23
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2393
Okunma
Tekrar dikiş attım ruhuma ve en güzel spor ayakkabılarımı giydim sokağa dökerken vücudumu. Artık rüzgar kaplayabilir tenimi pamuk ellerin hiç dokunmazken ve artık daha iyi kovalayabilirim umutsuz lambaların aydınlattığı sokakları gündüz vakitleri. "Yok, olmaz. Verme sıranı. Aşk kuyruğunda benim yerime de bekle. Ve her kim ben önce gelmiştim derse, sakın onunla göz göze gelme." Kıskanırım, çocukken kolay dökülür gözyaşı belki ama beni büyüttükten sonra ağlatmandan daha çok korkarım.
İmbata tutulmuşum anlayacağın. Şimdi saçlarını kurutabilir kıskanç rüzgar başlatan nefesim. Tekrar kar şu kağıtları bir ara, belki bu defa farklı çıkar diye umutla seni koklamaya ve sen mum dokunuşlara müptela. Oysa ben mutluluktan torun sahibi olmuşum bile. Ve gözlerini bir kenara bırakmama alışkanlığına tutulduğumdan beri sayfalara sığdıramıyorum güzelliğini. O yüzden kayısı marmelatı, tatlı bir sözden ibaret sadece. Belki sürülmedikçe iz bırakmayacak ya da ufacık temaslarla en güzel alışkanlığımız olacak bağışıklık kazanmadan aşka. "Kalbime uzan ve en üst rafa ulaş. Ansiklopedide "U" harfinde oku kim olduğumu ama sakın ismimi sayıklama. Bir kere bile söylersen gerçek olur yoksa, dokunamazsın bir başkasına."
Aydınlatmana gerek yok, pencereden seyredebiliyorum çilekeş saksılarını. Öyle sıkı sarılmışlar ki kokuna... Çiçekler bile sana çekmiş, zerrelerin dökülüyor yeşilin şefkatli kollarında. Gözlerimiz birleşiyor bir umutsuzluk vakti. Ben seni hayal ederken... Onlar sokağa bakarken güzel bir yalandan öteye geçemiyor şu ılık yağmurlar. Benim için ise seni görebilme ihtimalim demek oluyor saç tellerimden kayıp giden itiraf dökümleri. Çünkü biliyorum, bir tek yağmurlu zamanlarda uğrarsın benim bastığım topraklara. Başka yok, değil zaman alır gönlümü ve geri getirmesini bilmez.
Bir çırpıda tanımak istiyorum seni hem de sözcüklerin gürültüsü olmadan. Sadece ayak gürültün kalsın, öylece serserin yap beni. İyi erkekleri sevemez kadınlar, sevse bile bağlanamazlar. Kadın anayasası 7. maddeyi okudum, o yüzden soy iyi hallerimi ve neşterinle şekil ver kalp yarıklarıma. En anaç hallerine boyanıyorum yüzünü yakınlaştırdıkça, çekilme aynamdan. Hem de hiç... Ve sonra,
"Yine geç aynı kaldırımdan. Mahallemin kızı ol. Kasap Hayri’nin yahut bakkal Necmi’nin. Fark etmez. Başın önde, hafif mahçup, ufalan adımlarınla yuvarla sevgi sözcüklerini kollarıma." Sonra bir fısıltı yerleşsin ve belki hiç benim olma ama hep gözlerimdeki damarlar seni tutsun kollarından. Günü seni görebileceğim sokak saatlerine böleyim ve ıskaladıkça sevdamı bırakayım nadasa.
"Gel. Mahallemin kızı ol. Bu semtin önyargılarına pencere açsın güzel gözlerin bir balyoz gibi dokundukça. Ve hiç gitme. Buradan sev birini. Ben olmasam bile..." Sana dokunmadan yaşamam mümkün ama varlığına uzak asla...
Buraya kadar gürültücü, uzaktan sevmekle yetinen, iflah olmaz bir platonik aşık gibi görünmüş olabilirim. Esas duruşumdan fazlası değil bütün hislerim aslında. Kendimi evrenin karmaşık yapısında, kudretsiz bir yabancı olarak algılamaktan sıkıldığım, şeftalinin kabuğu tadındaki günlerden beri, farklı bir rol üstlendim. Huzursuzluğumun son bulduğu bir ilkbahara uyanış gecesini terasta kutlarken, arkadaşımın getirdiği birkaç kutu biranın yalancısıydım. O bile benim kadar aşık değildi ancak dilinden hiç düşürmüyordu sevgilisini, yüzüne söyleyemediği sevgisine rağmen sevgilisi varmış gibi. Aşk bu, kimsesiz bırakıldıkça daha kuvvetli iz bırakır bizim gibilerin vücudunda. Üstelik bizim kadar olmuş, mahalle kategorisini bir türlü aşamamış delikanlılar için sevmek zaruri bir eylemdir. Sevdiğini işaretlersin, duyurursun eş dost takımına ama çok değil, kulaktan kulağa yayılmayacak kadar. Sonra kızcağız için kurtuluş yoktur. Tesadüfen öğrenmese bile bildiğiyle yetinir ama en çok da utanır bizim gibi bir delikanlının kafasına takılı bırakıldığı için. Ama en beteri benim gibi olanlar, yemin ederim. Semti uzlaşılmaz, sokakları rüzgarsız, çöp bidonlarında kedi bile barınmayan hanelerin dibinde yeşermiş, afili bir kadına ilgi duyuyordum. Ne kadar "Gel" desem, o kadar kaçacaktı ayakları. Ama işaretledim bir kere... Bir söz, bir yemin... Ben de evlensem, o da evlense, çoluk çocuğa da karışsak umrumda bile değil. Sapık mı demiştiniz? Evet, duyar gibi oldum. Yüzüme baksanız, sadece sert görünüşlü ve hafif kirli sakalın çok yakıştığı, kalın bir adam dersiniz bana. Yaşımı boş verin, evli değilim. Mahallemin kızı olmasa bile, gecelerimin yıldız parıltısı kız da bekar. Ve ben bilmiyorum kaçıncı gün bugün, her gün ondan bir şey çalıyorum. Ona ait parçacıklarla besleniyor yüreğim. Kimileri tuttuğu takımın attığı golle tatmin olur, kimileri tavla galibiyetlerini erkeklik sayar. Ben de ondan bir çok şey çalıp, kendimin yaptıkça evcilleşiyorum, mühim bir adam oluyorum adeta. Sanki parça parça, gün gün, dakika dakika sahip oluyorum ona. Bir zaman sonra bütün parçalardan sevgili yapacak halim yok ama seviyorum işte ve sevdiğim bir şeyi yapmak suç bile olsa, umrumda değil. "İşte geçiyor, çıktı ofisten" diyorum ve yakasını bırakmadığım bir akşam saati daha gelip çatıyor. Yavuz hırsız iş başında...
Topuklu ayakkabılarının umursamadığı taşlara basarken peşi sıra, zırhımı delen bir acı hissediyorum yüreğimin ırmaklarında. Zehir bulaşmış gibi, tutamıyorum içimde, derhal çıkmak istiyor. Kesiliyor ellerim ve havanın üşütemediği derim ardına dek açıyor pencerelerini. Sevgilim yürüyor. Vitrinlere göz ucuyla bakarken, beğendiği bir elbisenin görüntüsünün arkasından belirsem ya ben... Olmuyor, çok hızlı, hiçbir şeye tam olarak vermiyor dikkatini. Bugüne dek işten erken çıkıp bir erkekle buluştuğunu görmedim ama o gün neden bugün olmasın ki? Her gün aynı karanlıkla uyanan şu tembel beynim, daha kompleks bir hikaye üretemiyor. Belki en acı çekmeye müsait olduğum yerdir sevdiğim kadını bir başkasının kapması. Fransız görünüşlü bir erkek yeterince elem verici keskinlikte kavrayabilir bedenini gözlerimin önünde, bilmiyorum. Ama şuracıkta adam alıverse kollarına onu ve dudaklarına tutkuyla yapışsa, kafayı adama değil de biricik sevgilime takarım yine, değişemem. Sonra ne mi olur? Takibe devam ederim. Hatta o andan itibaren en büyük beklentim, bir an evvel birlikte olmalarını beklemek olur. Tuhaf ama öyle hissediyorum düşününce olasılıkları. Yok, küçülen ben değilim. Böyle mazeretsiz bir sapıklığa uzanıyor beynim ama farksızım sağlıklı beyinleri toplamış sizlerden. Düşünün şimdi, bu güzelim kızın, sevgilisinin adaletine sığınmış, masum vücudunun gazetedeki çıplak mankenlerden ne farkı var ki? Veya filmlerdeki açık seçik, sansürlenen, üç beş dakikalık sahnelerden? Benim için hepsi aynı ve iyi bir fikir gibi geliyor kulağıma, Fransız bozması bir çapkınla birlikte olması. Az evvel, bir terasın uçurumu andıran kıyısında bira ve sigara tüketirken başlattığım duygusal harekatın böyle iğrençlik noktasında biteceğini ben bile hayal etmezdim, değil ki siz beni seyredenler. O yüzden içine düştüğünüz hayal kırıklığını gayet iyi anlıyorum ve esas oğlan olmaya soyunmadan, esas oğlan olabilmeyi başarıyorum. Arzu ettiği kadar yargılayabilir insanlar beni ama mahkum da ben değilim, olası Fransız tipli sevgili ödeyecek nihayetinde hesabı ve ben onu sevmeye devam edeceğim. Bu arada lafı bölmek zorundayım, sıkı durun, büyük ve tanınmış bir kitapçıya girdi.
Kapalı ve temizliği kusursuz bir yerde adımları çok daha gürültücü ve dikkat çekiciydi aslında. Benim haricimde pek çok göz kalabalığına tutulmuştu rüyalarımın kraliçesi. O belirli bir şey arıyormuş gibi raflar arasında ayrım yaparken, ben elime alelade bir kitap geçirmiş, sanki onu satın alacakmış gibi peşinden akıyordum güzel kadınımın. Hangi başlık altına sığındı kıpırtısız yüreği dikkat bile etmedim ama birkaç kitapla aynı anda ilgilenirken yanına mağaza çalışanı, uzun saçlı bir adam sokuldu. Durur muyum hiç? Olabildiğince yaklaştım duymak için konuşmalarını. "Anlıyorum. Madem öyle, size bu kitabı önerebilirim" dedi adam. Sonra kitabın birkaç yaprağını açtı sanki okutacakmış gibi. Bakıyordu güzel gözleri bir mucizeye inanırmış gibi çırılçıplak. "Pek çok yönüyle irdelemiş adam. Hayrete düşürecek tuzaklarla dolu üstelik. Ablası üzerine kurgulanmış. Şizofrenik bir evrende başlıyor, sonrasında hayatının bağımsız bölümünde tekrar ablasını bulduğunu anlatıyor. Süper. Mutlaka okuyun." Peşin bir gülümsemeyle karşılık vermişti güzel sesini yuvarlamadan önce. Sonra nefesini bu mesafeden bile hissetim, harikaydı. Kutusundan çıkartılmış bir inci gibi karşısındakini kendine bağlayan gözlerini savurdu ve "Benim de bir ablam var. Komşu şehirde yaşıyor. Önümüzdeki hafta gideceğim yanına. Bir hafta tatilim boyunca ablamdayım. Desenize bu kitap ilaç gibi gelecek bana" dedi. Kitapçı elindeki kitabı kapattı ve uzattı ona. "O halde doğru adrese teslime diyorum bunu. Geçmişle hesaplaşma, iç içe yaşamlar ve dürtüyle işlenmiş günahların izahatsizliği..." Sonra aldı kitabı, minicik bir teşekkür sonrası kasaya yöneldi kitapla. Dikkat çekmesin diye biraz oyalanıp aynı raflara yöneldim. Görevli adam yokken ortalıkta aldım aynı kitaptan. Onunla ortak bir paylaşım alanı keşfetmekten çok daha fazlası vardı ellerimde. Az evvel işittiklerim de büyük bir ip ucuydu ayrıca. Şimdi yüreğimi mahallemden dışarı fırlatan terasa gitmeli ve hafifçe sigaramı tüttürüp kitabımı yaşamalıydım içimde. Sevdiğim kadın evine, ben ise onu daha çok kalbime...
"Gel ey aydınlık hava! Gülümseten ağaç parfümleri ve törpülenmiş renklerin siyahı bölen kuşkuları... Benim gibisin şehir. Mahvolmaya müsait, itirazsız ve teşhirci." Kitaptan on sayfa kadar okuduktan sonra ilk sayfasına tarih atarak koydum kenara. Sonra yılda birkaç kez kullanabildiğim ajandamı aldım kucağıma. Elimde bulmaca çözmeye yarayan bir tükenmez kalem, artık ucuzladığına inandığım geçmişime ait anımsayabildiğim ilk sahneyi elbisesiz bıraktım bir çırpıda. Ajandanın çizgili beyazına sürüldükçe rahatladı ellerim. Sabah uyanır uyanmaz esnemiş ve pencereden doğan ışığı yüzüme serpiştirmiş gibi. "Benim de bir ablam var. Öyle güzel ki... O anlatıyorsa ben de muhakkak anlatmalıyım. Biri okusun diye değil, ben yazmış olayım diye."
"Hiç öyle görmemiştim ablamı. Her zaman bir şekilde küçük anne olmuştu benim için. Güçlükle anlatabildiğim durumlarımda bile, ince ve kırılgan ruhumu derhal anlar, ona göre yüzünü yumuşatarak tavır alırdı sustuğum zamanlar. Hep en kötü ihtimali beklerken, o bir kez daha umduğumdan zengin düşünürdü. Bu kez ilk defa çok gerçekçi geliyordu gözleri. Daha evvel muhtelif olaylar karşısında çok ağlamıştı benim için. Üniversiteyi kazandığımda arabaya binerken elimi havaya kaldırdığımda, beni askere uğurlarken ve evlendiği zaman... Daha pek çok hatıra belki ama bu kez ben de onun beni hiç görmediği kadar zavallı, düşkün ve hastalıklı bir adamdım. Uzun hikayemi özetleyerek bile yoldan geçen herhangi birine anlatsanız, içi sızlayarak bakardı gözlerime. Küçülmüştüm, üstelik gövdemi düşürmemeye çalıştıkça incelerek, bakışlarımdaki tutkulu dalgınlığı istesem bile gizleyemeyerek. O alışkın değildi mucizeler peşinde koşan, hayalperest, küçük kardeşinin onlarca haksızlık neticesinde insanlar tarafından yerle bir edilmesine. Ama ben de onu böyle görmeye alışık değildim hem de hiç. Gözlerinin ucundan akıtmıştı beni adeta. Zorla kaydırarak anneme sarıldı, adeta ufacık bir kız çocuğunun acıya dayanıksızlığa isyanı gibi. Hıçkırarak ağlıyordu güzel gözleri. Ben sadece iki soluk uzağında seyrederken titreyen ellerini, annem sıkıca tuttu. "Artık güzel şeyler olsun anne" diye isyan ediyordu. Sonra eniştem tuttu saçlarından, bastırdı göğsüne. Odadan dışarı çıktılar bir süre. O an anlamıştım. Günlerce dayanılması çok zor, karşı koyarken bir başına kaldığınız bir mücadelede ezilen ruhunuza yaşlanmaması için emirler yağdırırken ve pes etmeniz için hayatınızdaki her şey el ele vermişken, aslında çektiğim cefanın ne kadar değersiz ve az yıpratıcı olduğunu anlamıştım o an. Ben yaptığım her iyiliğe karşılık üç kötülük görürken acı çektiğimi düşünüyordum. Şiddet ezmesine dönen onurumu kendimle baş başa kaldığım zamanlar dışında koruyamıyordum. Dışardan bakınca "Vah vah" diye iç çekilen bir vaziyette, takatsiz bir denizci gibi dönüyordum mavi yolculuğumdan. Oysa bilakis güçleniyordum kafa tutarak kadere. Asıl acıyı, beni uzaktan seyrederken ve olayların içine aldığı ruhum üzülürken sevdiklerim çekiyordu. Bu büyük bir haksızlık! Benim hiç kimseyi bu denli üzmeye hakkım yok ama onlarında beni kullanarak, beni sevenleri mağdur bırakmaya hakları yok. Dolayısıyla haksızların gücünü ispatladığı bir oyuna dönmüştü hayatım. Ve ablam bir süre sonra gözlerindeki yaşı imha etmiş biçimde odaya geri döndüğünde, özellikle kaçmıştı kalbimi yırtan suskun nefesimden. Sonra biraz rahatladı ve her geçen belirsiz saat daha da rahatladı, biraz zorlayarak kendini, benim gibi sahte gülümsemeler birle bıraktı etrafa. Konumuz kel alakaydı belki ama öylesine ihtiyacımız vardı ki hayattan uzak cümlelere... İyi geliyordu, iyileşmesek bile. "Artık güzel şeyler olsun anne" yüzüme vurulmuş en uzun tokat gibiydi ve yanıtı kalbim verdi: "Evet. Bence de."
Dedikten sonra düşürdüm kalemi. Alışık değilim ki, çabucak yorulur sigara tutan ellerim. Güldüm manzarası yerle bir olmuş ıssız mahalleme bakarak. Kare şeklinde beyazlıklar sırt sırta vermiş ve yer yer yuvarlak sarılıklar serpiştirilmiş. Kopamıyorum boynundan, sarıldıkça daha fazlasını arzulamak istiyorum gecenin. Küçücük gözleri yastığım olur ama ben uyku nedir bilmem. Şimdi yüreğimde sıcaklığına bir avuç kar düşürülmüş heves var. Biraz olurmuş, biraz da olacakmış gibi. Birkaç güne kadar bitireceğim bu kitap ve okudukça belki ondan fazlasını içine yazacağım ajandam. Sonra komşu şehire yolculuk... Ablasının yanına, ablamı da alarak yanıma...
"Mahallemin kızı ol. Uzak evlerde sevgi şarkılarında sarıya boya saçlarını. Ama çok yakışmasın. Ölene dek tek bir adama ait olma, devamlı sev. Her aşık olduğunu sandığında tekrar değiş ve benim bir türlü sevdamı aşikar edemeyeceğim kadın ol. Bir zaman sonra yaşlandığında bile bırakmadığım gibi öylece kal. Senden çalacak bir şeyim kalmaz diye korkarsam artık, belki anlatırım seninle sensiz hayatımı. Ama sen yine de mahallemde yaşıyormuş gibi içimde sürdür ömrünü."