- 3566 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİSMİLLAH
Rahim’in ruhu çok daralmıştı. Kasabanın dar sokaklarında ilerlerken boğulacak gibi oluyordu. Bir an önce kasabanın dışına çıkmak ve yüksek bir tepenin zirvesine oturup rahatlamak, bol bol oksijen solumak istiyordu. Yol toprak, hava sıcaktı. Ayaklarının altında toz da kalkıyordu. Taş ve kerpiç duvarlı evlerin bahçelerden dışarıya sarkan olgun ve cazibedar meyva ağaçları vardı. Sapsarı alımlı kayısıları görünce ağzı sulandı, canı çok istedi. Bir süre durdu, hayranlıkla ve yutkunarak onlara baktı. O kadar güzellerdi ki, onlardan bir türlü gözlerini ayıramıyordu. İştahı kabarmış, meyvelerin kışkırtıcı cazibesi kendisini adeta büyülemişti.
Rahim, duvara doğru yaklaştı. Ellerini uzatıp birkaç kayısı almak ve mideye indirmek istedi. Elleri titriyor, içi cız ediyordu. Heyecan basmıştı. Etrafına bakındı. Birilerinin görüp görmediğinden emin olmak istedi. Özellikle de bahçe sahibinin içeride olup olmadığını ayaklarının ucuna basarak kontrol etti. Kimsecikler yoktu. Yine de içi rahat değildi, kendisini gören ve gözetleyen birinin olduğunu ruhen hissediyordu. Aslında vicdanı feryad ediyor, yaptığı şeyin doğru olmadığını anlatmaya, nefsine söz dinletmeye çalışıyordu. Sonuçta vicdanı ve korkusu ağır bastı. Bir de işin içinde yakalanırsa hırsız damgası yemek de vardı.
Rahim, pusulasının şaştığının, nefsine aldandığının farkındaydı. Güzel ve cazibeli şeylerin insanı nasıl da yoldan çıkarabileceğini, akıl ve kalbini bağlayarak nefsinin esiri yapabileceğini görüyordu. Esaret ve kölelik düşüncesi içini ürpertti. Özgürlüğünden asla taviz veremezdi.
Rahim bocalıyordu. Aklı ve vicdanı bir tarafa, nefsi de bir başka tarafa çekiştiriyordu. Meyveler çok güzeldi. Renkleri harikaydı. Kokuları baştan çıkartıcıydı. Nefsi; “Göz hakkın var. Hakkını al. Bir şey olmaz.” diye itiraz ediyordu. Rahim, aklını ve vicdanını mı, yoksa nefsini mi dinlemesi konusunda bir gitti, bir geldi. Sonunda akıl ve vicdanından yana oldu: “Sahibinden isterim, vermezse parasıyla alırım” diye karar verdi.
Rahim, bahçenin kapısına doğru yöneldi. Kapı tam kapalı değildi. Hafif aralıktı. Kapının tokmağını birkaç kez hızla çarptı. Bu arada kapı biraz daha aralandı. “Kimse yok mu?” diye içeri doğru seslendi. Bahçe biraz büyüktü. Sokaktan göründüğü gibi değildi. Arka tarafa doğru epeyce genişliyordu. Elmalar, dutlar, kirazlar ağaçlarında manav dükkanını bile kıskandıracak kadar güzeldi. Tablacı gibi dallarıyla misafir ağırlamaya ve ikramlarda bulunmaya müheyya bir vaziyette duruyorlardı. Bunları görünce Rahim’in iştahı daha da kabardı. Kapı aralığından bakıp yutkunurken bahçenin tam ortasındaki evden nur yüzlü, halim selim bir adam çıka geldi. “Buyur evladım. İçeri gel” diye seslendi. Rahim adama selam verdi, “Adım Rahim” dedi, kendisini tanıttı. Bahçe sahibi “Ben de Kerim” karşılığını verdi.
Meyve ağaçlarının altına kurulmuş tahta bir masa, etrafında da plastikten kolçaklı sandalyeler vardı. Kerim amca Rahim’i oraya davet etti. Rahim hiç itiraz etmeden gidip oturdu. Kerim amca çok sevindi. Epeydir geleni gideni yoktu. O da sohbet edecek birini bulmuştu. Kerim amca, eşine: “Hanım bak bir misafirimiz var. Gel sen de tanış. Gelirken de soğukça bir ayran yap gel.” diye seslendi.
Rahim; “Kerim amca, maşallah çok güzel bir bahçeniz var.” dedi. Kerim amaca tebessüm ederek, “Allah’a çok şükürler olsun güzeldir” dedi. Kerim amcanın, el emeği göz nuru bahçesinin takdir edilmesi, biri tarafından beğenilmesi çok hoşuna gitti. Bunun üzerine Kerim amca, Rahim’e bahçeyi nasıl tanzim ettiğini ve ağaçları nasıl yetiştirdiğini tatlı diliyle ballandıra ballandıra anlattı. Kerim amcanın sohbeti Rahim’in çok hoşuna gitti. Onu can kulağı ile dinledi. Bu arada Habibe teyze de buz gibi soğuk ayranları getirdi ve yanlarına oturdu.
Ayranını içip ferahlayan Rahim: “Kerim amca, yoldan geçerken bahçendeki meyvaları görünce canım çok çekti. İster ikram, ister parasıyla olsun ben bu meyvalardan yemek istiyorum” dedi. Kerim amaca; “Hay hay! Evladım. Ne demek. İstediğin kadar ye! Serbestsin.” Kayısı ağacının dalı arasına sıkıştırılmış boş bir poşeti de getirip Rahim’in eline tutuşturdu ve; “Kendi ellerinle ağacından topla!” dedi.
Bu cömertlik karşısında Rahim’in içine bir ürperti geldi. Biraz önceki davranışından dolayı hafiften yüzü kızardı, ama Kerim amcaya hissettirmemeye çalıştı. İçinden: “Şu insanların cömertliğine, güzelliğine ve samimiyetine bak! Bir de benim yaptığıma bak!” dedi. Daha çok utandı, “İyi ki yapmamışım” dedi. Biraz teselli buldu.
Rahim, kayısıların en olgun ve güzellerinden doyasıya yedi. Al renkli, etine dolgun ve tatlı Napolyon kirazları toplarken kendinden geçti. Her ağzına atışında mest oldu, gözlerini yumarak huşu içerisinde tadını ta iliklerinde hissetti. İçinden; “Aman Allah’ım ne kadar da güzeller, ne kadar da lezzetliler.” diye de geçirmeden edemiyordu. O kadar hızlı yiyordu ki, birden kendisini kıtlıktan yeni çıkmış aç gözlüler gibi hissetti. Güzelim meyvelerden ellerini bir türlü alamıyordu. Aklı hemen; “Dur bakalım Rahim efendi. Kendine gel. Arsız çocuklar gibi aç gözlü davranma” dedi ve kendisini toparladı.
Rahim, o hızla bir yandan yerken, diğer yandan da epeyce kayısı ve kiraz topladı, elindeki poşeti doldurdu. Kerim amcanın yanına geldi, cebinden para çıkardı ve ne kadar borcu olduğunu sordu. Kerim amca; “O paraları cebine koy bakalım delikanlı. Benim bahçemde para geçmez. Allah bize, biz de sana ikram ettik. Helal-i hoş olsun. Bize bolca dua edersin. Tabi asıl ikram sahibi Allah’ı hiçbir zaman unutmaman kaydıyla! O’na bolca şükret. O zaten bizden çok da bir şey istemiyor. Her işine O’nun adıyla başla! Mesela bu güzel meyveleri yerken başta Bismillah, sonunda Elhamdülillah demen, ortasında da Allah’ın bizlere ikramı olduğunu düşünmen kafidir. Ne kadar kolay ve ne kadar da ucuz değil mi?” dedi.
Kerim amcanın tavsiyeleri Rahim’in kulağına küpe olacak cinstendi. Rahim, “Tamam tavsiyelerinize uyacağım inşaallah Kerim amca” diyerek kendisine ve eşi Habibe teyzeye teşekkür ederek ayrıldı.
Bahçeden çıkar çıkmaz yol boyunca gidip kasabaya hâkim bir tepede oturdu. Manzara çok güzeldi. Bir müddet ufka doğru baktı. Bir ara gökte süzülen iki kartala gözleri takıldı. Önündeki boşluktan ufka doğru uzanan ovayı, sararmaya yüz tutmuş ekin tarlalarını seyretti. Yorulduğunu hissedince de sırt üstü uzandı. Mavmavi gökyüzünün derinliğine kendini kaptırdı. Yıldızları göremiyordu. Kalktı. Eli, yanına bıraktığı kayısı ve kiraz poşetine takıldı. Aldı önüne koydu. Nefsi sus payını almış, içinde depreşen bir şey kalmamış, aklı başına gelmişti. Şimdi daha rahat ve sağlıklı düşünebiliyordu.
Bahçe sahibi, adı gibi kerimdi. Onun son sözleri kulaklarında çınlıyordu. Kendi kendine: “Ben nasıl oldu da izinsiz bu işe yeltendim, bu güzelim meyveleri hiç düşünmeden hayvandan farksız bir şekilde, usule, erkana uymadan almaya ve yemeye kalkıştım? diye hayıflandı.
Rahim, zaten küçükten beri “Bismillah” demeye büyükleri tarafından alıştırılmıştı. Her işinde olmasa da arada sırada bir işe başlarken “Bismillah”, yemeklerden sonra da “Elhamdülillah” demeyi ihmal etmiyordu. Ama Kerim amcadan yeni bir şey daha öğrenmişti: “Ortasında da Allah’ın bizlere ikramı olduğunu düşünmek.”
Rahim, “düşünmek” sözcüğünü üç defa tekararladı. En çok ihmal ettiği şeydi. Bundan böyle düşünmeye daha çok zaman ayıracaktı.
Rahim, maneviyat âlemlerinin sultanı Bediüzzaman’ın; “Demek herşey manen, "Bismillah" der, Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi, "Bismillah" demeliyiz.” sözü aklına geldi. Bu sözün ışığında bahçedeki meyveleri ve güzellikleri zihninde tahlil etmeye başladı. Akıllı ve bilgili insanın bile bir zerresini yapamayacağı bu leziz nimetleri, akılsız ve şuursuz topraktan ve ağaçlardan beklemek ne derece doğru olabilirdi? Görünürde büyük ve harika işleri yapan bu varlıklar, son derece âciz ve bilgisizlerdi. Meyvaları toprağın, ağacın ya da Kerim amcanın yapması mümkün değildi.
Rahim, sebeplerin tümünün birer araç olduğunu anladı. Belli ki mutlak kudret, ilim ve irade sahibi yüce Allah; insanlara ikram ve iltifat ederken toprak, ağaç ve Kerim amca gibi sebeplerin elleriyle uzatarak ikram ediyordu. Rahim, gözlerini yumdu, bütün bu sebepleri nazarında kaldırdı. Meyveden ağaca, ağaçtan bahçeye, bahçeden bahara, bahardan da Cennete ve oradan da Allah’ın bitmez tükenmez cömertlik hazinelerine bir yol buldu. Kendisini bir an saadet saraylarında gördü. Hayalini Cennetten çekerken aynı yolla geri geldi ve meyve kapısından imtihan dünyasına girdi. Bu seyahatinde ağaçlarının ve otların ipek gibi incecik ve zayıf köklerinin sert taş ve toprağı aynen havadaki gibi hiç zahmet çekmeden delip geçtiğini, Rahmet hazinelerinden alıp getirdikleri nimetleri, imbik imbik süzerek toprağa, topraktan ağaca, ağaçtan dallara ve dallardan meyvalara bal gibi sızdırıdıklarını fark etti.
Demek otlar ve ağaçlar, kısacası her şey manen “Bismillah” diyerek yani Allah’ın adıyla harika işler yapıyorlardı. Tıpkı devlet ve ordu adına hareket eden bir askerin kendi gücünün çok çok fazlası işleri yapması gibi. Gökte, yerde ne varsa, hepsi Allah’ın birer emirber askeriydi.
Kerim amcanın bahçesinde kayısı ve kirazları mideye indirirken Allah’ın adını anmak, “Bismillah” demek, Rahim’in aklına gelmemişti. Oysa midesine indirdiği yiyecekleri bile hazmedip ihtiyacı olan hücrelere dağıtmaktan acizdi. Demek ki, ağzına giren her bir lokma da manen “Bismillah” diyor ve ihityacı olan hücrelere kadar besin olarak taşınıyorlardı.
Rahim, Allah’ın adını almanın ve emriyle hareket etmenin esrarlı gücünü, yaptığı bu kısa düşünme egzersizi ile anladı. Çok içten bir şekilde “Bismillaaaah!” dediğinde bütün varlıkların manevi “Bismillah”larını da işitir gibi oldu.
YORUMLAR
Her işe Allah'ın adıyla başlamak, her işi ibadete dönüştürüyor. Attığımız adımı Allah için atarsak ne küfre gireriz, ne de harama. İşte o zaman tatmin bulur kalbimiz ve batınında da cennet benzeri bir hayat yaşarız inşaALLAH.. Güzel hatırlatmaydı. Teşekkürler.
"Bismillah her hayrın başıdır." Bediüzzaman