3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1559
Okunma
Aşk; -tam susamışken bir çölün ortasında- serap görmeye benzer. Dilin damağın kurumuş, bir yudum suya hasret; gözlerin yanılır ve yalgına koşarsın. Sen koştukça yok oluverir, yanıldığını bîtâp bir halde anlarsın. Ne içebilirsin onu, ne dokunabilirsin. İşte böyledir aşk, hem görünür hem de gizemlidir. Lâkin, susamak gibi bir şeydir aşk! Su gibi aziz bir nesne, en muteber hissiyattır.
Aşk dediler, aşık dediler Mecnûn’a, o anlamadı mânâsını bu kelimenin. Çünkü kavramların içine yüklenmiş binlerce anlam vardır. Mecnûn’daki aşk istidâdı sıradan varlıklarınkinden farklı şeyler ifade ediyordu. Pervâneler vardır belki bilirsiniz, hani şu elektriğin evlerde kullanılmadığı dönemlerde aydınlatmanın lüks olarak gaz lambasıyla, ilkel biçimde ise mumla yapıldığı dönemlere rast gelen zamanlarda geceleri sık sık raksını seyrettiğimiz garip canlılar. Bir teşbih vardır, o seyrettiğimiz raks-ı şahane hakkında ki şöyledir: Pervâneler aşkından mum ateşinin etrafında durmadan dönermiş. Bir diğer deyişle ateşe aşıktır bu garip mahlûkât. Seyredenleriniz vardır bu raksı. Ben bazen geceleyin, elektrikler kesildiğinde -ki sık sık kesilirdi ben küçükken- mum yakar kitabımı okurdum. Zayıf mum ışığı ufak hareketlerden çabucak etkilenir, hafif bir cereyan ışığı titretirdi. Pervâneler mum ışığı etrafında mütemadiyen dönerken kitabın sayfalarında kendilerinden büyücerek gölgeleri dolanırdı. Kitabımı kapayıp gösteriyi izlemeye dalardım. Pervâneler uzaktan başlarlar ateş etrafındaki tavâflarına. Giderek yakınlaşırlar ve yakınlaşmaları aşklarındandır. Eminim ki yaklaştıkça ateşin sıcaklığı ile aşkları arasında bir mükayese yapar ve kararlılıklarını bizlere her seferinde gösterirlerdi. Çünkü sonunda kanadını ateşe kaptırırak, yere aşk ile düşüverirdi o pervâne-i aşk’lar. Bu ismi onlara bizzat ben taktım. Aşık işte böyledir, sonu acı da olsa sevdiğine yaklaşır. Sevgiliye yakınlaşmak varken uzak duran bir aşık mevzu bahis dahi edilemez, öyle değil mi?
Aslında dönerek aşkını gösteren tek canlılar pervâneler değil. Yukarıda anlattığım sadece bir teşbihten ibaret aslına bakılırsa. Daha gerçekçi bir pencereden bakarsak, aşkını bu şekilde gösteren en bilindik varlık; insan. Şöyle bir düşündüğümde aklıma Hâc’da temsili olarak yapılan Tavâf ibâdeti geliyor. Milyonlarca insan beraberce o mukaddes mabedin etrafında dönerek Allah’a karşı olan bağlılıklarını, sevgilerini, aşklarını gösteriyorlar. Biraz daha düşündüğümde ise Mevlevilerin o şahane ayinlerinde sağ avuçları göğe, sol avuçları yere bakar şekilde, kolları iki yana açık kendi etraflarında dönmeleri geliyor. Hep düşünürüm bunu; acaba saatlerce öyle dönerken başları dönmez mi diye. Sanırım dönmüyor, bir kere ben de denedim ki yerimde duramayıp yığılıp olduğum yerde kaldım. Sultanahmet’te bir semâzeni izlemiştim bir Ramazan gecesi. Dayanamadım, gösterisi bittikten sonra usulca yanına yanaşıp önce kutladım ve tebriklerimi ilettim. Daha sonra o merak ettiğim sorunun cevabını aldım: Aşk ile dönüyorlar, aşk ile... Düşüncelerini bir nevî meditasyonda gibi başka bir yöne kilitliyorlar; aşık oldukları yöne yani Râbb’e doğru. O günden sonra düşünüp durdum bunu. Aşkı ifade etme şekillerini düşündüm. Kimbilir kaç bin çeşit şekli vardır, bilemiyorum ama bana en ilginç geleni; gerçekdışı bir benzetme bile olsa yazımın başında sizlere anlattığım Pervânelerinki. Çünkü nihayete erdiği noktada düşüncem asılı kalıyor.
Aşk; belki bir sembol ya da efsûnlu bir hakikat. Dünya da akıl almaz bir incelikle aşk ile dönmüyor mu? Hem semâha duruyor hem de güneşi tavaf ediyor. Ve diğer gezegenlerde belli bir yörüngede haraket halindeler. Düşünüyorum, durmadan düşünüyorum. Aşk ne yüce bir duygu ki bu ulvî his bütün alemi döndürüyor. Dönüyoruz, bazen başımız dönüyor Aşk’tan. Nice bin alem var bilmediğimiz ve bence onlar da dönüyor. Aşk’ın bir yolu var, yorulmaksızın koşuyor bazen yavaşlıyor - yürüyor - ama durmuyor asla.
Ben çocukken oyuncalarım vardı. Kimi zaman sokakta arkadaşlarla topaç çevirirdik. Rengarenk topaçlarım vardı. Aslında bütün oyuncakların bir zamanı vardı bizim için ama bu zamanlar öyle önceden belirlenmiş şekilde gelmezdi. İçimize doğardı belki de ve anlaşmış gibi çıkardık sokağa. İtinayla sarardık kementi boynuna oyuncakların ve vururduk yere hunharca. Tozu dumana katardı dönerken hepsi. Kim daha fazla aşk ile çevirirse onunki çok daha fazla dönerdi. Hiç durmayacak sanırdım. Yavaşlayınca yalpalayarak yere yuvarlanmasına izin vermeden büyük bir haz ile tekrarlardım oyunumu. Hava kararana, annem evimizin demir parmaklı balkonundan seslenene kadar. Neden hava karardı diye düşünürdüm çocuk beynimle. “Dünya dönüyor derdi” annem. Topaç da dönüyor, değil mi?
İşte böyle dönüyoruz, etrafımız bütünüyle Aşk. Hayatın bir parçasıdır o. Topacın dönmesi de aşktan, dünyanın dönmesi de. Rengarenk bir duygudur Aşk, kimi zaman kan kırmızıdır, kimi zaman kızıl bazen de kül renginde. Aşk, belli bir zamanı kollamaz. Birden, ansızın, aniden gelir ve hunharca vurur. Bir kement gibi sarılır boynuna insanın ve sonra dönmeye başlarsın etrafında, başın dönene hava kararana kadar. Yalpalayarak yere düşerken kurtarırsa bir el sizi, işte o zaman aşk gerçekten Aşk’tır. Biri seslenirse balkondan ve bu şefkat dolu bir ses ise annemizin sesi gibi, o zaman bu ses de aşktandır. Dünya dönüyor, topaç dönüyor, semazenler dönüyor, Mekke’de müslümanlar dönüyor, pervâneler de.