14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
4314
Okunma

Babam ( artık kayınpedere babam diyorum ) anlatmaya başladı hikayeyi...Tüm köylüler sanki ilk kez duyuyorlarmış gibi hayret içinde dinliyorlar. Bazı yaşlılar da zaman zaman devreye girerek Evranı nerede ve nasıl gördüklerini, enini boyunu tarif ediyorlar.
Bu güne kadar Erzurumluların Al Karısı hikayelerinden, koca kayaları elleriylle un haline getiren Zal Oğlu Rüstem hikayelerine, Kont Drakula’dan, Farnkeştayn’a kadar pek çok palavra dinlemiş ya da filmini seyretmiştim. Hatta şu meşhur Şeytan filmini seyrettikten sonra bir hafta korkudan uyuyamamıştım ama bu Evran hikayesi hepsini gölgede bırakıyordu...Artık kocaman bir adam ve aydın bir insan olarak böyle palavralara inanmıyordum ve de bunu açık açık ifade ettim.
-Ya bunlar hikaye...İnanmayın böyle şeylere.
-Hocaaaa hocaaa biz senin gibi inanmayıp da sonra korkudan ağzı burnu yamulan, dili tutulan çok insan gördük. Evran gerçektir ve de vardır.
-Yav arkadaşlar eğer böyle bir şey gerçek olsaydı birileri mutlaka bir fotoğrafını çekerdi. Kitaplarda filan bahsi geçerdi. Yok böyle bir şey.
İstediğin kadar yok de insanlar inanmışlar bir kere. Hem de kutsal bir inanç haline gelmiş adeta. Değiştiremezsin.
O akşam don olmadı Allahtan...Gecenin geç saatlerine kadar kutsal teneke sobanın olduğu odada oturduk. Münire gaz lambasını yaktı ve başladı yazma oyalamaya...Boş zamanlarında hep yazma oyalıyormuş zaten. Ara sıra çay dolduruyor bahçeden topladığı ve soyup dilim dilim yaptığı portakalları uzatıyor bana ve ailenin diğer fertlerine ve biz hepimiz Rasık Dermencinin başka palavralarını dinliyoruz. Siyasetten askerlik anılarına kadar her konuda konuşuyor. Nihayet yatma vakti geliyor...Dün geceyi serada uykusuz geçirdiğimiz için Münire’nin de benim de gözlerimiz süzülüyor zaten.
Onlar bütün aile sobalı odada yatak hazırlarken Münire bana da sobasız olan odada yatağımı hazırlıyor. Gaz lambası ışığında odaya bir bakıyorum:Bir sürü yatak yorgan,bir çeyiz sandığı, bir sürü boş domates kasası, ipler, çapalar, beller, oraklar, tırmıklar, kürekler ne ararsan var tarım için. Münire duvara astığı gaz lambasının ışığını iyice kısıyor ve ’’Allah rahatlık versin ’’ diyerek sobalı odaya geçiyor.
Beni öldürseniz yatakta kafamı yorganın içine sokarak yatamam. Bir de ayaklarım mutlaka örtülü olacak. Neyse...O yorgunlukla yavaştan yavaştan mışıldamaya başlıyorum ki birden pencereye çakılı olan naylonda bir hışırtı oluyor. Oda loş. Pencereden içeri bir şey süzüldü ama ne? Anasını satayım yorgana doğru ilerliyor...Eyvahhh Eyvahhhh yorgana tırmanmaya başladı.
Ulan Sami sen misin Evran hakkında ileri geri geri konuşan. Aha da geldi ...Ne mok yiyecen şimdi? Yorgandan içeri girmesin diye iyice kafamı örtüyorum..Yorgana öyle bir sarılıyorum ki sanki kefenlenmiş mefta gibi...Lan namussuz geldi de beni buldu ha? Demek ki daha dünyadan muradımı almadan bu gurbet ellerde telef olup gideceğim...Yazık bana ya...Hiç olmazsa evlenene kadar müsaade etseydi şu Evran denen İb...İbrik yani.
İki saniye sonra Evran tam olarak göbeğimin üzerinde...Yorganı kaldırmaya çalışıyor resmen...Ama bir gariplik var. En az bir kaç ton olması gerekimiyor muydu bunun ? Oysa üzerimdeni nesne neredeyse tüy kadar hafifti...Hani soluğu fırtınadan beterdi bunun hiç sesi de çıkmıyor.
Sesi çıkmıyor ya namussuz üzerimden de inmeye niyetli değil...Bir iki ufak kımıldamadan sonra tam anlamıyla çörekleniyor üzerime...Ve bir mırr mırrr sesi başlıyor...Pek de bahsedilen Evranın sesine benzemiyor bu. Ama bu saatte o pencereden içeri kim girebilir ki? İnanmayacaksınız ama hayatımın en büyük cesaret örneğini gösterip Evranı üzerimden atmaya çalışıyorum...Neticede o kadar da ağır değil...Kolumu yorgandan çıkarıyor ve yüreğim ağzımda bir vaziyette Evranı yakaladığım gibi fırlatıyorum üzerimden...
Miyavvvv diye bir ses dolduruyor odayı. Gaz lambasının fitilini biraz yükseltince bakıyorum ki yatağımın üzerindeki ziyaretçi Münirenin kedisi Pamuk.
Şimdi tabii ki bu yazıyı okuyanlar ne yani Evran bir kedi miymiş diyeceklerdir: Olur mu hiç?
Filmi başa saralım o zaman.
Rasık Dermenci anlatıyor:
- Hoca iyi dinle. Sen de sonra talebelerine anlatırsın Evranı. Evran boyu elli metre, genişliği bir montafon sığırından da fazla, kafası domuz kafasına benzeyen dişleri de aynen domuz dişi gibi olan çok büyük bir yılandır. Bu çevrelerde yaşar...Öyle herkese görünmez...Zaten onu görüp de hayatta kalan pek az insan vardır.
Veli atılıyor:
-Ben gördüm. Öyle korkunçtu ki korkudan altıma ettim.
Köylüler başlıyor gülmeye
-Ula Veli dayı sen Evranı görmeden de altına ediyon zaten.
Veli dayı kızgınlıkla homurdanırken Baba devam ediyor.
Bu Evran yüz metre ötesindeki bir ineği bile nefesiyle kendine çekiyor ve bir hamlede yutuyor...
Yuhhh diyorum içimden. Ulan dünyanın en büyük yılanı anakondalar onların bile en uzunu on iki metre ve de Türkiye’de yaşamıyorlar. Ayrıca kafaları yılan kafası, enleri de taş çatlasın bir metre. Bunlar resmen pek çok masala, hatta filme konu olmuş olan Şahmeranı yani yılanların kraliçesini anlatıyorlar.
- Ya baba sizin bu anlattığınız masal...Bizim oralarda bunun adı Şahmerandır...Ama kimse gerçek bir şey diye inanmaz buna...Bir masal olarak dinleriz hepsi o kadar
- Oğul öyle deme...Buradaki başka...Bu Evran.. Allah kimsenin karşısına çıkarmasın.
Sabahleyin Münire soruyor:
-Nasıl rahat yatabildin mi?
-Hiç sorma...Baktım ki seni koynuma alamıyorum sarıldım Evrana bi güzel yattık ki o kadar olur yani.
-Anlamadım Evranla mı?
Pamuğu gösteriyorum...
-Evet işte bu Evranla koyun kuyuna yattık sabaha kadar.
Gülüyor Münire....Zalımın kızına gülmek de bir yakışıyor ki sormayın....
NOT: BU HİKAYENİN DEVAMI YAZILMAYACAK. ÇÜNKÜ DEVAMINDA KENDİME BİLE ANLATAMADIĞIM ŞEYLER VAR...