27
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2724
Okunma
’’BİR BEYAZ LERZE, BİR DUMANLI UÇUŞ, EŞİNİ GAİB EYLEYEN BİR KUŞ GİBİ KAR, GEÇEN EYYÂM-I NEV-BAHÂRI ARAR ’’
Söz senindir… Duygular senindir… Yazı ise benimdir sadece…
Yüreğim yandığında… Yangın yerine döndüğümde yüreğim… Hep bozlak türkülerine sığınıyorum nedense… Yangın; ancak bir başka yangınla söndürülüyor işte…
Ve aşk insanın direncinin yitmesi haliymiş… Bilemedim… Öğreniyorum ben de…
Ne ilginç değil mi… mevsimin en kısa günü bu gün… Tesadüf mü bu bilmem ki… Geç gelmiştin bana… Yılın en erken gününde gittin bende…
Ve ne de çabuk akşam oldu… Hiç olmasın akşamlar derken… Ya da ne bileyim; zaman geceyse hani… Hiç olmasın sabahlar derken… Gün geceye döndü yüzünü yine… Yüreğim ise kendi sessizliğine işte…
Geçer mi bilmem… Olur mu yine sabahlar… Tan vaktini görür müyüm ki… Ya öğle vakitlerini sence…
Koşuşturmacalar yine başlasa… Ve yine akşamlar olsa… Ve sabahlar… Söyle hadi… Doğa aşklara inat hep kendi türkülerini söylemeye devam mı edecek sence…
‘’Kalabalığın ortasında iki kişilik bir sessizlik büyür…
Arada bir kısa, kesik, manasız cümleler söylenir…
Ve birbirinden hiç ayrılmak istemeyen iki insan, bir an önce tren kalksın, bu huzursuz sessizlik bitsin ve derin acılarına gömülsünler diye beklerler…’’
‘’hoşça kal sevgilim…’’ sesi gelir belli belirsiz… Ağlamaklı… Ve hıçkırık sesleri yankılar geride işte…
Parmaklarım direniyor yazmaya… Yazmak istiyorum… Yazmalı mıyım onu da bilmiyorum… Yaklaşan bir veda mı yoksa bu… Ayrılığın hüznünü mü söylüyor kuşlar yoksa… Yağmur neden yağmıyor… Ve neden gelmiyor beklediğim kar… Neden gelmiyor söyle…
’’Parmağını kalbimin üzerinde gezdirerek, burası kalbin en değerli yeridir… Burada siyah bir nokta vardır… Canın canı, sevenin cananı buradadır… O nokta, yoğun bir damla kandan ibarettir… Adına ‘sevda’ derler… Siyaha çalan rengi yüzündedir bu isim… Çünkü sevda, kara talih içinde, o kara kandamlasında büyür… Bütün tecelli denizleri, bütün aşk fırtınaları, işte o bir damla kanda dalgalanıp çırpınır… Aşırı sevgi bu damlayı tahrip edip dağıtırsa, parçaları bütün vücuda dağılır… Aşk, işte bu dağılmanın adıdır ve o dağılırsa aşık artık ne yapacağını bilemez’’…o noktanın adına sevda demişler işte…
Dağıldım ben… Şaşkınım… Uzun yıllar denizlerde yaşamış… Denizlerinde yaşamışım… Yağmurlarında ıslanmış ben… Yavru göllerinde soluklanmışım…
Evimdi… Sığanımdı yüreğin benim… Teninse tendaşımdı… Şimdi mi… Sorma gitsin… Aniden karaya çıkmış balık misaliyim işte…
Yanaklarımızda süzülen yaşları sakladık birbirimizden hep… Ve yorulduk vedalardan… Yorulduk değil mi… Ve aşk hep taşırmış ya hep vedaları içinde… Demek veda zamanı geldi çattı işte…
Tüm hislerimi toplasam bir tende… Tenimde yani… Kolundaki martının bir kanadı bile etmez inan… Tüm nefesimi toplasam bir göğüste… Göğsümde yani… Bir anlık nefesinin sıcaklığı bile etmez işte… Anlatamadım hiç… Eksik kaldım nedense…
Ve bakışların kaldı geriye… Hüzünlü… Buğulu bakışların işte…
Her bir gözeneklerinde, tüylerim isyan ediyor… Sanki her biri benimle yaklaşan bir kavgaya hazırlanıyor… Dikleniyorlar bana adeta… Tenimin çaresiz bakışlarını görüyorum… Ten, nasılda çaresiz kalıyor böyle anlarda… Bir şeyler söyle ne olur… Söyle…
Elimi sol göğsümün üzerine götürüyorum usulca… Yürek atışlarım belli belirsiz duyuluyor… Kanım, belli ki gönülsüz dolaşır olmuş damarlarımda… Siyaha çalıyor rengi kanımın… Ve ben dağılıyorum yerlere işte… Sevda bu işte…
Kaybolan bir saadetin hüznü var içimde…
Birbirimizi öylesine sevdik ki; sonunda seven ve sevilen yanlarımız karıştı birbirine… Ben sen oldum… Sen de ben işte…
Sevgimizi çoğu zaman avuçlarımızın içine aldık birlikte… Yüreklerimizi taşıdık ellerimizin arasında… Ve hep yeniden şekillendirmiştik sevgimizi değil mi… birlikte büyütmüştük… Ve büyümüştük ikimiz de… Büyüme semiydik yoksa… Söyle…
Gecenin sessizliğinde bir ses geceyi bölsün isterken… Bir ses ararken çaresizce… Ne çok içsel sesler duyarmış insan… İçsel seslerden kaçmak isterken yine…
Uzun bekleyişler gecelerde ihtilaller yaratırken… Fırtınalar koparken içimizde… Aşk; her defasında bir militan olurken yüreklerde… İçimizdeki ses boğarken bizi… Yorgun düşen bedenim sürünüyor yerlerde işte…
Güneşin doğmasını istersiniz böyle anlarda… Güneşe inat geceleri özlerken işte… Yoksa aşk sarhoşu uyanmak ister mi gecelerde… Ve gözlerin… Ve bakışların kaldı geride… Yüreğimi bir mıh gibi delen… Bir girdap gibi yüreğimi delen bakışların işte…
Sevgilinin gözünden akan bir damla bir erkek için bir hazineymiş… Ne çok hazinelerim oldu benim… Her damlası acıtsa da içimi işte…
Bilmek çare olmayı gerektirirmiş oysa… Ne çok ben olmuştun… Sırdaşım… Arkadaşımdın… Zor günlerimde ayaktaşım… Sevgilim… tendaşım… Ve mahremim elbet de…
Seni üzmekten… Her defasında acıtmaktan içini… Yoruldum ben… Akan gözyaşlarını… Yanaklarında süzülen yaşları silemedim biliyorum… Oysa onlar benim hazinelerimdi bir bilsen… Tutamadım onları ellerimlen… Bir bir dökülürken yollara işte…
Ben yaşamın yüreğine dokundum seninle… Ve kaç kez kayboldum gözlerinde biliyor musun… Teninde hele… Teninde… Kokunda… Nefesinde… Ve kadınlığında elbet… Kaç kez ölmeleri yaşadım senle… Ve kaç kez bulutlar eşlik etti bize… ithaka adaları şimdi boynu bükük kaldı işte…
İnsan hep bir yabancı taşırmış ya hani içinde… Ve o yabancı bir gün vahşice boğarmış ya insanı… Şimdi bir el boğazıma sarılmış sanki… Boğmak istiyor… Ve boğuyor beni… Ve nefessiz kalıyorum ben… Ölüyorum; görmüyor musun sen… Gidişin ölümüm olur benim demiştim oysa… Unuttun mu sen…
Son sözcüklerim mi dökülüyor ellerimin arasında yerlere yoksa… Hayır… Hayır… Ben dökülüyor, saçılıyorum yerlere…
İçe işlemeden de aşk, aşk olmuyor ki… İçindeki yabancıyı itmeden de yaşanmıyor ki aşk… Ve sevda… Ne uzun bir yolculukmuş… Ve en kısa günde bitermiş işte…
Ve ne çok ittim içimdeki yabancıyı bir bilsen… Sana varabilmek için… Can Usta misali… Hep yabancılar kazanıyor… Oysa ne çok bildikti onlar… Ne çok tanıdıktılar… Ve onlar kazandılar…
Gidemedim… Gidemedin… Kal diyenler kazandı işte…
Oysa aşk zahmet çekmektir… Emek vermektir… En sevinçlerin, en ızdırapların adam gibi yaşanabilmesidir… Izdıraplar adam gibi yaşanır mı hiç… Evet, yaşatır aşk adama… Gönüllüce çile çekmektir; çile damında… Yunus’un aşkı gibi… Hesapsızca dalmaktır sevmelere… Aşk, hesap yaptırmaz ki gönüllere…
Hesap yapanlar kazanıyor nedense…
Hiç hesap yapmadım ben inan… Hesapsız daldım denizlerine… Hiç öğrenmedim, öğrenmek istemedim yüzmeyi nedense…
Boğuldum işte ben…
‘’Aşk derdinin dermanı yine kendisidir, derdin ilacı yine derttir, bunun dışında bir bağışlanma söz konusu değildir, aşk derdine tutulmuş olanlar için dertlerinden daha kıymetli bir şey yoktur’’
Biliyor musun; ilk dişimi yitirdiğim günü anımsadım nedense… Kuvvetli ağrılar çekiyordum… Diş ağrısını bilenler bilir… Aşk ağrısı gibidir işte…
Kurtulmak istiyordum bu ağrıdan ve canım çok yanıyordu… Yapılan iğnenin ardından çıkan dişim masanın üzerine konduğunda… Doğum yapan bir kadının dönüp yavrusuna bakışlarına benzer duygular yaşamıştım… Ellerimin arasına alıp seyretmiştim uzun bir süre tenimde ayrılan dişimi… Ve hızla dişçi koltuğundan kalkıp… Bir çocuk misali… Yüzümü avuçlarımın arasına alıp ağlamıştım… İç çekerek… Hıçkıra hıçkıra hem de…
Oysa hiç ayrılmak istemedim senden…
’’Aralarından biri ’Seni seviyorum’ diye bağırır ama artık çok geçtir, kelimeler rüzgâra karışıp kaybolur.’’
İstasyon boşalır.
Issızlık ve yalnızlık basar.
Sonrası derin bir keder.’’
Yetişkin insan halleri böyle de olur mu ki sence…
Oysa doğa verdiklerini zamanı gelince alır demiştin bana… Bunu yıllar sonra anlayacaktım… Hem de yılın en kısa gününde işte…
Ve dünyada en büyük umut da… En büyük korku da sevgiymiş… Ve sevgilisi olmadan yaşayan bir insan… Yürüyen bir ölüden farksızmış…
Yürüyen bir ölüyü seçiyorum artık ben de…
Kaybolan bir saadetin hüznü var içimde…
Bu tren beni götürecek elbet adamıza… Çünkü hep varsın sen içimde…Ve olacaksın bu yürek yaşadıkça bende…
Başım toprağa düşse de işte…
Söz senindir… Duygular senindir… Yazı ise benimdir sadece…
Gönlüm geçen hep baharları arar…
Seni seviyorum… Hoşça kal…