz ib…siniz hepiniz. Böyle şaka olur mu hiç? Hem de kapıda Pol-Derli polisler( Yani solcu polisler...Sağcılar da Pol-Birli ) varken. Adamlar tek başına elde zopa ‘’ Allah Allah ‘’ diye koştuğumu görünce aldılar ikinci şubeye yer min yemez min? Bi ton zopa yedim.
-Oğlum sen de salak mısın? İnsan bir etrafına bakar. Hiç mi gözün görmedi en ufak bir olağanüstülük olmadığını?
Görmemişti işte. Görememişti. Ne o, ne de diğerleri o kadar çok şeyi görememişlerdi ki? Eğer görebilselerdi binlerce genç hiç yoluna kara toprağa verilir ve arkasından binlerce ağıtlar yakılır mıydı?
Nasıl becerebildim mi bu sefer mizahsız yazmayı?