8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
960
Okunma
“O ne lan?”
“Ne bileyim! Soru işte.”
Aptallaşmış, ekranda çıkan “Radyumla Gelen Ga Ga” sorusuna bakıyorduk. Bilgisayarın şifresi ikimizde de yoktu. İpucu olarak gelen de anlamsız bir soruydu.
“Lady Gaga’yla ilgisi olmasın?”
“Git işine. Altmış yaşındaki bölüm başkanının Lady Gaga’yla ne işi olsun?”
“Belki kendinden genç kadınlarla ilgileniyordur.”
“Başkanın kendisi de kadın.”
“Ee, ne değişti?”
“Başlayacağım senin pornografik filmlerin çarpıttığı dünyana. Bırak bunları da şu şifreyi bulalım.”
“Hayatta bulamayız. Böyle saçma şey mi olur?”
Birbirimize baktık. Bir yolu olmalıydı ama nasıl? Her şeyi düşündüğümüzü sanmıştık ama şifreyi hesaplamamıştık. Halbuki ne kadar kolay olacaktı! Çarşamba akşamı bölümde yapılan şarap peynir partisinin ardından herkes eve gidecek, en kıdemli asistan olarak ben partinin kalıntılarını toplamak üzere kalacak, yeterli vakit geçtiğinde Kemal’i bölüm başkanının odasına alacak ve başkanın bilgisayarını çalacaktık. Çalmaktan kasıt bilgisayarı koltuğumuzun altına atıp gitmek değildi. Kasasını bırakıp, içini bizim asistan odasındaki hurdayla değiştirecektik. Çoğul konuştuğuma bakmayın, benim görevim Kemal’i odaya almakla beraber bitiyordu. Geri kalan teknik işler onun sorumluluğuydu.
“Reboot filan etsek?”
“Yaramaz.”
Sesimi kestim. Aklıma gelen teknik terimler reboot’la bitmişti. Kemal’i bilgisayarla başbaşa bıraktım, içeri, sekreter odasına geçtim. Birbirine bağlı üç oda vardı: Bölüm başkanın odası bir yanda, ortada sekreterin odası, diğer uçta da şarap partisinin yapıldığı toplantı odası. Şarabın kokusunu hala alabiliyordum. Kalmış peynirlerden bir ikisini tırtıkladım. Sonra yapacağımı iddia ettiğim şekilde masanın üzerini sildim, boş şişeleri ve yemek artıklarını dışarı çıkardım. Odanın havalanması için pencereyi açtım. İşimi bitirince de Kemal’in yanına döndüm.
“Abi, acaba sekreter Ela Hanımı mı arasak? Bir dosya gerekiyor, şifre nedir diye sorsak?”
“O da ‘Anahtarınız yokken bölüm başkanının odasında bu saatte işiniz ne?’ diye sorsa. İstersen kadıncağızı hiç yormayalım, doğrudan dekanlığa teslim olalım.”
“Tamam, tamam, sadece sesli düşündüm.”
“İyi bir fikir bulana kadar biraz sessiz olabilir misin? Bak, ben de burada kafa yoruyorum.”
O ekranına geri döndü, bir şeyler yazdı ama yine bir sonuç elde edemedi. Vakit geçirmek, stresimi azaltmak için başkanın odasına göz atıyordum. Kitaplığın boş bıraktığı duvarlarda bir başka hocanın yapıp başkanlığı hediye ettiği tablolar vardı. Tabloların yanında da, duvara asılı bir kırbaç...
“Bu kırbacı Nuri mi vermişti?”
Kemal başını ekrandan kaldırmadan:
“Evet. Yüksek lisansını Teksas’da yapmış...”
Gerisini de ben tamamladım:
“Dönerken de hediyelik kırbaç getirmiş. Hey Allah’ım! Hadi diyelim bir kırbaç getirdin; insan bunu, hanım olan bölüm başkanına mı hediye eder?”
Daha yukarılara baktım. Odanın, binanın genel koridoruna açılan, ama şimdi kapalı tutulan bir kapısı daha vardı. Pervazının üstünden tavana kadar olan bölüm camdı. Diğer iki odada da durum aynı olduğunu hatırladım.
“Kemal, bir baksana.”
O dönünce gözlerimle kapının üstündeki camı işaret ettim.
“Işığı görürler mi diyorsun? Binada kim olacak bu saatte? Boş ver.”
“Riske girmeyelim derim. Ben tüm odaların ışıklarını kapatıyorum.”
Sırayla odaların lambalarını söndürdüm. Son olarak da bölüm başkanın odasına gelip kapıyı kapattım.
“Tedbir iyidir, şans getirir.”
Bir koltuğa oturdum, Kemal’in tavana bakışını seyretmeye başladım. Başını havaya kaldırıyor, dua okurcasına “Radyumla Gelen Ga Ga... Radyumla Gelen Ga Ga...” diye tekrarlıyor, sonra pek de ümitli olmayan bir şekilde aklına geleni yazıyor ve sistemden red cevabı alıyordu.
“İyi” dedim, “Bu kadar yanlış denemeden sonra en azından sistem kilitlenmiyor.”
“Ağzını hayra...” diye Kemal söze başladı ama gerisini getiremedi. Birisi sekreterliğin kilidini kurcalıyordu. Kemal refleksif bir hareketle uzanıp monitörü kapattı. Zifiri karanlıktaydık. Birbirimize baktığımızı hayal ettim.
Kilit fazla tıkırdamadan rahat bir şekilde açıldı ve içeri birileri girip kapıyı kapattılar. “Keşke ışığı söndürmeseydik” diye içimden geçirdim. Belki o zaman bölüm başkanının bozulan bilgisayarının tamirini bizden rica ettiğini, bizim de partinin bitmesini beklediğimizi iddia edebilirdik. Ama şimdi bölüm başkanın odasında karanlıkta oturan iki asistanı nasıl açıklayacaktık?
Ayak seslerine bakılırsa iki kişiydiler. Biri topuklu giyiyordu. Bizim bulunduğumuz odaya gelmeyip, toplantı odasına gittiler. Diğer kapının kapatıldığını duyduk. Gözlerim karanlığa alışmıştı. Kemal’in nerede olduğunu seçebiliyordum. Yavaşça kalkıp onun yanına süzüldüm.
“Onların da ışığı yakmadıklarını farkettin değil mi?”
Yaksalardı kapı altından görürdük.
“Biri Müge Hanımdı” dedi Kemal, “Kokusundan tanıdım.”
“Yuh! Ne burun var sende. Ya diğeri?”
“Onu da traş losyonundan bildim.”
“Ee?”
“Ne bileyim oğlum! Müge’yi tanıdım çünkü asistanıyım. Adamı çıkaramadım. Ama fakülteden biri olmalı.”
“Nereden anladın?”
“İçeri ilkin erkek girdi de ondan. Demek ki onun da anahtarı var.”
“Peki şimdi ne yapıyorlardır toplantı odasında?”
“Sence?”
Olabilir miydi? Bir takım hocalar toplantı odasını kaçamak yapmak için mi kullanıyordu?
“Ne yapacağız?”
“Sesizce sıvışacağız. Yoksa her an buraya gelebilirler.”
“Niye gelsinler ki?”
“Koltuklara baksana. Bu yumuşak koltuklar başka nerede var? Hem kırbaç da var.”
“Doğru” dedim “Sen olsan kullanırdın.”
Kapıyı araladık, içeri geçtik. Sekreterliğin koridora açılan kapısını arkalarından kitlememişlerdi. Gürültü etmeden çıkabilirdik. Tam dışarı yöneliyordum ki Kemal kulağıma fısıldadı:
“Bir dakika!”
Müdahele etmeme fırsat vermeden toplantı odasının kapısına gitti ve gözünü anahtar deliğine dayadı. Bana çok uzun gelen birkaç saniye boyunca içeriyi seyretti. Sonra geri dönüp “Hadi” manasına bir işaret yaptı ve koridora çıktık. Binadan çıkana kadar sessizliğimizi koruduk.
Kemal’i tartaklamaya başladığımda otopark yolunu yarılamıştık bile.
“Ağzını burnunu dağıtacağım senin! Bir yakalansak hırsızlıktan mı, röntgencilikten mi bizi suçlayacaklarını bilemeyecekler.”
“Ne sinirleniyorsun? Yakalanmadık işte. Hem sadece hırsızlıktan hüküm giyerdik; röntgeni örtbas ederlerdi. Hele de benim gördüklerimden sonra...”
“Ne gördün ki sen?”
“Ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Ama şunu söyleyebilirim: Benim filmler halt etmiş.”
“Uydurma sen de! Karanlıkta neyi görebildin ki?”
“Sen öyle san.”
Sormamı istiyordu ama ona olan kzıgınlığım geçmediğinden sormadım. Arabaya yürüdük. Binip de kapıyı kapattığımız da Kemal elini alnına vurdu, gözlerini kapattı.
“Galiba buldum” dedi.
“Neyi?”
“Şifreyi. Bu kadar basit bir şey olabilir. Radyumla Gelen Ga Ga... Çok açık değil mi?”
Kendisine sormamı istiyordu ama bunu da sormadım.