10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
968
Okunma

Gözleri üzgün, yılların yorgunluğu okunan yüzünde keder, dalgın bakıyordu yaşlı kadın, karanlığı delmek isteyen yorgun bakışlarla.
Yıllarını geçirdiği, emek verdiği düzeninden ayrılmasının istenmesi, sanki bir kat daha yaşlandırmıştı onu.
Çocuklarını büyütmüşler, evlendirmişler, Köroğlu ayvaz beraber başladıkları hayat yolculuğunda, uzun seneleri geride bırakmışlardı.
Bahçelerinde kiraz ve elma ağaçları, yemyeşil çimenleri… böğürtlenlerin tam da mevsimi, diye düşündü.
Kara iri meyvelerin, görenlerin iştahını açacak görüntüleri, mevsiminde kiraz ve elma ağaçlarının gölgesinde tatlı bir serinlik buldukları bahçeleri, onlarsız mı kalacaktı artık?
-Artık yaşlandınız anne, gel inat etmeyin, bize taşının. Evimiz geniş, babam da sen de biraz dinlenip rahat edin, diyen oğlunun sözlerini hatırlamıştı.
Oğlunun evi geniş ve bol ağaçların gölgelediği güzel bir bahçenin içinde, şehre yakın ama bir o kadar da doğayla iç içe, şehrin banliyösü sayılabilecek güzel bir yerleşim yerindeydi.
-Niye kendini harap ediyorsun anacığım, bu yaştan sonra, yemeğin, çayın önüne hazır gelse fena mı olur? Hı ne diyorsun? Diye sıkıştırıyordu son zamanlarda.
Az olan uykusu iyice açıldı, bahçe kapısını açıp, çardaktaki koltuğuna attı kendisini. İlkbaharın taze ve temiz havası, genzine doldu birden.
-Düşünmemiz lazım oğlum, herkesin belli bir düzeni var, sizi de rahatsız etmek istemiyoruz.
-Ne rahatsızlığı Allahı’nı seversen anne ya! Böyle hep aklımız sizde, gece bir şeye ihtiyacınız olur, rahatsızlanırsınız diye, tetikte uyuyorum. Gel babamı ikna et, bak torunların da çok sevinecek, haydi anne ne olur, üzme beni! Gelinini zaten çok seversin, o da sizlerin artık bizlerle yaşamanızı istiyor, haydi kırmayın bizi!
Oğluyla yaptıkları konuşmayı tekrar tekrar düşündü.
Ömür boyu çalışmıştı, belki de vücudunun bu denli sağlıklı olmasını hep çalışmasına borçluydu.
-Burası bizim hayatımız, yaşam sevincimiz, insan hiçbir uğraşı, meşguliyeti sorumluluğu olmazsa, nasıl yaşar oğlum. Yaşama sebebimizi elimizden alma, ne olur!
-O nasıl söz anacığım, biz sen ev işleriyle yorulma, yıllardır uğraşıp didiniyorsun, biraz rahat et diye söylemiştik.
Çocuklarının kendilerine olan düşkünlüğü gelince aklına, sımsıcak duygularla gözleri buğulandı.
Eşi de kendi de, sevgi ve şefkatle, hayırlı evlatlar yetiştirmişlerdi. Oğullarının bu ısrarı da kendilerine olan sevgi ve saygılarındandı.
-Canlarım benim sizi üzmeyi hiç istemem, ama!
Serin hava, şalına sıkı sıkı sarılmasına neden oldu.
Bu sakin ve huzurlu hayatını çok özleyeceğini biliyordu, oğlunun evinde ne kadar rahat da olsa, burası onun yuvasıydı. Yapacağı işlere hep eşine danışarak kendi karar vermişti, hesap vermesi gereken kimse yoktu.
Oğlunun evinde her şey önüne hazır gelecekti, rahat edecekti belki, ama hep evdekileri rahatsız eder miyim endişesiyle, dikkatli davranması gerekecekti.
Bu gece olduğu gibi, kalkıp hava alayım, belki uykum gelir diye düşünüp, bahçeye inse, tıkırtıdan birileri uyanıp, rahatsız olacaktı.
Mutfağa girdi, biraz süt ısıtıp, bardağa doldurdu. Salondaki koltuğa oturup, düşünmeye devam etti.
Evet bazen ev işleri yorucu oluyordu, çamaşırları as, topla, biriken ütüler…Ama burası onundu, kendi yuvasıydı, yapmasa niye bunları yapmadın diyecek kimse yoktu.Eşi her zaman uyumlu bir insandı.
-Yorma kendini, yardımcın haftada bir süpürüp siliyor, ütüyü de bırak o yapsın diyordu.
Haklıydı, ütü en sevmediği ev işiydi. Yemek pişirmek onun için bir zevkti. Ütüyü de ona bırakmalıyım, diye düşündü, küçük battaniyeyi üzerine çekerek kanepeye uzanırken, ılık süt etkisini gösteriyordu. Yatağa gitmeden şurada uyumalıydı, hazır uyku bastırmışken.
-Ah be gülüm sen niye buralarda uyuyorsun, belin tutulacak diyen eşinin sesiyle açtı gözlerini.
-Gece uykum kaçtı, biraz bahçede hava aldım, uyku bastırınca da buraya kıvrılıverdim.
Hiç de yorgun hissetmiyordu kendini, bahçe kapısını açtı, içeri dolan hanımellerinin baygın kokusu gülümsemesine neden oldu.
Şu huzuru hiçbir yerde bulamayız, diye düşündü.
Sabah güneşinin aydınlattığı bahçede, eşiyle asmanın altında kahvaltılarını yapıp, çaylarını yudumlarken duyduğu huzuru, hiçbir şeye değişemeyeceğini anladı.
Serçelerin cıvıltıları, uzak bir bahçeden gelen bülbülün yakarışı, üzerinde sabah çiyinin buğulandığı meyveleri, gözlerinin gördüğü her şeyi seviyordu. İçine dolan sükunet, eşinin müşfik bakışları, bu onun hayatıydı, yaşama sevinci, mutluluğu her şeyiydi.
Bunu feda edebilir miydi? Hiç zannetmiyordu.
-Birer bardak çay daha içelim mi canım? Dedi sevgiyle gülümserken.
-Zahmet olacak canım, olur içelim.
-Sonra da biraz alışverişe çıkalım, gözlerinde kararını vermiş insanların huzuruyla.