11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2915
Okunma

Gözlerim o, pencerelerine naylon çakılı iki göz kerpiç evin yarısı tahta, yarısı naylon kapısına sabitlenmiş oradan dünyaya zuhur edecek mâh-i devran, dilber-i rânâ, letâfet-i müstesnâ yı bekliyordu. Bu bekleme dakikaları neden hep böyle bir asır sürerdi ki sanki.
Sonunda elinde çay tepsisi ile Münire kapıda belirdi…Aman Allah’ım o da ne? Eşe dosta, ev arkadaşlarıma herkese hatta telefonla aradığım anneme bile bir haftadır sarışın ve mavi gözlü olarak anlattığım, sarışın ve mavi gözlü hayalleriyle yatıp kalktığım Münire kestane rengi saçlı ve de kahverengi gözlüydü…Yanlış anlaşılmasın…Saçlarını boyattığı ya da gözlerine lens takdırdığı filan yok…Dedim ya onu sadece iki saniye kadar görmüştüm. O süre içinde de gördüğümden çok hep hayallerimde yaşattığım sarı saçlı mavi gözlünün yerine koymuştum onu…Büyük ihtimalle de lise yıllarımda aşık olduğum sarışın, mavi gözlü Nejla’nın yerine…Hani şu kardeşimle ‘’Abine söyle bir daha bana öyle pis pis bakmasın ‘’ haberini gönderen Nejla’nın yerine…
Ama artık Nejla uçup gitmişti…Ne sarı ne mavi ne de diğer renkler umurumda değildi...Tek renk vardı artık: Kahverengi…
Yine Süleyman’ın dürtmesiyle uyandım.
-Hocaaa kız daha ne kadar bekleyecek…Alsana çayını.
Yerimden nasıl kalkmışım…O şaşkınlıkla nasıl kayınpederin ellerine sarılıp öpmeye başlamışım bilmiyorum…Kalkarken üzerime dökülen çaydan bahsetmeye gerek yok sanırım…Dizim resmen Sami haşlama olmuştu ama hiç mi hiç umurumda değildi. Çünkü bu vesileyle Münire bana iyice yakınlaşmış ve üzerime dökülen çayı temizlemeye çalışıyordu. Kalbim mehter kösü gibi güm güm vuruyordu…
Bir kaç ay sonra annem de geldi Manavgat’a ve işi resmiyete dökerek önce nişan yüzüklerini taktık..Evlilik yolunda ilk adım böylece atılmış oluyordu. Önümüzde tek bir engel kalmıştı. O da Münire’nin yaşı konusu: Nüfusa göre onaltı yaşındaydı ve evlenebilmemiz için ana-babasının rızası gerekiyordu.( Asıl yaşı ise onsekizdi.) Baba tamamdı da anne Fethiye’de bizim meşhur Alı ile evliydi. Yani onun ayrı bir yuvası vardı. Baba ile annenin bir araya gelmesi de mümkün değildi kolay kolay.
Neyse işi buraya kadar getirdik ya o kısmını da hallederdik nasıl olsa.
Kısa süre içinde kayınpeder benden bir mazaratlık çıkmayacağına kesin emin olduğu için artık evlerinde yatıp kalkmama bile izin vermeye başladı…Eeee adam haklıydı tabii ki.
Bir gece şiddetli bir don olayında Münire serada sabahlamak zorundaydı…Eğer sobalar sönerse tüm mahsül ( Domates ) donar ve o sene aç kalırlardı. Lakin ne kayınpeder ne de kayınvalide orada ‘’don beklemek ‘’ diye ifade edilen bu olaya müdahil olmuyorlar, sıcak yataklarından çıkmak istemiyorlardı. Sabaha kadar Münire bekleyecekti serada. Sami hiç dayanabilir mi bu duruma…Velhasılı şeerli ( Şehir çocuğu yani ) Sami ile köylü kızı Münire sabaha kadar yaktık sobaları oturduk başbaşa…Başlarda kayın peder ve onun görevlendirdiği Sadife bir iki baskın verdi lakin bi halt ettiğimiz yoktu ki. O bana ‘’ Elbet bir gün buluşacağız…Bu böyle yarım kalmayacak ‘’ şarkısını söylüyor ben de ona ‘’ Sanki billur bir pınar kahverengi gözlerin …Ruhuma neşe sunar kahverengi gözlerin ‘’ türküsünü…Güya şehirli çocuğuyum ama en ufak bir fırlamalık yok…Bir de boynumda ip olsa meeee siye sesleneceğim kuzu gibi…( Kayınpederin güveni de buradan geliyor zaten ) Sabaha kadar bütün muhabbet ‘’ Seni çok seviyorum…Sen de beni seviyor musun? ‘’ Bu…Hepsi bu….Vallahi de bu Billahi de bu…Sobalar yanıyor, içinde çıralı çıralı kos koca çam kütükleri yanıyor, Sami yanıyor, Münire yanıyor ama muhabbet sadece ve sadece ‘’ Ben seni çok seviyorum…Sen de beni seviyor musun? ‘’ Evet..Evettt...Evettt….Bir daha söyle…bir daha…bir daha….’’
Haaa bu arada şiirler de okuyoruz tabii ki…Ben başlıyorum:
Fâ’ilâtün/Fâ’ilâtün/Fâ’ilâtün/Fâ’ilün vezinli bir şiire
Âşiyân-ı murg-ı dil zülf-i perîşânundadur
Handa olsam ey perî gönlüm senün yanundadur
Işk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur
Çekme dâmen nâz idüp üftâdelerden vehm kıl
Göklere açılmasun eller ki dâmânundadur
Gözlerüm yaşın görüp şûr itme nefret kim bu hem
Ol nemekdendür ki la’l-i şeker-ef şânundadur
Mesti hâb-ı nâz ol cem’ it dili sad-pâremi
Kim anun her pâresi bir nevk-i müjgânundadur
Bes ki hicrânundadur hâsiyyet-i kat’-ı hayât
Ol hayât ehline hayrânem ki hicrânundadur
Ey Fuzûlî şem’ veş mutlak açılmaz yanmadın
Tâblar kim sünbülinden rîşte-i cânundadur
Münire ellerini açıyor…’’Allah kabul etsin…Aminnn’’ diyor…Amin demesine şaşırıyorum ama kafa da yormuyorum fazla…İçinden dua etti her halde diye düşünüyorum.
Eh o da döktürüyor tabii ki…( Bir Ege Türküsü…Fethiye yakınlarındaki Dirmil’e ait )
Şu Dirmilin Çalgısı
Dağlara Vurdu Yankısı
Şu Gelenler İçinde
Benim Yarim Hangisi
Altın Yüzüğüm Var Benim
Parmağıma Dar Benim
Şu Gidenler İçinde
Orta Boylu Yar Benim
Çekirgenin Uçkunu
Gelinlerin Coşkunu
Coşkun Olan Gelinler
Kendisi Sallar Peşkiri…
Oh beeee…İşte hayat bu…Ne kadar güzel anlaşıyoruz…O da beni seviyor…İnsan Allah’ından başka ne isteyebilir ki?
Biraz temiz hava almak için seradan dışarı çıkıyoruz…Gök yüzünde o kadar çok yıldız var ki şaşarsınız ( Antalya ve Fethiye dışında başka hiç bir yerde gök yüzünde o kadar çok yıldız göremezsiniz ) ‘’ Yüce Allah’ım bir ayna yaratmış…O aynayı dünyaya doğru tutunca ayna hep kötülükleri göstermiş…Bunun üzerine Allah aynaya kızıp onu parçalamış…Kırık ayna parçalarını gök yüzüne atmış ve işte bu yıldızlar oluşmuş’’ diyor Münire…Okuma ve yazması bile bile olmayan bu köylü kızındaki müthiş hayal gücü karşısında ağzım açık kalıyor…Gerçekten de ilim ile irfanın çok farklı şeyler olduğunu bir kez daha idrak ediyorum…O hayal gücünün çeyreği bende olsa nobellik ne romanlar yazardım kim bilir...
Üzerindeki montu aşkının omuzlarına atmış olan şeerli çocuğu sabahın ayazında üşüyor…Bunu farkeden yâr-i güzini ‘’ Hava soğudu gel içeri girelim ‘’ diyor ve onca saatten sonra nihayet el ele tutuşarak seradan içeri giriyorlar.
Sabaha doğru acayip bir homurdanma bu tatlı muhabbeti bozuyor….Münire ‘’ Eyvahhhh Evran ‘’ diyor…’’ Kim lan bu Evran göster bana da şunu anasından doğduğuna pişman edeyim ‘’ diye ok gibi fırlıyorum…Elimde kocaman bir ağaç dalıyla…Münire ‘’ Öyle deme çarpılırsın’’ diyor. Benim öfkem iyice artmış vaziyette seranın kapısına doğru yütürken naylon kapıdan içeri boğazını temizleme telaşı içinde homurtuların sahibi giriyor: Kayınpeder
‘’Evran değil babanmış’’ diyorum Münire’ye…Kayınpeder sert sert bakıyor bana ‘’ Evranla dalga geçilmez çarpılırsın’’ diyor…’’Ya kim bu Evran ‘’ diyorum…Kayınpeder ‘’ Bu gün komşular gelecek yemeğe orada anlatırım sana Evran’ı ‘’ diyor….Çare yok öğleni bekleyeceğiz…Kim bu Evran, neyin nesi, kimin fesi?
Not: Ege ve Akdenizliler bilir Evranı….Lütfen sırrı ele vermesinler ki hikayenin tadı bozulmasın.